Şair ve Bağımsızlık: “Ferman Padişahın Dağlar Bizimdir”

Şairin bağımsızlığı üzerine düşünmemi yadırgamamak lazım, şiir yazan biri olarak politikacının, bürokratın ya da müzisyenin değil de şairin diğer bütün sorunlarının yanında bağımsızlığıyla da ilgilenmem, doğal ve elzemdir de; ayrıca yakın tarihte pek çok şairin milli bağımsızlık yolunda hayatını ortaya koyması, benim bu ilgimi derinleştiriyor. Öte yandan, dört-beş asır öncesine kadar dünya siyasetinin baş aktörlerindenken, son yüz yılının önemli bir kısmını bağımsızlık mücadelesine vermiş, bu mücadeleden galip çıkmış; ama hâlâ arzuladığı çapta bağımsızlığa kavuşamamış bir milletin evlatları olarak, bağımsızlık kavramı hepimizin zihninde az-çok önem arz eder. Milli Mücadele’nin bağımsızlık bağlamında düşünce dünyamızdaki yeri büyük; şöyle ki milli mücadele yıllarında ortaya çıkmış, kahramanlaşmış ya da onun hemen sonrasında doğmuş Mehmet Âkif, Necip Fazıl, Nazım Hikmet ve Sezai Karakoç gibi çağdaş şairlerimizi okumam, ilk gençlik yıllarımdan itibaren şairin bağımsızlığı problemi üzerinde düşünmemi sağladı. Andığım şairlerimizin ortak özelliği, hayatlarını siyasete hasretmiş olmaları, kaldı ki bu şairlerimizin en az şiirleri kadar hayatları da etkileyicidir ve bu hayatlardan hayatımıza katacağımız ilk prensip, bağımsızlıklarını her şart ve durumda korumalarıdır.
Peki, ben şairin bağımsızlığından ne anlıyorum? Kanımca, karşılaştığı her şey ile hesaplaşmak zorunda olan şair, şair-bağımsızlık sorunsalını kişisel ilgi alanının merkezine yerleştirmelidir. Elbette, ilk elde siyasi faktörler önemlidir ve şairin günün siyasasıyla olan ilişkisi, bağımsızlığının omurgasını oluşturur. Yani günün siyasi merkezleriyle olan ilişkisinde kendine özgü kişilik - şahsiyet kazandıramamış şair, şahsiyetini daha baştan kaybetmiş demektir; cumhuriyet dönemi, yukarıda andıklarımız bir kenara, böylesi menfi örneklerle dolu.
Şair, geçmişte ustalarımızın da dile getirdiği gibi Kur’ani hükümlere bağlılığı oranında bağımsız olabilecektir. Bu tespit, tezatmış gibi görünen yalın bir gerçeklik. Peki, bu bağımsızlık az bir şey midir? Hayır. Şairin bağımsızlığı, bir milletin bağımsızlığı kadar önemlidir; çünkü çağımızın Kur’ani hakikatlere yaklaşabilmesi için bağımsız millet ve şairlere duyduğu ihtiyaç eş değerde. Bu iki bağımsızlığın niteliğini birbirinden ayıramayız; nasıl siyasi bağımsızlığını elde edememiş milletler dünya siyasetinde bir etkinlik gösteremezse, bağımsızlığını kazanamamış şairler de şiirin, kültürün ve toplumun gelişiminde rol oynayamazlar. Siyasetin ve şiirin son yüz yılına, hatta bugününe şöyle bir bakanlar, bizi haklı çıkaracak onlar-yüzlerce veriyle karşılaşacaklardır.
Osmanlı’nın çözülüşüyle ortaya çıkan, yoluna Batılı devletlerin sömürgesi olarak devam eden, Soğuk Savaş’ın kimi süreçlerinde Sovyetlere yanaşan, Sovyetlerin çöküşüyle Amerika’nın eline düşen ve bugün de Amerika’nın yarı-sömürgesi durumunda olan –belki birkaçı dışında- Ortadoğu ülkelerinin, dünya siyasetinde bir güç unsuru olduğunu, herhalde kimse iddia edemez. İşte siyasi-kültürel-sosyal unsurlara karşı bağımsızlığını ilan edememiş şairlerin durumu da aynı. Bağımsızlığını her şeye rağmen koruyan, onun uğruna hapis yatan, gerektiğinde firar edenler, ülkesini işgal edenlere, halkını ezmeye çalışanlara karşı sanat ve düşüncesini silah gibi doğrultanlar, yirmi yüz yıldan günümüze kalmayı başaran büyük şairler oldular. 1936’da, İspanya İç Savaşı’nda faşistlerce kurşuna dizilen Lorca; ondan birkaç yıl sonra, 1943’te, devlet eliyle Allah’tan ve ahlaktan bahsetmenin yasaklandığı Milli Şef döneminde, Büyük Doğu’ya “Allah’a itaat etmeyene itaat edilmez” diye başlık atan ve dillere destan aksiyonuna böylece başlayan Necip Fazıl; hilafımıza olsa da duruşu ve muhalif tavrıyla Nazım Hikmet; karşıtı olduğu rejime ve burjuvaziye asla prim vermeyen Sezai Karakoç bu bağlamda her zaman hatırlanacaklardır. Ancak şu var ki, milletin bağımsızlığıyla şairin bağımsızlığı her zaman doğru orantılı değildir, yani bağımsız milletlerin bağımsız şairleri olur, ya da bağımsız şairler bağımsız milletlerden çıkar, gibi bir şart yok.
Düşünelim: Milletin bağımsızlığının tehlikeye düşmesi, şairin damarına basar, böylelikle şiirine ekstra bir performans katar ve böylesi durumlarda şair, bütün şiiriyetini milletinin bağımsızlık mücadelesine adar. Kaldı ki, başka milletlerin benzer tehlikelerle karşılaşmasına da en candan reaksiyonu, her daim şairler göstermiştir. Mesela ölüm kalım mücadelesi verdiğimiz Milli Mücadele yıllarında Akif, İstiklal Marşı’nı yazarak cephelerde askerimize destek vermiştir; fakat bağımsızlığımız kazanıldıktan sonra, yeni devlet bu bağımsız şairini, bağımsız milletine çok görmüş, onu ülkesinden ayrılmaya mecbur bırakmıştı.
Belirtmekte fayda var. Şairin bağımsızlığından, şairin her önüne gelene çatmasını anlamıyoruz, bağımsızlık ve saldırganlık farklı şeyler. Günümüzde sağa sola küfürler yağdırmayı marifet bilen ve gençliğin yozlaşmış bir kısmında karşılık da bulan şairlerin bu tavırlarını bağımsızlık gibi kutsi bir kavramla ilişkilendirip yüceltecek değiliz. Kaldı ki bir şair, samimiyetini korumak, öz karakterini kollamak ve toplumuna sırt dönmemek koşuluyla devletini, bürokrasiyi ya da bir başka şairi övebilir de. Fakat bu kertede, Kanuni Mersiyesi ile Reşit Paşa kasidelerini ayırmak icap eder; Baki, yaşayan bir Kanuni’ye değil, ölmüş bir Kanuni’ye, o ölümü bütün benliğiyle hissederek yazmıştı. Şinasi’nin Reşit Paşa kasideleri ise, yüz yılımıza mâl olan kof, hissedilmemiş, şirke giren bir coşkunun ürünü olup la-dinidir. Bu noktada işin içerisine menfaat ilişkisi de girmiştir elbette. Özellikle kapitalizm tarafından kuşatılmış günümüz insanına-şairine söylemek lazım: Şairin bağımsızlığı, biraz da paradan bağımsızlığıyla ölçülecektir. Bu bağlamda Yahya Kemal ilginç ve zikredilmeye değer bir şairdir. Yahya Kemal şiirlerinde gözümüze çarpan Müslümanlığına rağmen, seküler cumhuriyeti eleştirmemiş, eleştirememiştir; ama hakkını teslim edelim övmemiştir de! Kanaatimce bu da bir bağımsızlık göstergesidir. Yahya Kemal, yaşadığı dönemin siyasi atmosferini ve siyasi kadroları es kaza övmüş olsaydı bugünkü saygınlığında olamayacak, şiirinin bütün masumiyetini yitirecek ve belki de şiiri güme gidecekti. Sezai Karakoç’un haklı övgülerini alamayacak, Müslümanlarca şimdi sevildiği kadar sevilemeyecekti. Bu bağlamda doğru adımlar atmış, şairlik kumaşındaki özü korumuştur, Yahya Kemal.
Evet, sevgili ozan, vaktiyle “Ferman padişahın dağlar bizimdir” demiştin, hatırlıyor musun?

Aykut Nasip Kelebek

Yorum Gönder

0 Yorumlar