Ali Çolak'ın 29 Aralık'ta "Zaman"da yayımlanan şiir merkezli lirik denemesini alıntılıyoruz:
 
YAŞASIN SEFALET
 
Çok değil, bundan yirmi yıl kadar önce, orta halli bir kitapçıya gittiğinizde, hatırı sayılır bir şiir rafıyla karşılaşırdınız. Bu raflarda sadece yeni çıkmış kitaplar değil, yıllar önce basılmış, artık yeni basımı yapılmayan şiir kitaplarını da bulabilirdiniz. İz süren bir şiir okuru için bulunmaz nimetti bunlar. Ki o zamanlar, usta bir şairin şiir kitabı yayımlandığında, küçük çaplı bir ‘olay’ olurdu. Kahvede, vapurda, yolda, lokantada konuşulurdu kitap. Lehinde, aleyhinde yazılırdı. Bazen kavgalar bile yaşanırdı, ne güzel olurdu… Demek ki, şiir ciddiye alınır, hatırı sayılırdı.
       Geçen yirmi yılda çok şey değişti. Kitapçılardaki şiir rafları git gide küçüldü. Kimilerinde tümden yok oldu. Artık en büyük kitabevi zincirlerinde bile bir şiir okurunu mutlu edecek genişlikte şiir rafı yok. “Var” derseniz, içeriğine bakın derim ben. Geçen hafta sonu, o büyük kitapçılardan birine gittim ve bir tek raftan oluşan şiir bölümünün önünde durdum. Kupkuruydu! Sergilenenler, radyolarda şiir “yorumlayan” arkadaşların kitaplarıydı. Sonra her zaman popüler olan Attila İlhan, Can Yücel, Nazım Hikmet, Özdemir Asaf kitapları… Üç aşağı, beş yukarı böyle… Mesela, bugün ülkemizin yaşayan en önemli şairlerinden birinin, Hilmi Yavuz’un yakın zaman önce çıkmış “Yara Şiirleri” kitabı yoktu. Yahut yıl içinde yayımlanmış birçok iyi şiir kitabının hiçbiri bulunmuyordu raflarda. Tabii, beş-on yıl öncenin kitaplarını yahut Anadolu’nun herhangi bir şehrinde, bir şairin “kendi yayını” olarak okura ulaşmış şiir kitabını aramanın bir anlamı olamazdı orada!
       Başka medeni bir memlekette, ülkenin yaşayan en büyük şairlerinden birinin, 5 yıl aradan sonra yayımlanmış bir kitabı, kitabevlerinin vitrinine konur, en azından “şiir bölümü”nde bulunur. Bizde, vitrinleri üçüncü sınıf çeviri romanlar dolduruyor. Yayıncılar bu durumu nasıl içlerine sindiriyor? Kitabevi sahipleri, yöneticileri, vitrinlerini süsleyen niteliksiz kitaplar için “halk bunu istiyor” savunmasıyla yetinebilirler mi? Bununla kendilerini affettirebilirler mi? Bu sorulara cevap bulamamak, insanı kederlendiriyor.
       Kitabevleri artık romanların. Şiir, öykü, deneme, gezi, anı, biyografi… bütün bütün geri çekiliyor. Yayınevleri romandan başka hiçbir türün kitaplarını gururla sunmuyor, reklam etmiyor onları. Kitap eklerindeki reklamlarda, billboardlarda, vitrinlerde, rafların ön sırasında hep roman. Varsa yoksa roman! Nitelik, konu, dil önemli değil. Roman olması yeterli. Oysa nice iyi öykü kitabı çıkıyor yıl içinde, nice şiir, biyografi, deneme... Yazık, doğmadan ölüyorlar. Yayıncı, kitapçı, elbirliğiyle öldürüyor onları. Okurun ilgi alanına bile giremeden.
       Göz göre göre birbirimizi aldatıyoruz, bile isteye sefalete mahkûm oluyoruz. Sözünü ettiğim kitabevi zincirinde hal böyleyken, onun alternatifi olması gereken bir başkasında durum nasıl dersiniz? Fakir, yetersiz, sığ, günübirlikçi… Büyük bir kültürel açlık içindeki gençliğin arayışlarına, ihtiyaçlarına cevap veremeyecek kadar yüzeysel ve tek kanatlı… “Türk edebiyatı” bölümündeki yazar sayısı yirmiyi-otuzu geçmiyor. Raflar, özetin özeti “klasik”lerle dolu. Edebiyatımızın, kültür dünyamızın temel kaynaklarından neredeyse hiçbirini bulmak mümkün değil. İçler acısı, tüyler ürpertici…
       Felaket tellallığı yapıyor değilim; yaşadığımız, felaketin ta kendisi. Hiçbir dönemde, kavramların içi bu kadar boşaltılmadı. Vurdumduymazlık, aymazlık bu kadar revaçta olmadı hiç. Kötüye, sıradana, sefâlete bu kadar kolay rıza gösterilmedi. Bir nesli kolaycılığa, bayağılığa mahkûm ediyoruz. Gençlerin beyni, üçüncü sınıf çeviri romanlarla uyuşuyor. Zevksizlik diz boyu. İşin kötüsü, herkes memnun halinden. Herkes bir şekilde ‘kazanıyor’. Hal böyleyken, güzel Türkçeden, dil zevkinden, nitelikli edebiyattan söz etmek ne kadar gülünç!

Alıntılayan: Tetikçi


Yorum Gönder

0 Yorumlar