NECİP TOSUN ŞİİRDEN ANLAR MI?

Necip Tosun, “Hece”nin (192) bu ayki sayısında “Bir Kitap İçin Bir Ömür” başlıklı yazısında, bir öykücü ve öykü eleştirmeninden beklenmeyecek zayıflıkta deneme kaleme almış: “Öyle eserler ortaya konuyor ki hem yazar hem de okur “tam da bu” diyor. Yazar, şair, sanatçı istese de bu eserinden kurtulamıyor. Bir adım daha ileri gidersek, sanki herkes sadece bir öykü, bir şiir, bir roman, bir beste, bir resim yapmak için geliyor dünyaya. Tam o sesi, o rengi, o hikâyeyi yakaladıklarında kendi oluyor, kalplere, gönüllere ulaşıyorlar. Bundan sonra ne yaparlarsa yapsınlar bir daha o zirveye asla ulaşamıyor. Sadece oradan yeni parantezler, kapılar, pencereler açıp, etrafa kısa gezintiler yaptıktan sonra tekrar aynı yere dönüyorlar.”
      Necip Tosun’un bu söylediklerinde bir sorun yok gibi görünüyor, lakin şairlerin ve yazarların ulaştıkları zirve eserleri sıralamaya başladığında olay kopuyor. Öykü ve roman seçiminde nispeten başarılı: Halit Reşat Nuri-“Çalıkuşu”, Peyami Safa-“Fatih-Harbiye” (bence “Dokuzuncu Hariciye Koğuşu”dur, tabii yazarın tercihine bir şey diyemeyiz), Halit Ziya Uşaklıgil-“Aşk-ı Memnu”. Ne ki şair-şiir eşleştirmelerinde Necip Tosun, tepetaklak düşmüş. Necip Fazıl’ın zirve şiiri “Kaldırımlar”, Sezai Karakoç’unsa “Monna Rosa”ymış.
      Şimdi biz bu metnin neresinden tutup çekelim, neresini düzeltelim. Allah aşkına, Necip Fazıl 20’li yaşlarının başında “Kaldırımlar”ı yazıp bıraksaydı bugün aynı Necip Fazıl; Sezai Karakoç, 19 yaşında yazdığı “Monna Rosa”dan sonra hiçbir şey kaleme almasaydı, bugün aynı Necip Fazıl ve Sezai Karakoç’u bulacak mıydık karşımızda. Dünyamızı “Kaldırımlar” ile “Monna Rosa” değiştirmeye yetecek miydi. Ne saçma sorular soruyorum değil mi Necip Tosun. Bence mevzuyu uzatmayalım, sevgili arkadaşım, sen öykü ve öykü eleştirisi yazmaya devam et. Şairlerin bence işine karışma.
 
      Tetikçi

 

Yorum Gönder

0 Yorumlar