MUSTAFA AYDOĞAN’DAN 90 KUŞAĞINA
            RİNGDE DURUŞ DERSİ


Dergâh’ın (273) orta sayfa söyleşisinde, Dinçer Eşitgin adlı bir arkadaş, Mustafa Aydoğan ile söyleşi yapmış, özellikle de çıkar ilişkilerinin kaygan zeminlerinde dolaşanlar tarafından okunmalı.
       Dikkatinizi, kemikleşmiş bir yanılgıyı dile getiren şu soruya çekmek istiyorum: “Hem bir edebiyat dergisi yönetmek hem de şiir yıllığı hazırlamak edebiyatta iktidar alanına soyunmak gibi algılanabilir. Bir şair olarak bu algı sizi ürkütmez mi?” Ne yazık ki, iktidarın ne olduğunu bilen pek az kişi var edebiyat ortamında. Ne yani! Dergilerimiz, yıllıklarımız, eserlerimiz güçlü kudretli olmasın mı. Evet, bu sorunun back-grounduna gidecek olursak karşımıza, Cumhuriyet sonrası edebiyatta hakimiyet kuran ve bir elin parmaklarını geçmeyen Müslüman sanatkârları her fırsatta ezen sol kesim çıkacaktır. Cahit Zarifoğlu’nun düzyazılarını okurken, kendi vatanında, kendi milletinin kandırılmış evlatlarının tankları altında eziliyormuşçasına yankılanan çığlıklarını duymuştum. Müslümanlar hem siyaset hem sanat meydanında yok sayılmanın ruha yaptığı işkenceye maruz kalmıştı. Yok sayılanlar birer gökdelen gibi yükseldi göklerimize. Ya yok sayanlar şimdi varlar mı, hayır, şuan bir enkazlar. İşte söyleşiyi gerçekleştiren arkadaşımız, iktidarı, Cumhuriyet sonrası uygulanan yanlış politikalar nedeniyle, kendi vatandaşına zulmetmek olarak algılıyor. Bu yanlış inanışın, en azından bilincimizden silinmesini sağlamamız gerek; bilinç-altımıza gücümüzün yeteceğini ise sanmıyorum. Bu konu psikanalize girer, beni aşıyor, ama şu öneride bulunmak istiyorum: Hiç değilse çocuklarımızı cesur yetiştirip geleceğimizin sağlıklı bilinçlere devredebiliriz.
       Osmanlı atamız dünya iktidarıydı, kime zulmetti, hangi etnik gurubu ortadan kaldırdı, ne din düşmanıydı ne dil, herkese adaletle hükmetti. Korkalım mı onlar gibi kudretli olmaktan. Ki iktidar-güç sahibi olmak, yaşamanın bir şartıdır. Doğru beslenemeyen bir beden, zayıf düşer, mikroplara açık hale gelir ve daha da kötüsü ölümle ruhunu kaybeder. Gördük, yüzyıllar koca bir yara gibi geriye doğru uzanıyor, geçmişimiz bizim referansımız, evet, en çok Müslüman’a yakışıyor iktidar.
       Zilleti alışkanlık haline getirdiğimiz için hâlâ zulme uğruyoruz, adalelerimiz-kaslarımız geliştiği, beynimize bile hükmedebildiğimiz halde kendimize güven sorunu yaşıyoruz, farkımıza varalım artık, hayali menfaatler için hakikat medeniyeti düşmanlarını kollamayı bırakalım. Bize küfredene küfrederiz, yaparız bunu ve bundan bir adım bile geri atmayız. Bugünlerde yaşadık, işte tam da Mustafa Aydoğan’ın kuşağından saygıdeğer, camianın büyük şairleri (!), bize hakaret eden bir adamı payladığımız için, bizden o adamdan özür dilememizi istediler. Önce o şahıs bizden özür dilemeli dedik, akıl bunu salık veriyor bize. Hayır dediler, olmaz, o, dinsizdir, bizden üstündür, siz Müslümansınız, alçak gönüllü olmalısınız, alçalmalısınız, tek yüce varlık yaratıcıdır. Güya bu kemikleşmiş din düşmanından etleşmiş Müslüman yaratacaklarmış. Onların tekliflerini kabul etmedik elbette, onlardan bazıları, bizi akılları sıra tehdide yeltendiler, yandaşlarına karalatacaklarmış, akız çünkü, Bayan dedikodudan yardım alacaklarmış, şiirlerimize kafa atacak, festivallerine yaklaştırmayacaklarmış, kendi korkularından bizim de korkacağımızı sandılar, aldandılar, çünkü “kenarın” artık “merkez” olduğunun farkında değiller. Umurumuzda olan bir tek şey var: Hakikat medeniyeti. O kadar. Ölüm bile yalan, ama hakikat tek gerçek. Hayır abiler –bu bir şiirsel sesleniştir, yoksa böylesi dejenere, korku kılıklı tiplere abi demeyeceğiz artık-, sesinizi yutmuşsunuz, kusmuşsunuz, lütfen şiir karalamayı bırakınız, şiir sizi yoldan çıkarmış, sizin yerinize biz yazarız şiiri, gerekirse hapiste yatar, ölüme Allah’a koşar gibi koşarız. Sizin isminizi açık etmeyeceğiz, çünkü peygamber de ikiyüzlülerin ismini açık etmemişti, İslam tarihini iyi bilirsiniz, hatırladınız, değil mi. Müslümanlardan beslenin, sonra, din düşmanlarını destekleyin, devam edin böyle, devam edin.        
       Bize yukarıdaki epik sözleri yazdıran Mustafa Aydoğan, Dergâh’ın sorusuna kendisinden beklediğimiz cevabı cesurca vermiş: “Ne ki şöyle de bir gerçek var; iktidar olmadığınız yerde hükmünüz olmaz. Şiir de, sanat da, edebiyat da bir siyaset biçimidir. Dergi çıkarmak da hükmetmek kastı taşır eğer biraz daha derine inersek. Ne için dergi çıkarıyorsam, aynı şey için yıllık çıkarıyorum ve aynı şey için şiir yazıyorum. Benim bu dünyada bulunuşumun bir amacı var. Bir birey olarak sorumluluğum var. Bir Müslüman olarak sorumluluğum var. Ben hüdayinabit değilim ki…”

      Tetikçi

Yorum Gönder

0 Yorumlar