SANATKÂRIN AHLAKSIZLIKLA İMTİHANI

Her nedense, farklı cinsel tercihlere sahip kişilerin sanata büyük katkılarda bulunduğu düşünülür ve travmatik tercihleri insanlarda acıma duygusu yaratır. Eleştirmenler de insan olmanın duygusal yanlarından kurtulamazlar hiçbir zaman; sanki yeni eserler, ancak sakat ruhlardan doğacakmış izlenimine sahipler, bunu ben modern dönemin hastalıklı düşüncelerinden biri olarak görüyorum. Hiçbir antrenör topal birine kros için yatırım yapmaz, yapan içinse hiç düşünmeden aklında var deriz. İşte topal ruhtan, nasıl olur da mesafeleri aşıp fizik ötesine gitmesini bekleyebiliriz ki. Fiziğin bile içine giremez bence ruhsal sorunları olanlar, ancak Tanrının ruhuna sahip halife sanatkârlar ortaya üstün nitelikte eserler koyabilirler.
       Alman dilinin Avusturyalı şairi Georg Trakl’ın (1887-1914) kız kardeşiyle ensest ilişki yaşaması da eleştirmenlerin ona duygusal yaklaşmalarını, aşırı iltifatlarda bulunmalarını sağlamış. Yuh yani diyorum, diyorum işte. Utanç nasıl da övünülesi farklılığa dönüşmüş, zayıflık güç telakki edilmiş. Güya Trakl, kız kardeşi Margarithe ile yaşadığı aşk-ı memnunun kefareti olarak kaleme almış şiirlerini. Uyuşturucu alarak intihar etti denilenlerin çoğu, hele de bağımlıysa, kendi canlarına kıymak istememiş, tam aksine hazzın doruklarına yükselmeyi amaçlamışlardır. Bağımlı Trakl da güya, aşırı dozda kokain alarak intihar etmiş. Dert şu, bir ismi ajitasyonla piyasaya sunmak ve maddi karşılığı olan değere dönüştürmek. Hani hatırlayın, denmişti ya, artık ölü bir Michael Jackson, dirisinden daha çok para eder. Batı’nın tek değer birimi money, bunun için bireyler ne ki, toplumları yok ettiğini biliyoruz. Dibimizde Orta Doğu’yu görüyoruz. 
      Ahlaksızlık çok para ediyor bu yüzyılda. Heidegger’in “Poetik Felsefe: Georg Trakl Üzerine” adlı Trakl’ı şerh ederek yüceltmeye çalıştığı onlarca sayfalık zayıf metnine ne demeli. Aaa Heidegger de zayıf mı yazarmış yahu, demeyin, ne kadar birikimli olursanız olun, ele aldığınız konunun niteliği kadar yazabilirsiniz. Evet, acınan kişi, daha en baştan küçültülmüştür. Hangimiz intihar eden kişilere acımayız ki, öyleyse hayat karşısında intihar etmişlere büyük sanatkâr demek ne kadar da akılsızca. Çünkü müntehirler, insanlığın hayatını dönüştürüp değiştirmek bir yana, kendilerini bile kontrol etmekten acizdirler. İntihar, modern dönemlerin modası; bugün isimleri hatırlanan müntehirleri –son birkaç yüzyılı kast ediyorum-, yarının nesilleri hatırlamakta zorlanacaktır, kanaatindeyim.                 
       Cinsel tercihinde sakatlıklar yaşayanlar, bir insanlık imtihanıyla karşı karşıyadırlar ve tercihte bulunmamakla yükümlüler. Hastalıklarını etrafa yaymadıkları takdirde, bizim için de çok değerliler. Kör doğmak gibi bir şey bu. Durumlarını kabullenirler ve kendilerine hakim olursalar, o zaman onlardan çok iyi eserler okuyabiliriz. Aksi takdirde “ben farklıyım, beni anlamakta zorlanırsınız” şeklinde bir yalanın ardına gizlenerek dağınık imajlarla dolu şiirler söylerler, post-modern dönemdeyiz ya, biz de bu saçmalıklara şaşaalı bir kılıfla değer yükleriz. O zaman delilerin ne suçu var, konuşmalarını kaydedip çözelim, inanın birçok şair ve şiir okuru yutar, şu aralar da –son 50 yılı kast ediyorum- imgesizlikle imgeciliği karıştıran sözsüz şairlerle mücadele etmekle geçti günlerimiz. Nice şair-mücahidimiz, yazılarıyla şiir sanatımıza yönelik saldırılara cevap verdi, şiirin ise yüksek örneklerine imza attı. Onlar olmasa, bugün şiirimiz büyük bir garabet içerisindeydi belki de.
       Batı şiiri eşcinsellerin elinde can çekişiyor. Bunu daha evvel de belirtmiştim. Bir de eşcinsellerin tarihten ata şair arayışları yok mu ve bu arayışlara destek verenler. Büyük şair ve düşünürlerin düşmanı çok olur. Tarihte de bu böyleydi. Büyük olmalarına rağmen maddi imkânsızlıklar içerisindeki hakikat-ahlak savunucuları, en fazla da savundukları yönden iftiralara maruz kalmışlardır. Geçmişten eşcinsel isimler derlemeye çalışmak sadece birer aldatmacadan ibarettir. İnkâr etmiyorum, her dönemde eşcinsel yönelimler olmuştur, ancak o kişilerin büyük çoğunluğunun bugüne kalabilecek büyüklüğe eriştiğini düşünmüyorum. Çünkü o tarz kişilerin hayatlarının merkezine oturan şehvet, akıllarını başlarından alıp götürmüştür. Bugün metropollerde yaşayan hemen herkesin dikkatini çekmiştir bu.   

       Evet, Ece Ayhan’ı sevmiyorum, sırf bu yüzden belki de, sırf kendi gibi eşcinsel şairleri hemencecik görüp taltif etmesinden. Bir eşcinsel bir eşcinseli ilk bakışta tanırmış, filan. Ece Ayhan’ın hayranlarının da gizli birer eşcinsel ya da ruhen eşcinsel olduğundan şüpheleniyorum. Ne yapabilirim ki, İstanbul’da yaşasam da son derece doğuluyum ve ataerkil bir aileden gelmekteyim. Bir erkek kadını sever, dedelerimizden bakacak olursak dünyaya, aynı anda birkaç kadını. Ne ki, biz Batılı toplum oluyoruz, bizde de bakın eşcinsel sanatkârlar çıkmaya başladı, bakın, kendilerini hiç mi hiç gizlemeden açık ediyorlar, bakın onlara kimse bir şey demiyor, şimdiden legalleştiler, bakın onların kitapları en büyük yayınevlerinde çıkıyor. Bakın şu dava adamının eseri kenarda kalmış ha ha ha, bakın şu Batı düşmanının esamesi bile anılmıyor, kendi kendine üç beş kişiye nutuk çekmesine bakmayın, ama bakın biz de artık sizin gibi dişi-leş-en toplumlardanız, bakın artık erkek olmak gitgide aşağılık bir şey oluyor, eşcinsellik değer kazanıyor.      
       Eşcinsel olup olmadıkları tartışılıp duran Rimbaud ve Oscar Wilde gibi şairler ise sanki durumlarına açıklık getirmedikleri için taşlanırlar. Hem gelenekçiler hem de her şeye açık olmayı aydınlık sanan modernistler, bu iki ismi hiçbir şekilde sevmezler. Eğer dedikleri gibi farklı cinsel temayülleri varsa bu iki ismin hiçbir tercihte bulunmayıp sınavı başarıyla geçtiklerini düşünüyorum. Eserleri bana bunu söylüyor.   
       Sanatkâr artık parasızlıkla değil ahlaksızlıkla imtihan ediliyor. Benden söylemesi, ey çağımın züppeleri, kalıcılığın mayası ahlaktır.

       Zafer Acar 

Yorum Gönder

0 Yorumlar