ZAFER ACAR
NOTSÖZ
Afet’e yazdığım bazı mektupları, roman karakterlerinden yazar Ahmet Peyami, yersiz bir tasarrufta bulunarak Zafer Acar’ın “Suçsuzluğumu Affet” adlı romanından çıkarmış, dolayısıyla bazı yaşadıklarım puslu kalmış, okurun kafası karışmıştı. Şeffaflık adına, sözünü ettiğim mektupları tetkikçi blog’da yayımlıyorum.
KAHRAMAN YALIN
13.01.13
Vize sorularını hazırlamak için bilgisayarımın başına geçtim; ancak kafamdaki soruları cevaplamak daha çekici geldi bana, lakin konu sen olunca cevaplar bile birer soru kıymığına dönüşüyor, aklıma kirpiyi düşürüyor. Kirpi enteresan bir hayvan, bir pamuk bedende bunca ok nasıl barınır. Sen hayvanlardan en çok kirpiye benziyorsun, seni sevmek için elini uzatana bile zehirli oklarını batırıyorsun. Umarım bir daha karmaşa yaşamayız ve umarım sana yazmak zorunda kalmam. Kolay değil, derin duyuşlar içerisinden, bataklığa düşmüş kelimeleri gün yüzüne çıkarmak; enerji kalmıyor insanda Âfet.
Seninle
yaşamayı umduğum fakat yaşayamadığım aşktan ve dolayısıyla içine itildiğim
gerilimden, edebiyat tarihi için kayda değer bir şeyler çıkar diye düşünüyorum.
Biriken ve biriktikçe bana zarar veren fazlalık enerjiyi en geleneksel
yöntemle, yazarak üzerimden atmak, hatta yapabilirsem kalıcı metinler ortaya
koymak istiyorum. Elbette artık şiirlerim ve yazılarımla kendi yetiştirdiğim,
neredeyse yoktan var ettiğim kıymetli okurum, şairlerinin yaşadığı travmaları
merak edecektir; çünkü günümüz şiirinin aksine benim şiirimin izleğini büyük
oranda yaşadıklarım belirliyor, hayal ve fikir donanmasıyla şiirime giren
imgelerimin hemen hemen hepsi gerçeğin elinden çıkmaktadır, hem şiddetlidir hem
şefkatlidir, aynı anda iki şey birden olabilmektedir. Benim gibi, hem minicik
hem kocaman, hem sıradan hem olağanüstü, hem öğretim görevlisi hem şair.
Seninle ve senin gibi birçok kişiyle oturup kalkan Kahraman Yalın,
sosyalleşebilmek için hep bunlardan ilkini seçmiştir, rol yapmanın hayatın bir
gereği olduğunu daha yirmili yaşlarının başlarında bilmiştir. Yoksa benden daha
katı bir elitist veya daha büyük asosyal olamazdı, bu açıdan seni anlıyorum.
Şimdi dışarıdan bakanlar benim için aşırı sosyal diyebiliyor, bu aldanmanın
süreğinde bana çapkın vs. gibi yakıştırmalarda bulunabiliyor. Umurumda değil
kimse, önemli olan ben, kendi gözümde kimim, kendime saygı duyabiliyor muyum.
Benle ilgili bir benzetme yapacak olursam: Çarpma işleminin tam orta yerine
sıfır değerinde doğmuşum, etkisizliğimle herkesi etkileyen bir şair olmuşum.
İşte senin bütün değerlerin, artık şüphe ettiğim ruh güzelliğin, yaşlanmakta
olan bedensel görüntün pek mühim değil, neden önemli olmasın önemli önemli, ve
çirkinliğin, istisnasız her insanda bir parça bulunur bu, kabalığın benle
karşılaştığında bana dönüşüyor, temize çekiliyorlar.
Bıkıp
usanmadan yıllardır kendimi satır satır okumaktayım, her yeni şiirde, kitapta
ve her yeni aşkta kendi gizimin izlerine rastlamaktayım. Hayatıma giren herkesi
ve her nesneyi benim birer uzvum olarak görmekte, onları inceleyerek kendime
daha çok yaklaşmaktayım. Ara söz: Senin elindeki beni, herkeste bir parça ben
vardır, çekip alınca kısa bir zaman içerisinde hiçliğe karışacaksın, ama emin
ol, seni konu alan şu yazdıklarım bile geleceğe kalacaktır. Bu durumu
hemencecik minik aklınla megalomani olarak değerlendireceksin. 15 yıl evvel
böylesi sözlerimden dolayı beni eleştirseydin, sonuçta haklı çıkmasan da
çizgisellik gereği o an için haklı görünebilirdin. Artık bugün ölüp gitsem
dahi, kendimi tamamlayamamış da olsam, şiir tarihimiz, Kahraman Yalın’dan
bahsetmek zorunda kalacaktır. En azından T.S. Eliot’ın kuşaklar önerisine
dayanan fikre göre kendi kuşağımın önemli bir şairi olarak anılacağım kesin,
çünkü benden sonraki kuşağın şimdiden belirmeye başlayan yetenekli isimleri
benim elimden geçmekte. Onlara bile kalsa artık varım; onlar, beni çok sevdiğim
halkıma unutturmazlar. Bunlara megalomani ya da kibir değil, kendinin farkında
olmak denir, bu ise kesinlikle bir nitelik belirtisidir. Nice dehalar, kendi
farklılıklarından habersiz oldukları için bunalım dolu bir hayat yaşamış,
geride hiçbir şey bırakamadan ölüp gitmişlerdir. Onları gördüm, onlardan
olmamanın yollarını aradım, daha 13-14 yaşımdayken “insanlık için iyi şeyler
yapacağım” şeklinde karar verdim ve bu yaşlarda derinlikli okumalar yapıp
Malatya’daki kimi fikirsel hareketlerin içinde bulunarak siyasi ve edebi
anlamda bugünler için kendimi yetiştirdim. 20-30 yıllık, tabii ömrüm yeterse,
planlar yaptım ve programlı çalıştım. Tesadüf eseri var olmuş bir adam değilim,
anne karnıma bile kendi kararımla düştüm, annem ile babam bir bahaneydi,
kendimi kendi tırnaklarımla yarattım. Aynı zamanda sadece şair değilim,
yazdıklarımın şiir denilip geçilecek nitelikte metinler olmadığını
edebiyatımızın kulağına fısıldamış bulunmaktayım. Evet, ben 40 yıldır çıkmakta
olan bir derginin editörlerindenim, bu dergiden ne isimler çıkmıştır:
Akademisyen, dekan, rektör, siyasetçi veya şair, öykücü, romancı, köşe yazarı…
Camianın hem genç hem de benden önceki kuşağı, bunlar içerisinde 50’li 60’lı
yaşlarda olanlar dahi bulunmakta, benle tanışmak için özel çaba harcamış hatta
bunu yüzüme karşı da söylemişlerdir. Ama asla, iltifatlara kanıp da kibrin
küçültücü tuzağına düşmedim. Bu edebiyatçıların birçoğu, etki alanımda
bulunmaktadırlar; çünkü ben cesareti beline kuşanmış bir kahramanım, bir haklı
savaş ile yeni bir yol açmaktayım; Rus kakmalı sosyalist edebiyata, bizim
yerli-Müslüman bakışı oturtmak gayreti içerisindeyim; bu yola, zamanla sosyalistlerin
gireceğini şimdiden müjdelemek isterim; çünkü Batı toplumlarında sosyalizm
Hıristiyanlıktan kopamamıştır, halkını seven halkının dinini de sevmek
zorundadır Âfet, senin de kafan karışık bu konularda; sosyalistler, inançlı
insanları kendilerine çekmeye çalıştılar, önce Tanrı’yı inkâr edecek, sonra
sosyalist olacaksın. Sovyetler Birliği’nin dağılması ile yeryüzüne çiğ taneleri
gibi savrulan sosyalistlerin, materyalist inançsızlık nedeniyle emperyalizmin
eline düşmesi ne büyük acı paradokstur. İstanbul’da modern kılıklı ahlaksız
kadınların eline düştün, bari tuzaklarına düşme. Bunun için beşeri fikirlerin
ne menem şey olduğunu sana anlatmaya çalışıyorum. İnançlı bir kızsın, inancını
kaybetme, o yaltakçıların tatlı sözlerine kanma lütfen.
Rica
ederim Âfet, olamaz böyle bir şey, aklına bile getirme: Senin ayağına gelmemi,
uygun bir pabuç olmamı istiyorsun; bir şairin derisinden ayakkabı olamaz Âfet,
bilirsin Nesimi’nin derisi de kimsenin işine yaramadı, belki savaş davulu
olabilir, inletirdi meydanı. Küçüksem küçüğümdür, büyüksem büyüğümdür.
Küçüklüğümü anlatmaya devam edeyim: Yine bu ben, edebiyat odaklı bir vakfın
asıloğlanı durumundadır, vakıf benim auramla kendini restorize etmek arzusunda.
Ben, ulusal bir gazetenin düşünce sayfasını okunur kılan önemli köşe-yazarıyım.
Ben, şiire yeni bir dil getirdiği söylenen, edebiyat çetelerince kıskanılan ve
yerli yersiz saldırılan şairim ve en merkezi dergilerde çoğu kapaktan olmak
üzere onlarca etkili makale-deneme yayımlamış, daha 23-24’ünde, 70’ini aşmış, edebiyat
içerisinde birçoklarınca üstat kabul edilen Halim Selçuk’la polemik yaşamış,
aylar sürecek önemli bir tartışmayı başlatmış eleştirmenim. Bak, bu arada,
unutulmaya yüz tutmuş mektup türünün yeniden yaratıcısıyım. Tam bir erkek
yazarım, kalemim kime ve neye değse orada bir canlanma gerçekleşiyor. Elbette
sen bunların bazılarını biliyorsun, ama birazcık detaya girmek istedim.
Maddi
değerimi mi merak ediyorsun: Yüzüm kızararak anlatacağım bunları sana. Paha
biçilmez bir sanatkârın eserlerine, ama yine de 2-3 dakikalık şiir okumam, 10
dakikalık konuşma yapmam ya da ufacık bir jürilik için bir maaş civarında telif
ödemekteler bana. Kürsüde gayet iyiyim, gittikçe aranan hatip olmamam için
hiçbir neden yok. Bu yönümü de yeni yeni keşfediyorum. Tanınmış birçok
profesörün ve yazarın yer aldığı Ahmet Haşim Sempozyumunun en genç
konuşmacısıydım ve konuşmamın çok beğenildiğinin de sonradan haberini aldım;
evet, acemiliğimin bir getirisi olarak konuşmama çok iyi hazırlanmıştım, bana
en yakın yaştaki arkadaşsa 40’ını aşmıştı. İnan ki, bu tarz teklifleri yıllarca
reddettim ve hâlâ da her davete katılmamaktayım. Yıldız olma niyetim yok, bana
gizli kahramanlık daha şık görünüyor. Bu katılımları yeniden daha da azaltmayı
düşünmekteyim. Sanırım şöhret ve parayı pek sevmiyor ya da umursamıyorum.
Dünyadaki maddi ağırlığım şimdilik bu; fakat ahiretteki manevi ağırlığımı
gözden kaçırdığımı da sanma, işte ben, paranın manevi ağırlığımı
hafifletmesinden korkuyorum. İleriki yıllarda, pahamla birlikte korkularım da
artacak. Ulusal dergi ve gazetelerin kültür sayfalarında sırf düşmanlarının
inadına; ün umurumda değildir; boy boy fotoğraflarıyla söyleşileri yayımlanan,
haber-kültür sitelerinde yaptığı ciddi işler ve yeni yaklaşımları ile çok defa
gündeme gelen ve en fazla ziyaret edilen, ulusal tv’lere çıkan, birçok programı
geri çevirmiştim, çünkü birazcık da teknolojiden ürkmekteydim, bunu yıkmayı
başardım sonunda, daha geçen hafta TRT1 için yaklaşık 40 dakikalık röportaj
verdim , son şiir kitabı nedeniyle Cumhurbaşkanı tarafından tebrik edilen
Kahraman Yalın kim mi oluyor. Birçok bakan tek telefon, başbakan ve
cumhurbaşkanı iki telefon uzağımdadır. Bunlar çok da abartılacak şeyler değil
benim dünyamda, hatta iktidarı temsil eder ve sanatkâr için tehlikeli demektir.
Hem sınadım da makam mevki sahibi bazı siyasileri, gençlik için onlardan destek
istedim, kıllarını kıpırdatmadılar. Laftadır onların bütün icraatları, peynir
gemisi yürütme uzmanlarıdır onlar. Ama hayatlarını milletine vakfetmiş adamlar,
iş yaparlar, işin adını bile anmazlar, toplumun içerisinden kimi görünmeden
deniz altılar gibi, kimi ise ölüm anı sessizliğiyle gemiler gibi geçer
giderler.
Onca
sohbet ettik seninle, sana bunların hangisini anlattım; çünkü bu maddi
göstergeler, bu geçici şeyler gerçekten tiksindiriyor beni, bu yazdıklarım da
öyle. Kitaplarımı çöpe atarak benden kurtulduğunu mu sanıyorsun, senin
hayranlıkla okuduğun birçok isim benim ahbabımdır, başka şair-yazarların
kitaplarında da benden izler bulacaksın, etkim çok geniş Âfet, benden
kopamayışın da benim etkimin büyüklüğünü sana ispatlamaya yetmez mi. Ve sen tüm
bunları bilmene rağmen beni aşağılayarak sordun, beni hayatı boyunca yatmış
sıradan insanların seviyesine indirgemek istercesine sordun: “Sen kimsin,
kendini ne zannediyorsun?” Ben bazı mecburiyetler dışında hiçbir zaman zanla
hareket etmedim. Annemden eminim, annemin beni doğurduğunu gören şahitler var,
ama babam konusunda böylesi bir durum mümkün değil, zanla baba diyorum. Ben
olmak için çok mücadele ettim. Birçokları gibi memur olduktan sonra keyif
yapmadım. Eğlenmeye ve eğlenirken de kirlenmeye vakit bulamadım. Akademinin ve
edebiyatın merkezine yerleşmiş kalın kafalı ve hantal ruhlu adamlardan kendime
ve yetenekli gençlere azıcık yer açabilmek için ne çetin mücadeleler verdim. 19
yaşımdayken “Mai ve Siyah”ı okumuş, “asla Ahmet Cemil’in kaderini
yaşamayacağım” demiştim. Sözümde durdum da. Hatan şu Âfet: Sen beni, daha evvel
taşrada karşılaştığın, muhtemelen senin peşinden köpek gibi koşan küçük
dünyaların adamlarıyla karıştırdın. Öte yandan, o süründürdüğün kişilerin de âhını
almışsın. Birilerini geçmişte fena üzmüşsün. Ben sana hiçbir şey yapmamışken
yoktan yere kendini, kendi ayaklarınla ezdin. Defalarca bana karşı duygu
patlamaları yaşadın, anlayışla karşıladım hırçınlığını, “küçük kız” diye içimden
sevdim seni. Hayatımda, hatta toplamda kimse senin bana ettiğin hakareti
etmedi. Kaba söz ve argonun yüzlercesini bilirim, bu konuda back-groundum gayet
kuvvetlidir. Biliyorsun bizim oraların mahalle kültürünü, yine de seni sözün en
hafifiyle incittim.
İniş
çıkışların hadsiz. Benimle arkadaş olmayı bile beceremedin; çünkü senin bana
ilk andaki yaklaşımın, farkında olsan da olmasan da arkadaşlığın ötesindeydi.
Yoksa, aynı şehirliydik, benim senden önce ne yaşadığım-yaşamadığım önemli
olmayacaktı. Benle ilk tartışmanın ve ilişkiyi kesmenin nedeni benim senden
evvel bir kadına şiir yazmamdı. Bu seni ilgilendirmemeliydi; ama bana aşktan
kaynaklanan, akıl dışı şiddetli tepkiler gösterdin, hissettiğin duyguları,
ahlakın ardına gizlemeye çalıştın. Bir sor bakalım kendine, şimdiye kadar hangi
arkadaşını onların özel hayatlarını inceledikten sonra seçtin. Ha bu evli, bu
boşanmış, bunla arkadaş olunur, onla olunmaz; bu, şu şehirli, oradan adam
çıkmaz; bu inançlı, şu inançsız gibi prensiplerle hareket ettiğini hiç
sanmıyorum. Bütün o sövüp saymaların, kırıp dökmelerinin ardında bana karşı
hissettiklerini gizleme çaban var.
Ne
oldu senin sanat ve sanatçı-severliğine, hastalık dönemindeki bir gay şaire
bakmayı düşünen kıza ne oldu, niçin beni bu denli kırdı. Ki sen değil miydin,
şiir kitabını okuyunca sana karşı saygım ve sevgim onlarca kat arttı diyen,
kitabında her şey var, ama kitabın tertemiz,
şiirlerinle birçok şairi gözümden düşürdün, diyen sen değil miydin. Bu
sözlerle beni, şiirden anladığına inandıran ve sana ilgimi daha da arttıran sen
değil miydin? Sonra tuttun kitaplarımı, gözlerimin önünde çöpe atmaya kalktın.
Ne denli beni incittiğini anlatamam. Bunları unutmakta zorlanıyorum,
unutacağımı da sanmıyorum. Şimdi diyorum, yoksa bu kız internet ortamında
hakkımda yazılan övgüleri okudu da oradakileri mi bana aktardı. Bazı zamanlar
saflık tutar beni. Bugünkü konuşmaların da yazık ki internet ortamındaki
isimsiz düşmanlarımın söyledikleriyle örtüşmekteydi. Biliyor musun, internet
üzerinden yapılan onca saldırıya rağmen, bir kişi dahi kendi ismiyle karşıma
çıkamadı.
Dün
ağladın, evet hüngür hüngür ağladın. Ben dahil herkes inandı annenin ameliyat
olacağına. Keşke anneni bu yalana alet etmeseydin, başka bir yalan uydursaydın.
Benim gözümde şu dünyanın en temiz insanları çocuklar ve annelerdir. Evet, ne
yazık ki okuyamadım durumu. Geçmiş olsun demek istedim sana, kaçtın benden;
safça mesaj attım, gerçekten hissederek: “Melekler çocukların, Allah annelerin
yanındadır, üzülme.” Ben kim miyim, işte ben böyle bir mesaj atacak kadar
duyarlı, saf inançlı biriyim. Belki inandığım gibi yaşayamıyorum, olsun, en
azından elimden geleni yapıyorum. İşte sen benim bu yönlerimi bile görmekte
zorlandın. Ağlamanın sebebinin benimle ilgili yaşadıkların olduğunu neden sonra
hissettim ve anladım. Evet, benle görüşmeme kararı almıştın, malum sebeplerden
dolayı, buna rağmen yanlış anlaşıldığımı ispatlamak için birkaç küçük girişimde
bulundum, olmadı, her zamanki kaba üslubunla tehdit ettin beni. Madem öyle
dedim ve mumdan kayığıma binip hüznüme geri çekildim. Ya sonra, ben senden
uzaklaştıkça, tuhaf bir şekilde bana yeniden yakınlık göstermeye başladın.
Kantinde bana gülümseyerek selam verdin, ben afalladım, senin sıcacık çay
tadındaki selamını dahi alamadım; ama sevindim, derken biliyorsun, telefonla
seni yokladım, döndün bana, telefonla görüştük, geçen 10 gün içerisinde kafanın
karışık olduğunu, bana dargınlığının geçtiğini söyledin. Ben, içimdeki
onarılması zor kırılmışlıkla ve oyun içerisinde oyun, sanki saklambaç oynar
gibi yeniden sana döndüm. Dönüşümün adını bilmeden, sana bırakarak; çünkü bütün
bunların sebebi sen değildin, bir başkasıydı. Artık bugünden sonra o ötekinin
önemi kalmadı. Sen kendi aklınla hareket etmemeye yeminlisin gibi. En başından
beri beni, en cahil insanların yapacağı bir şekilde çevrendekilerin hakkımda
dediklerine kulak vererek değerlendirmektesin. Yok benim psikolojim bozukmuş;
bu sözünden bıktım artık, açıklayayım sana, edebiyat çevresindeki en yakın
dostlarımdan biri psikiyatrdır, doçent doktor, onunla her türlü sıkıntımı
konuşuyorum, bana gerektiğinde yol gösteriyor, bu hususta rahat ol, bence
kendinle ilgili önlem al; yok öğrenciler benim hasta olduğumu düşünüyormuş,
öğrencilerle hakkımda böyle şeyler konuşmuş olmana da inanamıyorum, dönemin
başlarında dememiş miydin, “öğrencilerin en çok sevdiği iki hocadan birisin”.
Arkadaş olarak beni sana önermişlerdi hani. Neyse, muhtemelen sözle haşladığım
öğrencilere denk gelmişsindir. “Kahraman oğlum, bu paragraf son günlerde
yaşadıkların kadar sıradan ve sıkıcı” demeden edemiyorum. Eeee telefon
görüşmesinden sonra ne oldu: Hanfendi hıncını çıkaramamış benden, güya
barıştığımız halde telefon numaram hâlâ meşgule düşüyor, engellenmiş. Yazık.
Kendimi ne konuma düşmüş olarak düşünmem gerekiyor bu durumda: Telefon sapığı.
Ya yaptıklarının anlamını algılamakta acizsin ya da düşünmeden hareket
ediyorsun. Benle hem görüşeceksin hem görüşmeyeceksin. To be or not to be yani.
Kendini değere bindirmek, bir erkeği peşinden koşturmak arzusunda olduğunu
düşünmek bile istemiyorum. Bu arada mail adresin çok anlamlı: yağmur.nazlı:
bence de nazlı büyütülmüşsün. Ben de öyle büyütüldüm. İşte gördüğün gibi
çarpıştık da. Fazla naz usandırıyor insanı. Ağladın: Çünkü seninle oturup
konuşmak, gezmek istediğim halde numaramı hâlâ engellenmiş konumunda tuttuğun
için sana mesafe koydum. Evet, bunu bilerek yaptım. Dün canım sıkkın olduğu
halde, sen geldiğinde inadına neşeliymiş gibi göründüm. O an aklından geçenleri
görebiliyordum. Ağladın. Ben, emin ol sevinmedim, üzüldüm, üzüldüm, üzüldüm.
Neden üzülmüşsem.
Üniversitenin
ilk günleri neşeliydin, benimle deliler gibi gezdin gece yarılarına kadar,
eğlendin, bana çattın, yer yer emirler verdin, yaşadığın nadir güzel günlerden
birkaçını geçirdin benimle. Ben de mutlanmışım ki her şeye rağmen sana bunca
şey yazıyorum. Geçen hafta Yeni Şafak’ta yakın arkadaşım Ahmet Peyami’nin bir
söyleşisine rast geldim: “ ‘Retorik’ adlı kitabında Aristoteles, ‘Beden,
otuzundan otuz beşine kadar, zihin yaklaşık otuz dokuzuna kadar en olgun
çağındadır.’ şeklinde benim de önemsediğim bir saptamada bulunur. Şuan 33
yaşımdayım, zamanımı dolu dolu geçirmeye çalışıyorum. Yaş ilerledikçe enerjimin
azalacağını bilmekteyim, bu yüzden çok gecikmeden geride dişe dokunur eserler
bırakma gayesi ve çabası içerisindeyim.” Harfiyen arkadaşıma katılıyorum.
Söyledim sana, tam iki kutsal ay senin yüzünden istediğim verimlilikte geçmedi.
Neyse, kader diyip kendimi teskin etmekten başka yolum yok. Halbuki senle
birlikte olmayı, edebiyat, şiir konuşmak adına arzulamıştım, yazdıklarımı güya
ilk senle paylaşacaktım; naif sesin ve kibar konuşman beni ne çok kamçılamıştı.
Şimdi o ses, durmaksızın bana hakaretler yağdırıyor, somut anlamda hiçbir
kabahatim olmadığı halde. Sevgi ile nefret arasında gidiş gelişler yapan bir
ses.
Sadece
ortada, savaşım veren şiddetli duygular var bence. Bakalım, kim kazanacak, kim
kaybedecek. Oyun ne zaman bitecek.
KALBİ
DOLU BAĞRI BOŞSA
Hayatımda
ciddi maneviyatlar yaşadım, Allah’ın eli en zor ânlarımda üzerimde olmuş, fıtratım
üzere kalabilmem için beni çoğu kez pislikten uzak tutmuştur, yaşadığım
olağanüstülüklerden dolayı söylüyorum bunları. İlk başlarda senden gül kokusu
aldığımı ve seni kendime yakın bulduğumu söyleyebilirim. Hayatımda ikinci defa
bir kadından gül kokusu almıştım; artık o koku benden uzakta, biliyorum. Evet,
bazen o ele rağmen bildiğimden şaşmadım, kader kılığında karşımıza çıkan
Tanrı’ya karşı bile inat ettiğim olmuştur, o, beni küçüklüğüme verip
affetmiştir. Günah ânlarımda insan olduğumu, zayıf ve kusurlu olmanın
görkemiyle donandığımı görüyor, tövbenin tunç kapılarını zorluyor, Allah’ımla
sohbet etme şerefine erişiyorum; ancak hayatım boyunca büyük yanılgılara,
günahlara yüz vermedim. Gaylerin, lezbiyenlerin, oğlancıların vb. birçok cinsel
sapkınlıkların başını alıp gittiği bir dünyada birbirini seven, cinsel tatmin
için değil, kadın ile erkeğin belli sınırlar içersinde yakınlaşmaları, sağlık
adına artık bir gereklilikmiş gibi geliyor bana. Haram, özellikle kul hakkı
yemek, adam öldürmek gibi affedilemez suçlar ile bir tutamayız, aşkın o
hırpalayıcı ve kutsal çekim gücüne yenik düşmeyi.
Meselâ
edebiyatta şuan geldiğim noktayı 15 yıl önce rüya yoluyla görmüş ve muhabbetini
çok sevdiğim ablama anlatmıştım o rüyayı, geçen gün telefonda bana ablam
hatırlattı. Şiirlerimde de ilahi bir boyut olduğunu dikkatli okuyucu görmekte
zorlanmayacaktır. Yazılması imkânsıza yakın ve benim boyumu kat be kat aşan
mısralar var orada, onları bana ait göremiyorum, insanüstü şeyler gibi geliyor
bana onlar. Babam bir defasında bana adeta beş dakika sonra ölecekmiş gibi
bakmıştı, onun yakın zamanda öleceğini hissetmiş ve anneme söylemiştim. Üç ay
sonra trafik kazasında hayatını kaybetti babacığım. Şimdi düşünüyorum da babam
haklıymış, üç ay ile beş dakika arasında hiçbir fark yokmuş. Ve başka başka
şeyler. Ben kâhin filan değilim, tahminim sadece duyuşu yüksek biriyim, sarsıcı
olayların etkileri beni önceden gelip buluyor. İnan ki bunlar övünülesi şeyler
değil, beni yıllarca yıprattı, kendime son birkaç yıldır alıştım, desem yalan
olmaz.
Aşağıdaki
mısralar, başıma ilk defa gelmeyen ve biliyorum ki son da olmayacak bir
ferasetin eskizidir.
“söyleyin
şu masum beyit adına kafiye redif adına
rahmetli
aruz hece adına
ben
kendimi hangi marka çikolatayla sunayım şu güzel kadına
Aşk taşımaktayım içimde, sanırım bu
duygu ölene kadar var olacak. “Edebiyata Dair”de pirimiz Yahya Kemal, boşuna
dememiş: “Şiir aşktır.” diye. İlginç bir şey, hayatımda kimse yokken bile aşk
şiiri yazabilmekteyim. Yukarıdaki mısralar da öyle. Dikkat edersen şair,
suçsuzluğunu ispat edebilmek için, kendine en yakın bulduğu kişilerden: Beyit,
kafiye, redif, aruz, hece yardım istiyor, çünkü ona yaratıcısından beklediği
yardım gelmemiştir. Tatlı sözler ve davranışlarla kadına yaklaşmış, kadının
kalbini yeniden kazanabilmek adına elinden gelen her şeyi yapmış, şiirin arka
planındaki yaşantıya geçiyorum, fakat kadın klasik maşuk edası ve alışıldık
sözlerle erkeği terslemiş; tek bir mantıklı, ikna edici ve açıklayıcı cümle
kuramamıştır. Çünkü erkek, -kek yapım eki sadece erkek ile eşek göstergelerine
gelir, erken bir doğumla ilan-ı aşkta bulunmak mecburiyetinde kalmış,
reddedilmeyi hak edecek hata yapmamıştır ve üstelik bütünen büyüktür. Bu büyük
aşkı fark eden, erkeği elde edememiş kıskanç kadın, bütün klasik aşk hikâyelerinde
olduğu gibi araya girmiştir. Böylece anlatılardaki iskeletin ayniliği konusunda
Rus Biçimbilimciler haklı çıkmıştır.
Hayatımızda
iz bırakan kişilerle doğmadan evvelki yaşamımızda da birlikte olduğumuza ve bir
şeyler paylaştığımıza kuvvetle inanmaktayım. Nereden ve niçin geldik? sorunsalı
üzerine çok düşünmüşümdür, belki 3-4 yaşımdan beri. Bu konuyla bağlantılı
olarak zaman kavramını irdeledim ve bu konu üzerine yoğunlaşmış filozofları
okudum. Vardığım sonuç, kimi yerde onlarla örtüşse de özde farklıydı: Evet,
Bergson’un vurguladığı gibi zaman bir bütündü, fakat algılamamızı kolaylaştıran
sözde adlandırmaları kullanacak olursak; geleceğin, şimdiyi ve geçmişi
etkileyebileceği ve aynı zamanda şimdiki zamanda yaşayan bizlerin, geleceği ve
az da olsa geçmişi etkileyebileceği fikrine ulaştım. Bunu, Musa ile Hızır’ın
yolculuğundan yola çıkarak örneklerle anlatmaya çalıştım. Kitab-ı Mukaddes’te
bizi gerçeğe ulaştıracak birçok gizin bulunduğunu düşünüyorum. Yunan felsefesi,
savaşları efsaneleştirerek anlatan Homeros’a çok şey borçludur. Batılılar
Tevrat’tan, İncil’den yola çıkarak felsefe üretmekteler. Bizler Kur’an’a kör
kalmayı aydınlık sanmışız nedense.
Biz
doğmadan evvel de bir şeyler yaşadık ve bu yüzden sen gelmeden ben yukarıdaki
mısraları yazmış bulundum. İşte şimdi bana psikolojin bozuk, sen hastasın deme
hakkın doğdu. Evet, psikolojim Sokrates’in, Goethe’nin, Kierkegaard’ın
psikolojisi kadar bozuk, ama olsun seviyorum böylesine bozuk psikolojiyi;
çünkü herkesin gözsüz olduğu bir yerde gözlerin varsa ve olayların-nesnelerin
iç yüzünü görebiliyorsan asıl kör sensindir. Ama ben yığınlar karşısında yılıp
da gözlerini çıkaracak ödleklerden değilim. Aksine gözlerimin artması için
savaşmaktayım, daha güzel ve bilge gözleri olanların gözlerine el koymaktayım.
Adım Kahraman, savaşmak benim kaderim. Söylemiştim bir yerlerde, ama nerede:
“Kaderimi alıp bağrıma basıyorum.” Ne yapabilir ki insan başka, kalbi dolu
bağrı boşsa.
07 Nisan
Bizi, pardon seni ve beni, "biz" bir dostluk ifadesidir çünkü, bu noktaya taşıyan Azra idi. Nermin ve diğer dedikoducular yaşadığımız trajedinin tuzu biberi oldu. Zaten şairdim, eleştirmen filandım, zaten yaşadıklarımı çoğu oranda yazıyordum: Dergilerde, kitaplarda vs. sayenizde Hanfendi, bir özel hayatım kalmadı, durumdan haberim yoktu, ama aylardan sonra kendimden dünyaya çıktım, baktım ki dedikodular başını alıp gitmiş. Eh ne yapalım, pek de özel olmayan Azra ile aramızdaki özel yazışmalarımı ayniyle sana göndermemin bir sakıncası kalmamış artık.
"Karmasarmaşık"
adlı öykü, onun psikolojisini olduğu gibi ele veriyor. Hem sevgili
melek-arkadaşının öykülerini de okumuş olursun. Sen fakülteye gelene dek onunla
ilişkimizin boyutu buydu.
Bana
karşı, Azra’nın sana anlattıklarını tekzip eden metinler bunlar, zannımca
tabii.
08
Nisan
dosyam ekte, peki sen neredesin Âfet.
Nasıl da buram buram sen kokuyor mektubun, internet ortamından kokulu mektup gönderildiğini görmemiştim hiç. Allah sana ruh değil de duygu üflemiş sanki, anlam silikleşiyor mektubunda, kalpler kelebekler gibi uçuşuyor, onları içimin gözleriyle görebiliyorum, kelebek işte, senin gibi zikzaklar çizen kelebek işte, takip edilmesi zor kelebek işte. Böyle yazmaya saatlerce devam edebilirim, ama reel dünya buna pek uygun değil; gerçeklerin dalı budağı gözüme giriyor çünkü, hayalimin sırtından inmeliyim, ne yapabilirim, şiir gibiyim, dengim yok bu dünyada, ayaklarım yere basmalı, reel dünya.
Farkında
değilsin belki ama beni sürekli gündeminde tutuyorsun, üzücü bir durum bu,
üniversitenin başından beri travmatik davranmaktasın, psikolojinin pek iyi
olmadığını bloğunda okuduğum ağlak metinlerinden yola çıkarak daha ilk
görüştüğümüz gün sana söylemiştim. Metinleri psiko-analiz yöntemle okumayı da
biliyorum, ama pek doğru bulmuyorum, imgesel ve kurgusal yaratılarda isabetli
tahminlerde bulunmak öyle kolay değil, gerçi senin metinlerde imge kırıntıları
bile yoktu, bu yüzden rahatlıkla psikolojin konusunda tespitte bulundum. J.
Derrida’nın yapısökümcü (deconstraction) tekniğini yazına uygulayıp seni
rencide etmek istemedim, fena hırpalayıcı bir zekâm ve dilim var yoksa,
yazdıklarının anlamsal ve duygusal izleği, yani altmetni, hiç mi hiç üstmetinle
örtüşmüyor, paradoksun tanımısın adeta. Meselâ hayvan olduğumdan, ağzımdan
salyaların aktığından, iğrençliğimden söz ediyorsun; güzel kız, bu
göstergelerin hiçbirinin altı dolu değil, hiçbiri senden hissedilerek çıkmıyor,
bu yüzden bu sözlerinden alınmıyorum, çünkü ilk gençlik yıllarında kızların
diline pelesenk olan jargonlardan bunlar. Metninde senin kimliğine bürünmüş
cümleler de var, işte o cümleler beni sarstı ve yazmaya itti. Niçin intihar
etmeye kalkar ki bir kız, bir erkek yüzünden, hele de tertemizse bu kız. Âfet,
bunun cevabı aşikâr. İşin pek zor Âfet, sözü uzatarak anlatayım sana: Cahiliye
dönemi Araplarını okuyanlar bilir, senin okuduğuna ihtimal bile vermiyorum, o
zamanların Arap yarımadasında kadın, sokaktaki köpekten farklı değilmiş,
İslamiyet’le değer kazanmış, bir Arap erkeği, sokakta rastladığı herhangi bir
kadını tenhada ayaküstü iğfal edip hiçbir şey olmamış gibi yoluna devam
edermiş, evlenirken de gelin adayında bakirelik (virjin) aranmazmış; bakirelik
Hıristiyanlıkla daha bir kutsiyet arz eder olmuş ve diğer dinleri de bu açıdan
etkilemiş. Türklerin de kadına önem verdiğini zaten biliyorsundur. İşte
cahiliye dönemi Arap muhayyilesinin ürünü Leyla vü Mecnun hikâyesine de zamanla
İslami unsurlar sinmiştir. Türk edebiyatında onlarca örneğiyle karşılaştığımız
bu hikâyenin İslamiyet’le birlikte Türkleştiği de bir gerçek. Mecnun’un
Leyla’dan ilahi aşka ulaşmasını, bin yıllardır inanılageldiği üzere, onun
Leyla’ya sahip olamaması ve bu nedenle türlü cefalar çekmesine
bağlayamayacağım. Zihnim bu mantıksızlığı kabullenmekte zorlanıyor. Çünkü
hikâyeye göre, Leyla ile Mecnun ilk gençlik yıllarına dek aynı mektebe gitmiş,
gizli gizli buluşmuşlar, çöl iklimi kızlarının dokuz yaşında ergen olduğu ise
biyolojik bir gerçek, eeee, cahiliye dönemi Arapları zaten bakireliği
önemsemiyor, o halde Leyla ile Mecnun’un cinsel münasebette bulunmadığını
söylemek mantık dışıdır; ama unutturulamayacak bu hikâyeyi şairlerin eliyle
İslam zihni temize çekmiş, yeniden üretmiştir; ahlaki bir tutum bu, fakat
tarihi gerçekliği atlamamıza da neden olmamalı Âfet. Mecnun, Leyla ile birlikte
oldu ve Leyla’da umduğunu bulamadı, gerçek aşk uğruna çöllere düştü. Yoksa
hikâyede olduğu gibi, Leyla, Mecnun’u çölde bulacak ve onun olmak isteyecek,
bizim, aşkından aklını kaçıran Mecnun da kızı elinin tersiyle itecek, yok öyle
bir şey, yani Mecnun, üstelik deli (cünun), kızı yer yutardı vallahi. Kur’an’da
bir insan gerçeği var: Yusuf, kendine arzuyla yaklaşan Züleyha’yı bir peygamber
olduğu halde reddedememişti: “Andolsun ki, kadın ona meyletti. Eğer Rabbinin
işaret ve ikazını görmeseydi o da kadına meyletmişti. İşte böylece biz, kötülük
ve fuhşu ondan uzaklaştırmak için delilimizi gösterdik. Şüphesiz o ihlâslı
kullarımızdandı.” (Yusuf, 24) Ferhat ile Şirin, Kerem ile Aslı hikayelerindeki
aşıklar sevdikleri kızlardan ilahi aşka geçememiş, kavuşup da tadamadıkları
sevgililerini gözlerinde büyütmüş, Tanrı için terk edememişlerdir. Mecnun öyle
değil elbette. Giysiler içindeki kadın her zaman için idealize edilmeye daha
müsaittir. Çıplaklık, beşeri aşkın düşmanı, gerçek (ilahi) aşkın dostudur.
Ferhat boğulmuş, Kerem yanmıştır, Tanrı için mi, hayır, Şirin ve Aslı için.
Mecnun, Leyla’dan dolayı değil, Tanrı aşkından aklını yitirmiştir. Biz,
birbirimizin olmadan, atlatamayacağız bu aşkı Âfet.
Minicik
de olsa ben, şöyle düşünüyorum: Bu kız, beni kendine aşık etmek istedi
herhalde, kendisiyle ilgilenilmesinden hoşlanıyor, tamam aşık olabilirdim,
belki de oldum, ama bunu sana söylemeyeceğim, belki benden önce yaşadığı
yıpratıcı aşkların intikamını benden almaya çalışacak, beni süründürecek,
halime bakıp gülecek, dans edip eğlenecek, özgüvenini yenileyecek... Hatırla.
Sigara-çay içmek için Hazapolo’ya gitmeye karar vermiştik, Galatasaray Meydanındaki
büfeden, beş altı çakmağı ışığa tutup incelemiş, özellikle pembe renkli olanını
seçmiş, bir de sigara almıştın. Ayrılırken de ısrarla, hâlâ çantamda taşıdığım
çakmağı bana hediye etmiştin, arada bir sigara içtiğimde kullanıyorum. O
çakmağın içinde meğer iki tane kalp varmış, ben neden sonra, iki ay evvel bunun
farkına vardım. İşte ben bu kadar dikkatsizim. Yazdığım şiirleri bile nasıl
yazdığımı bilmiyorum, dikkatsizim. Çakmak, beni çarptı, dikkatsizim. Sigara
gibi yaktı, dikkatsizim. Şimdi boş boş tütüyorum, dünyanın kül tablasında,
dikkatsizim. Eğer bu niyet okumalarım doğruysa, umarım yanılıyorumdur, bir
kısmını başardın. Kutlarım seni.
Üniversitenin
ilk haftası, cuma akşamı, telefonla yaklaşık bir buçuk saatlik konuşma
yapmıştık, ben, son çare, seni sevdiğimi, ileriye dönük ciddi düşünebileceğimi,
evlilik yoluna bile girebileceğimi söyledim. Olabilir ilk görüşte aşk diye bir
şey de var, Doğu kabalığı değil bu, yanlışsa düzelt, diğer gün geldin ve yine
gece yarılarına dek gezdik. Bu, senin beni sevdiğin anlamına gelmez elbet,
bunun farkındayım, lakin durup dururken Azra gibi bir kabus yüzünden beni terk
ettin, bir hafta sonra bana döndün, peki neden, senden hoşlanan, senle evlenmek
arzusu dahi taşıyan bir adama, alınma ama naif bir pişmanlıkla dönersin.
Burası, bence üzerinde durulması gereken bir sorunsal. Kabul ettim seni, çünkü
türlü hakaretine rağmen sana karşı hâlâ sevgi besliyordum, ya şimdi diye
soracak olursan, bunun cevabını ben de merak ediyorum. Pişman değilim, sevmenin
her ânı kutsal bir ayinden daha inanç kokuyor ve insana huzur veriyor. Kin
adamı değilim, benim işim aşkla, bilirsin nefretle şiir yazılmaz, ama öfkeyle
büyük şiirler yazmak mümkün. Şunu bil, o fakültede senin dışında kimse benim
umurumda değil; çünkü geldin, benim kaderime girdin, eylül ayından beri benim
dünyamdasın ve dünyamdan çıkmak istemiyorsun. Kalbinden ölesiye korkuyorsun,
aklına sarılıyorsun, ama akıl, kalp kadar sağlıklı çalışmaz. Kalp ile Allah;
akıl ile ise daha ziyade şeytan kardeştir. Seçimini gözden geçirmeni ümit
ediyorum.
Ne
yaptın, etrafına beni kötüledin, fakat benim anlattığın gibi biri olmadığımı
biliyorsun. Eee arkadaşlarına, Kahraman benden hoşlanıyor, beni telefonla
rahatsız ediyor, çapkının teki, pis, iğrenç, bulduğu her kadınla birlikte
oluyor gibi şeyler söyledin; ama benden kopamadın, aşk kaynaklı öfken yüzünden
kopamayacaksın gibi de görünüyor, öfke ile aşkın kalbin aynı yerinden
beslendiğine inanıyorum. Gel gör ki bu sözleri söyleyen bir kız, nasıl yeniden
Kahraman’la arkadaş, sevgili olacak, hem o, resmiyette evli, nasıl onu
sevebilir ki, kınarlar insanı değil mi. Sanırım sevmek, yalnızca benim gibi
cahil cesurların işi. Aşkta dünyanın en cahiliyim Âfet. Bilsen ki, o
arkadaşlarının hiç de umurunda değilsin, bilsen ki çok yakında onlar senin
başına daha ne çoraplar örecekler. O zaman, âh, Kahraman demişti, diyeceksin. Hani
Azra, melek gibi bir kızdı, dönemin başlarında onunla kol kola geziyordun, beni
sana yerip duruyordu, sonra ne oldu da düşman oldunuz birbirinize. Ne yaptı,
kocasının gözünde kendini temize çıkarmak için beni, güya ben onu tehdit
ediyormuşum vs. şeklinde emniyete şikâyet etti. Fakültede peşimden ayrılmayan o
kadın, karşıma cani gibi dikiliverdi.
Şunu
iyi bil ki, ben “Âfet’le yattım” gibi bir ifade kullanmadım ve kullanmam da,
benim kalbimden geçen kim olursa olsun benim için kutsaldır. Nermin’e niçin seni
ilgilendirmeyen her şeye burnunu sokuyorsun, ilişkimizin arasına girmeniz doğru
değil dedim. Seni kışkırtıyorlar cici kız. Ki söylemedim, söylemiş bile olsam
böylesine çirkin bir lafı sana taşımamalıydılar, bunu aklı başında kime
sorarsan sor, sana bu lafı getirenler art niyetli insanlardır, diyecektir. Sana
tek bir ölçüt sunuyorum Âfet: Allah’a inanmayanlara inanma. Evet, biliyorum,
modernite ile unutulmaya yüz tutmuş namus ve onur, bizim için hâlâ çok önemli.
Bu konuda seni incittiysem, senden özür diliyorum. Ama ben ta en başında sana
söylemiştim, korktuğumu sandın değil mi, hayır hayır korkmamıştım, seni
düşünmüştüm ve bu yüzden sana kızmış, biraz da sert çıkışmıştım, “şikâyette
bulunursan kendini rezil edersin” demiştim, hatırla. Sonuç ortada. Gittin, saf
saf, hakikaten safsın, dilekçe verdin, hem dekanlığa hem de emniyete, güya ben
seni rahatsız etmişim, cinsel tacizciymişim, ne yaptın kendini öyle, hiç yoktan
reklam ettin, herkesin zihnine birer pornografik afiş yapıştırdın, hâlâ
konuşuluyormuşuz, dava sürdükçe ve sonrasında da konuşulacağız. Kahraman
Yalın’ın hayat hikâyesine de girdin, edebiyat tarihçileri atlamaz böylesi
magazinel ayrıntıyı, nasıl anlatılacaksın bir düşün bakalım güzel kız. Umarım
ben anlatırım da temize çıkarırım seni, bunu ben bile başarmakta zorlanırım
gerçi. Bu iftiraları kabul edip köşeme mi çekilecektim, oradan, senin
pencerenden miskin biri gibi mi görünüyorum, yanılıyorsun, pencerenin camlarını
sil, öyle bak. Zihnim bıçak gibi keskindir, çocukluğumdan beri radikal işler. Bir
de, açığa alınan, tartışmalar yaşayan benim, cinsel tacizcilikle yaftalanmaya
çalışılan benim, sana ne oluyor da o kadar geriliyorsun, asıl istismar edilen,
beş kişi tarafından tacize uğrayan benim. Özellikle de sen ile Azra’nın iftira
kıskacında kaldım, hiçbiri dolu çıkmadı, çünkü haklı olan benim. İftirayı kolay
kolay kimse ispat edemez güzel kız. Toplumsal ve sanatsal mücadele veren,
düşünce üreten bir adama böylesine çirkin bir iftira atmaya kimsenin hakkı
yoktur. Ben barlarda, internet ortamında kız tavlamaya vakit ayıracak kadar
basit biri miyim, inan ki bu şairane konuşkanlığım ve entelektüel birikimim
ile, bu baskın kişilik ve karizmam ile hiç zorlanmam bu işlerde. Ama ben
bilinçli bir adamım, kendimi tüketecek işlere girişmem, zekâmı ve yeteneğimi
sonuna dek milletim için kullanacağım. Mal mülk, makam mevki gündemimde olan
şeyler değil, bu yüzden onlar da tıpış tıpış ayağıma gelecekler, biliyorum,
kendimi germiyorum. Eğer ömrüm el verirse, 30 yıl sonramı bile planlayarak
yaşıyorum. Kimse benim sicilimi kirletemeyecek, kendime bile izin vermiyorum bu
konuda. Tertemiz şiirlerle dolu bir defter gibi ölüp gitmeye ahdetmişim.
Sana,
şuanda Nermin ve muhtemelen bölüm başkanı psikolojik baskıda bulunuyor. Neymiş,
biz senin için uğraştık, sen nasıl davandan vazgeçersin, arkadaşlığa sığar mı,
her şey boşa çıkacak, Kahraman, haklılığını ispatlayarak fakülteye geri
dönecek, biz senin yüzünden rezil olacağız. Aslında en fazla da bu yüzden
davadan vazgeçmiyorsun. Bu bir sağlam kişilik ve irade göstergesi değil, kör
bir inat. Herkes kendi çıkarı için uğraşıyor, kendi arzularını gerçekleştirmeye
çalışıyor, Nermin bana karşı kininin esiri olmuş, bölüm başkanı ise otorite ile
despotluğu karıştırır halde. Kimler karşı çıkıyor, onlara prim vermiyorsa, işte
o kimleri bir bir fakülteden uzaklaştırmaya çalışıyorlar. 28 Şubat’ın
şahitlerindenim, böylesi tipleri çok iyi bilirim. Nermin dııııııııııııııııtlığı
sayesinde ödüllendiriliyor, benimse fakülteye üç beş dakika geç kalmam yüzünden
ifadem alınıyor. Asıl dert şuymuş: Ben, bölüm başkanını takmıyormuşum. Üstelik
bunları, çıkardığım fakülte dergisi ulusal nitelik kazanarak İstanbul
Üniversitesi tarafından doktora tezi yapıldığı yıl yaşıyorum, ne hoş taltif
ama. Lütfen Âfet, biraz da düşünce ağırlıklı kitaplar oku, çağının insanını
tanımaya çalış, evinden çık ve yaşa, gözlemde bulun, fotoğrafçılık yapıyorsun,
bir de insan ruhunun fotoğrafını çek. Modernistlere göre bir insanın sözünde
durması, Ortaçağ dogmatikliğiyle eş değer görülüyor ve saflıkla yorumlanıyor.
Onların gözünde kandırılmaya müsait birisin yalnızca. Evet, bir adamı haksız
yere açığa aldırmak, sana ve onlara çok basit geliyor, sadece öğretim görevlisi
maaşıyla geçinen biri olsam, düşün nasıl bir ekonomik ve psikolojik kriz
yaşardım, lütfen düşün, insanoğlunun düşünmesini birçok defa Kur’an da yineler;
en azından Kur’an’ın seslenişine kulak ver ve düşün. Ondan bundan duyduğun
laflara kanarak; Azra’dan ve Nermin’den duyduğun sözlerin %90’ı yalan, 10’u ise
abartılı; bana bunları yapmaya ne hakkın var. Seni Azra’nın lanetinden korumak
için, ona niçin bu tertemiz kızla uğraşıyorsun, onun kafasını karıştırmaya
hakkın yok demiştim. Seni kollamaya çalışmıştım, çünkü yaşını gerçekten 24-5
sanmıştım. Bizi, hem de iki hemşeriyi, iki şiir severi birbirine düşman etmeye
kimsenin gücü yetmemeliydi. Bunu başaramadılar benden yana, ama sen bir kurban
gibi onların önünde boynunu büktün. Karşında İbrahim yoktur Âfet, onların lanet
bıçağı senin incecik boynunu tek seferde keser. Halbuki, “İstanbul zor şehir”,
daha ilk günlerde “burada tek dostum sensin” demiştin bana, sığınmıştın, ama
gemileri değil limanı yaktın, güzel kız. Tek başınasın, bunu biliyorum, her
yönüyle biliyorum, çünkü bana birçok şey anlattın, anlatmadığın birçok şeyi de
adamlarıma araştırtıp öğrendim, yine de bu bilgileri aleyhine kullanmadım.
“Kullanmak” göstergesi dahi bana rahatsızlık veriyor. Seni gölgemden dahi
sakındım. Seni, senden de korumaya çalışıyorum, ama başaramıyorum.
Benden,
bana karşı yardım istiyorsun, bunu da yaparım sorun değil. Fakat niçin yapayım?
Bunun cevabını sen biliyor ve hissediyorsun, ama ısrarla benden duymak, yazılı
olarak görmek istiyorsun. Hayır, bunu ben, senin yaptığın gibi ancak hal
diliyle anlatabilirim. Yazışmalardaki ahlakî ilişkilere çok fazla güvenmiyorum
artık, her an yazanına karşı şahitlik yapabiliyor, ama hâl diline sonsuz imanım
var. Bunu, sayende öğrendim hoca hanım, bana çok şey öğrettin bu arada. İşte
senin kelimelerin ile (üst-metin), hal ve hareketlerin (alt ve en sahih metin)
arasında bir uyumsuzluk söz konusu. Travmatik durumunu, bence burada somut
olarak görebilirsin. Dilin, kalbin, aklın hâlinle uyum içerisinde olmalı. Yoksa
sonuç, kişisel kaos ve bunalıma çıkıyor, sadece müsebbibine değil masumlara da
zarar veriyor. İki kadın arasında kalan ben, paylaşılamayan erkek görüntüsü
veriyor. Güzel kızsın, eğer evvel zaman içinde iki erkek arasında kalmışlığın
olduysa durumu daha rahat anlarsın. Uzaktan, her erkeğin hoşuna gidebilecek bu
demir kokulu mengene hali, bana materyalistleri hatırlatıyor ve beni çileden
çıkarıyor.
Peki,
ben sana ne yaptım; yolunu mu kestim senin, evine baskında mı bulundum, silah
zoruyla mı benimle gezdin, yemek yedin, senden elektrik aldım dedin. Sana zaman
ayırdım, ek iş aradım, bunu başa kakmıyorum, beni fakülteye şikâyet etmenden
hemen bir gün sonra Nişantaşı’ndan etüt merkezinde çalışman için Sefa aradı,
üniversitenin ilk haftası senin numaranı The Marmara’dan telefon açıp ona
vermiştim, hatırlarsın, gerçi çabucak unutuyorsun ya her şeyi, seni yine
önerdim ona ve rahatsız olmaman adına benden bahis açmamasını rica ettim.
Bilinçaltının elektriklerini yak, buzdolabını aç bak, gardırobunu karıştır,
kirli çamaşır sepetini dök ortaya, halılarının altına bak, yokla, o ilk
haftalardaki bütün ağlamalarının sebebini ara. Seni, bana döndüğün halde,
numaramı engelli bölümünden kaldırmadığın için aramayışım ve görmezden gelişim
kahretti. İşte orada yanlış yaptım, taşma, kırılma noktasına geldiğini
hissettim, fakat, senden özür diliyorum, kızgınlık kaynaklı muzipliğime engel
olamadım, seni ağlatacak denli rahat davrandım, senin tabirinle azı dişlerimi
göstererek salyalarımı akıttım. Peki, asıl soru şu: Neden ağladın? Bunun
yanıtını kendine verebilsen hiçbir sorun kalmayacak. Israrcı davranıyormuşum
güya, Âfet, nerdeyse iki ay oldu, beni açığa aldırdın, karşına çıkmadım, sana
telefon açmadım, yüzümü bile unutturdum. Israrcı değilim ben Âfet, ısrarımla
karşılaşsan benim olmaktan başka çaren kalmaz. Senin gibi ben de, insanlardan,
daha da vahimi kadınlardan tiksinir oldum. Son yazdığım şiir kitabımda kıymetli
okurlarım, göreceklerdir bunun ve hal-i hazırda yaşadıklarımın acı
yankılanışını.
Söylemiştim,
dikkatsiz biriyim, toplantı günü bardağını yanlışlıkla kullanmışım, bunu
zannımca bilerek yaptığımı sandın, benden bardağı hınçla istedin ve masaya sert
bir şekilde koydun, ben olsam nefret ettiğim adamın çay içtiği bardağı çöpe
atardım, bir daha ağzıma vurmazdım, öyle yapmadın, öte yandan beni ziyarete
gelen kardeşimle sohbet etmişsin, bu ne anlama geliyor, ben olsam nefret
ettiğim bir adamın kardeşiyle sohbet etmezdim, benim gözümün önünde ve benim
tanıştırdığım öğrencim Cihat’a benden daha samimi davrandın, önemli değil,
Cihat da seni çok seviyor, ama buradan hangi mesajı almalıydım. Dönem boyunca
elinde topu topu üç dört kitap, birkaç dergi gördüm, ne tesadüftür ki bunlar,
milyonca kitap ve yüzlerce dergi arasından seçilmiş ve benim okuduklarımla
örtüşmüştü. Sadece edebiyat entelektüellerinin takip ettiği o dergi, Türkiye
çapında topu topu 300-400 satmakta. Hiçbir şey çıkarmadım bu durumdan, zevk ortaklığı
dedim ve kolaylıkla sıyrıldım. Ama Nermin’in fakültede onca arkadaşımın içinde
aileme ve bana ettiği hakaretleri engelleyemedim, orada değildim, iyi ki
değilmişim. Üstelik, sana da söylemiştim, ayrı yaşadığım, fakat daha tam
ayrılma kararı almadığım eşime bunları duyurmaya ne hakkınız vardı, onu hiçbir
şekilde incitmek istemiyordum, ama sizin yüzünüzden çok incindi ve aramızdaki
her şey hoş olmayan bir şekilde bitti. Tacize uğrayan, olayın içine ailesi
çekilen kim Âfet, yalnızca senin ailen mi değerli Âfet. Dönem arasında
kardeşimle konuşmuşsunuz, ona benle küs olduğunu, ilk iki ay benim yüzümden çok
kötü günler geçirdiğini, hiçbir şey yiyemediğini, yediklerini ise kustuğunu;
bunun bir zararı yok, hatta mide kasılır vücut titrer, bu titremeyle ruh azıcık
da olsa kirden arınır; söylemişsin, üzüldüm, o ara, senle barışmayı arzuladım.
Olmadı. Ortada ne bugünkü gibi iftiralar vardı, ne de mahkeme, soruşturma.
Âfet, neden o iki ay bunları yaşadın, lütfen kendin için sor kendine. İnsan,
birkaç e-mail ve birkaç karşılıklı mesajdan dolayı niçin olayı bu denli büyütür
ve biriyle adının çıkmasına sebebiyet verir. Eğer, benim peşimden biri koşsa ki
çok defa oldu, oluyor da, bunu övünç olarak görmüyorum, o kişiye beni sevdiği
için sempati duyar, onu incitmeden ya kendimden uzaklaştırır ya da arkadaşım
yaparım, niçin düşman edeyim ki kendime.
Senin
yaptıklarını insan, ancak sevdiğine yapar, sonucuna varmak istemiyorum, Âfet.
Not: Aleyhime belge
toplama huyun olduğu için, burada söylemediğim, barışırsak söyleyeceğim pek çok
şey var. Barışmamamız ve bir araya gelip konuşmamamız için hiçbir neden yok
aslında, her şeye rağmen karşılıklı oturup bu konuyu etraflıca konuşmak
gerektiğine ve muhtemel yanlış anlaşılmaların önünü keseceğimize şiddetle
inanıyorum. Daha evvel gönderdiğim dosyalardaki seni küçümser ifadelerimin
sebebi, bana yazdığın hakaretlerdi; onun için bile özür diliyorum senden, seni
yumuşatmak için değil bu özür. Sana çok kez kızdım, ama hiçbir zaman senden
nefret etmedim Âfet, beni kendinden nefret ettirme lütfen. Bir de girişteki “Sevgili Âfet”
ifadesinin tamlayanını I.T.Ş.İyelik eki ile söylemeyi arzulamıştım, fakat
olmadı, çünkü sen Meryem analığa doğru gidiyorsun, karşı cinse yönelik aşkın
bütün gramerini gözden çıkarmışsın gibi.
Not2:
Yazışalım
bence, hem karşılıklı rahatlarız, hem de edebi metinler çıkar böylelikle
ortaya. Yazını sevdim, gerçekten, şaka değil, yazışalım. Belki bir gün, tabii
müsaade edersen, kitaplaşır bu yazışmalar. Benden yana emin ol, yemeğini ye,
gez, spor yap; yapmayı zaten düşünüyordun, hatırladığım kadarıyla; çok zaman
oldu sanki, yüzünün ayrıntılarını hatırlamakta bile zorlanıyorum, biliyor
musun, fakültede çok istediğim halde rahatsız olmaman için bakmıyordum sana,
insan birinin gözünün içine bakmadığı zaman onu unutuyormuş meğer, zayıf düşme,
zaten dal gibi inceciksin. Meselâ, anneni ara sürekli, çok hoş bir kadın
olduğunu duydum, maneviyata ihtiyacın var gibi, sen de annene benziyormuşsun.
Not3:
Benimle
oturmadan, gözlerimin tam içine bakmadan asıl duygularımı öğrenemeyeceksin.
Şuan yazdıklarım, belki de bir şairin kalem hileleri. Bir şaire asla tam
inanma. O halde bu sözüme de tam inanmaman gerekiyor. Sen aylarca benim
sesimden bile kaçtın, haklısın, bir şairin sesi bile hilelidir, bana yönelik
telefon engeli bu yüzdendi, bir daha karşılaşamayacağın kocaman bir ruhsal
macerayı, inadın ve yersiz gururun yüzünden elinin tersiyle ittin ve itiyorsun.
Kucağım, ikimize de yetebilirdi.
Not4:
Âfet,
yoksa seni birileri davadan vazgeçmemen için tehdit mi ediyor, korkma, ben
senin yanındayım, kimse senin kılına dokunamaz.
Not5: Ayrıca, mektubunu bugün
gördüm, çünkü pek kullanmadığım bir e-mail adresi bu.
SEN
AŞKIN ANA RAHMİME DÜŞMEMİŞSİN DAHA
Sanıyorsun
ki sadece sen sıkıntılar yaşadın, oysa benim çektiklerimi bilmiyorsun.
Anlatarak da seni yormayacağım.
Ben
de senin gibi Azra’nın bir kocası var sanıyordum, Azra, bence bir kadınla evli.
Onun mini mini etekli kocası beni telefonla aradı, korkudan titreyen sesini
kontrol altına alamadı, Azra’nın yazdığı metni okudu bana, konuşmakta zorlandı;
beni dinlememe emri almıştı, karısından doğduğu her kelimesinden belli bu dişil
metni okuduktan sonra, soluk soluğa telefonu kapattı. Aradım, o herif
telefonunu açmadı. Sonra, Azra, kocasıyla gidip beni, sanki ben onu tehdit
ediyormuşum gibi emniyete şikâyet etti. O kadar yürekliler yani. Gerçi, barda
tanıştığı bir kadınla evlenen bir erkek, ne anlar kadından, namustan. İstesem,
adamın karısına el koyabilirdim; adam bana teşekkür etmek yerine titrek sesle
tehditler savuruyor. Gerçekten, iyilik yaramıyor bu devirde kimseye, derler ya,
bence doğru. Bak iki sene evvel, çok sevdiğim ve dikkatle takip ettiğim şair
arkadaşım ne yazmıştı:
“korkacağımı
sanıyorsalar aldanıyorlar
ben Allahtan
bile korkmam
sevgi vardır
yalnız bende
aşkla saldırırım
düşmanıma bile” (Koçaklama)
Ama
onları düşmanım olarak görmüyorum, birer zavallı çünkü onlar. Bir de reklamcılardan
bahsetmişsin, yanlış görmüşsün, o basın bildirisi değil; gördüğün fotoğraf
uluslararası bir şiir festivaline aittir. O, bu konuyla ilgili bir bildiri
değil, sadece bir yazarın konuyu görüp gündeme taşımasıdır. Sanırım sen, beni
çekemeyen çevrelerin zayıf şairlerine ait yorumlarından yola çıkarak bunları
yazdın. Diğer yandan, bunu yapan reklamcı benden özür diledi. Fakat, çalıntılar
artarak devam ediyor, mühim değil, halk böylelikle sözlerimi daha sık işitmiş
oluyor. Hâlâ beni küçültmeye çalışıyorsun, eline ne geçecek bilmiyorum, ama ben
büyütmüyorum kendimi, gündeme taşıma gibi bir derdim de yok, öyle olsa daha
farklı davranırım, dışarıda fanatik olmayı bekleyen yığınla okur var. İlgimi
gerçek okur çekiyor. İnternet ortamında yayılan hakkımdaki olumlu veya olumsuz
imzasız yorumları da dikkate alıyorum sanma.
Senin hakkında Azra’dan duyduklarımı
sana yazmadım, bunun dedikodusunu yapmadım, anlatsam birkaç ay daha kusarsın.
Çok rahatsız olmayacağın bir örnek vereyim sana: 2 Eylül, sen, ben, Azra, kızı
ve eşi, kocası demiyorum, birlikte Sofra’da yemek yedik, çıkışta biz ikimiz
kaldık, güya ben sana “mağazaları beraber gezelim, hadi gel çay içelim” diyerek
ısrarda bulunmuşum. Nedir bu Allah aşkına? İnanmadım tabii Azra’nın bu
sözlerine, sen olsan hiç düşünmeden inanırdın, değil mi? Çünkü ben,
duyduklarıyla hareket eden biri değilim. Üniversite açılana dek, beni sorup
durduğunu, araştırdığını söyledi Azra, inanmadım bunlara, senin hasta olduğunu,
beni saplantı yaptığını söyledi, inanmadım, yaşadığımız malûm sorunların
ardından beni senden kurtardığını, asıl bunun için ona teşekkür etmem
gerektiğini söyledi, tersledim onu. Şüphe oluşmadı mı kafamda, sonrasında hızla
benle tanışıp-gezip sonra bana karşı hırçınlaşman doğal olarak kafamda türlü
şüpheler oluşturdu, ama onları da umursamadım ve ve veee. Duyuyorum, çevremdeki
arkadaşlarıma facebook’tan ileti atıyorsun, daha ilk haftalar benimle Azra
arasında bir ilişki olup olmadığını soruyor ve araya giren kadın durumuna
düşmemek istediğini söylüyorsun, ona buna beni kötülüyorsun. İnanacak olursam
bunlara: “Çünkü beni iliklerine kadar hissetmiştin, çünkü bana aşık olmuştun,
çünkü beni öylesine yemiştin ki, senden öncemi bile kimseye bırakmak istemedin.
Şimdi kusuyorsun, ama ne kadar kusarsan kus, beni çıkaramayacaksın içinden.”
derim ve eklerim: “aşk kelimesinin yerine imgesel olarak namus kelimesini
kullanıyorsun, evet sen, aşk için yaşıyorsun.” Bir de benim yemek yediğimi
sanıyormuşsun, hayır, sen orada yalnız başına otururken ben, o kadının
karşısında yemek değil kendimi yiyip tüketiyordum, senin tabağında da ben
vardım, fark etmedin mi? Zor bir yoldayım, yanımda senin gibi biri, bana güç
katabilirdi. Güya Beyoğlu’na, şairlerin semtine gelmişsin Âfet, boş ver minik
şairleri, sen Beyoğlu’nda şiirin merkeziyle oturup kalktığının farkında bile
olmamışsın. Son iki üç yıldır, Beyoğlu ve şiir dendiğinde ben ve benim
yanımdakiler akla geliyor. Ki senin hayalini kurduğun Attila İlhan ve yeni
yetme diğerleri, tarih oldu. Şiirin yeni merkezi benim. Bilsen kimler gelip tanışmak
istiyor benimle, şiirin büyük bir çekiciliği, cazibesi ve kutsallaştırıcı
tarafı varmış meğer. Ama biliyorum ki bunlar, gelecekteki anılarımın yanında
hiçbir şey.
Okulun
ilk haftası cuma günü telefon konuşması yaptık ve ben sana “seni seviyorum”
dedim, evlenme konusunu da hemen ardından açtım, bu son şansımdı benim, Azra
çirkefi öylesine kafana girmişti ki, kalbinde benim olmam, bir anlam ifade
etmiyordu. Ertesi gün, sana telefon açtığımda benden akşama dek telefon
beklediğini söyledin ve saat 18:39’da Taksim’e geldin. O gün, dershane için
değil, internet kafeyi işletmen için görüşme yaptık. Bahsi geçen çantayı da
sana o gün hediye etmiştim, üstelik bana, seninle evlenemem de dememiş,
tersine, bana ileriye dönük sorular yöneltmiştin: “Mini etek giymeme karışır
mısın, kıskanç mısın, tekrar evlendiğinde çocuk ister misin”, sonra, dürüstçe
yüzündeki güneş lekelerini göstermiştin, başka birçok kadın makyajla o lekeleri
kapatır. Benimle güzel güzel gezip şakalaşmıştın. Hatta, “internette kesinlikle
çalışmam, senin için geldim, internet bahane,” demiştin. Seni zorlayarak
internet kafeye götürdüm, işi beğenmedin ve çıkışta senden ayrılmak istedim,
ama “bırak ya Kahraman” dedin, “bir şeyler yiyelim.” Leb-i Derya’ya uğradık,
yemekleri pahalı bulduğun için başka mekâna gittik. Evet, soruyorum: Sen ne
yapmaya çalışıyorsun? Seni kötü niyetli, içi nefretle dolu biri olarak görmeye
başlamak üzereyim. Diyorum, seni seven birinden kendini nefret ettirmek için bu
kadar uğraşma, bu şekilde eline ne geçecek. Hiçbir şey. Sana bir sırrımı
vereyim: Çocukluğumdan beri yaşadığım her şeyi, tarihi ve saatine dek, üstelik
kelimesi kelimesine, görüntüsü görüntüsüne hatırlarım, beynim bu işi kendiliğinden
yapıyor. Milim şaşmam, yanılmam. Sense her şeyi unutmuş, kuş beyinli gibi
davranmaktasın. İşe bak ki, Nermin de benden yana kendine pay çıkarmaya
çalışıyor, zavallı şey, hem ben onlar gibi boynuzlu muyum ki, sen beni öyle
zannediyorsun, yalaktan ot yiyeyim, ben barlardan sırf bu yüzden uzak
kaçıyorum, bu yüzden genelevler, bana kasap gibi görünüyor. Karıştırdığın ve
kafanda evirip çevirdiğin bir şey var Âfet, benim sana karşı kötü niyetim
olsaydı, sana evlilik teklif etmezdim. Bizim fakülteye, İstanbul merkezli bir
fakülteden gelseydin, seninle hiçbir şekilde duygu ilişkisine girmez, ileriye
dönük ciddi düşünmezdim. Ki zaten, sen de yavaş yavaş fakültedeki kirli ortama
ayak uydurmakta, dolayısıyla masumiyetini kaybetmektesin. Bu gidişle birkaç
yıla kalmayacak, tamamen onlardan biri olacaksın. Ortamlarda erkek arkadaş
edineceksin, burası Beyoğlu, orası Ortaköy, ikisinin arası Beşiktaş. Bulduğun
her kişi; er kişi demiyorum, dikkat et; yalnızca seninle yatmayı planlayacak ve
sabah olmadan senden kaçacak. Evlenmek mi, diyecekler, “kızım senden geçmiş
artık.” Otuzunu aştın ya, işin bitmiş demektir; onlara göre artık çerezliksin.
İşte gözünün önünde sevgili arkadaşların, tam da öyle yaşıyorlar. Zamanla sana
da normal gelecek bu şeyler. Bu şehir, bünyesinde kimleri eritmemiştir ki.
Aklını başına al lütfen, Nermin’in cebi deliktir, maazallah aklın ortalığa
düşebilir. Azra konusunda da seni uyarmıştım, ama dinlemedin beni. Farkında
değilsin, bana karşı büzüşük kadınlığını kullanıyorsun, ne farkın kaldı güzel
kadını kullanan kapitalist düzenden, o çok dillendirdiğin namusunu ve saflığını
böylece kirletiyorsun; bence narinliğin değil, zayıflığın yaptırıyor bütün
bunları sana. Bizi mahkemelik eden bu konunun hem ülkemizde hem de pisliğin
merkezi olan Amerika’da bile milyonca örneği varmış, yeni öğrendim, polisler
söyledi bana, benzeri problemler polislerin de başına gelmiş, “seni çok iyi
anlıyoruz kardeş”, dediler. Emniyet müdürü, çok kibar bir adam, kibar olmak
zorunda tabii, bağlantılarımın farkında, özel ağırladı beni, haberin olsun,
duruma ironiyle yaklaştı ve güldü sadece, “buradan bir şey çıkmaz” dedi ve
ekledi, “başarılı adamsın, bunlar normaldir, kadınlar senin daha çok canını
yakacak, dikkat et.” Ama ben seni nedense o sınıfa koymuyorum. Sen de kendini o
sınıfa koyma lütfen.
Sana
bir garezim, bir düşmanlığım olsaydı, derdim, “davadan vazgeçme,” o kadar çok
açığın var ki, üstelik kimsesizsin ve bir şahidin bile yok, ifaden çelişkilerle
dolu. Manevi tazminat davasıyla sana zarar verebilirim. Eğer niyetin davayı sürdürmekse
ve buna ciddi ciddi karar verdiysen, karşına çıkacak ve görmeyi hiç
arzulamayacağın sürpriz şahitler olacaktır, yok yere üzüleceksin. Biraz kendine
gelsen ve biraz da Nermin değil de ailenin sözünü dinlesen hiç mi hiç
yıpranmayacak ve belki de çok mutlu olacaksın. Bana akıl zekatı vermeye
çalışıyorsun, zekâ zenginisin ya, ahlaki açıdan da beni terbiye etmeye
yelteniyorsun, en son karım bunu denemişti, sonra, sonrasını azıcık da olsa
biliyorsun. Davayı kaybettim diyelim, idam mı edecekler beni, kafamı altın
tepside sana mı sunacaklar, âh Âfet Sultan. Bu zaferi, ancak ben tattırabilirim
sana. Beni mahvetmen için hayatıma girmeni istiyorum, barışalım, diyorum. Lanet
bir kadınsın. Önemli olan atacağın adım, bu da gelip davada kilitleniyor. Bir
adım at zafere doğru. Bir de polis molis
diyip duruyorsun, gidip beni onlara şikâyet ediyorsun, onlara adres madres ve
kimi özel bilgilerini veriyor, kimsesiz-zayıf olduğunu gösteriyorsun, senin
abin değil onlar, karıştırıyorsun, emniyet teşkilatı öyle sandığın kadar
emniyetli bir yer değil. Polislerin içerisinde de sakıncalı tipler
bulunabiliyor, her yıl, muhtelif suçlardan ceza alan yüzlerce polis memuru
oluyor.
Annen
seni bana vermek istiyormuş, biliyor musun? Ama ben seni almak istemiyorum,
çünkü sen güven vermiyorsun bana. Diyelim ki evlenmeye karar verdik,
gelinliğini giydiğin gibi kaçarsın, senin peşinden Richard Gere gibi koşarım
sanma; bu arada umarım Julia’yı beğeniyorsundur, kızmazsın bana, seni ona
benzettiğim için. Kız kardeşlerim gayet kibar bir şekilde anneni ziyaret etmiş,
hoş sohbetten sonra memnuniyet içerisinde sizden ayrılmışlar. Annen farklı bir
nedenden acillik olmuştur. Kızım ne yapıyor, böyle iyi bir talip reddedilir mi,
diyip de senin yüzünden rahatsızlanmış olmasın. Annen, kardeşlerime senin zor
bir kız olduğunu söylemiş, çok doğru. Zavallı kadın senden ne çekiyor kim
bilir, hem kız başına İstanbul’a ne diye geldin, bu bile Malatyalı bir aile
için üzücü bir durum, etrafındaki herkesi kırmaya alışmışsın. Evden çıktığın
yokmuş, cuma günleri hafta sonu için ekmek alıyormuşsun, buna tembellik desene.
Her şey namus oldu sende, çünkü bu konuyu saplantı haline getirdin. Çok
namuslusun da ne işin vardı Azra ve Nermin’le. Git Tülay’la, Pelin’le dost ol
ne bileyim işte, az da olsa fakültede aklı başında kadın var. Beni toplantıda
rezil edecekmişsin güya, ha hay, çok utandım, kimi kime rezil ediyorsun, şöyle
derler, dediler duydum da, “Kahraman çapkın çocuk” değil, çapkın olan kadınlar,
gerçekten de bunu dediler ve gülümsediler. Onlar kaçın kurası biliyor musun?
Beyoğlu’nda çalışıyor, Ortaköy’de yaşıyor, ama hâlâ Malatya’dan bakıyorsun
dünyaya. Namussa annen onun ne olduğunu çok iyi bilir, ben de biliyorum Âfet,
annen de benimle aynı fikirdeymiş, “benim kızım çok saf” diyormuş. Sana rağmen,
senin bütün salaklıklarına rağmen anneciğinin söz konusu teklifini
değerlendirebilirim Âfet. Anneciğine bu konuları açıp da kızma lütfen, acillik
olmasın kadıncağız, şeker hastasıymış, tehlikeli, hem üzülürüm, hem belki benim
de anneciğim olabilir bir gün kim bilir. Her konuda ve bu konuda da son derece
cesurum, her şey sana bağlı, ben kendimi ispatlamaya hazırım. Bana karşı kin
kusmayı bırak lütfen, bilsen ne kadar ak bir geçmişim var; şimdimi ve
geleceğimi seninle teminat altına almak istemiştim. İstanbul, erkek için bile
tehlikeli şehir. Bu şehrin içi çirkinliklerle, dışı ise güzel kadınlarla dolu.
Âfet, evet, yalnızım, annenden öğrendiğimize göre senin de telefonunu çaldıran
yokmuş, belki sık sık ben çaldıracaktım, kapıdan alacaktım seni, İstanbul’un
bilmediğin yerlerini gezdirecektim, beni gezdirecektim sana, diyecektin,
İstanbul ne ki, senin dünyan cennetten bir şehir. Anlamak çok mu zor Âfet.
Hani, sana evlenme teklifi yapmıştım ya telefondan, demiştin, benim kararım
önemli değil mi, ben de sana, elbette seni ikna etmek için gayret edeceğim
demiştim, bak hâlâ bunun için uğraşıyorum.
Bir
garibanın hayallerini paylaşayım seninle: “Sevgili olacak, İstanbul’u el ele
dolaşacaktık, başını sağ omzuma koyacaktın, ne de olsa meleğimdin, saçlarını
okşayacaktım, bana ilham olacaktın, uluslararası festivallere gidecektik, ben
yalnızca senin gözlerine bakarak şiir okuyacaktım, çünkü senden sonra sadece
seni yazacaktım, bir kadın ancak bu kadar çok sevilebilir dedirtecektim
edebiyat tarihine, dünyayı senle gezecektim, dünya kendinin farkına varacaktı
sayende, sen dünyanın elinden bunları neden alırsın, kendini neden Tanrı
sanırsın, sen bir tek benim Tanrımsın, geldin beni bana sormadan yarattın,
sonra yasak meyve yemediğim halde beni dünyaya fırlattın, ne kabahat işledim,
hangi elmayı dişledim, ben yalnızca sana iman edenlerdenim.” İşte bu şaka.
Farkındayım Âfet, sen aşkın ana rahmine düşmemişsin daha.
GEL
ACILARIMIZIN
ACISINI ÇIKARALIM
Mikroplar mikroplar mikroplar… yaralıyız ya, bütün mikroplar bizi buluyor; bizdeki bu yara kıskançlık ve nefret uyandırıyor. Nermin, Deniz veya Perihan hayatlarında hiç sevilmemiş gibiler, sevgiden nasiplenmemişler. Karacaoğlan’ı oku, öylelerinden hayvan diye bahseder. Sevgi, iç güzelliğin dışa vurmasıdır en nihayetinde; bu, onların hiçbirinde yok. Sen onların içinde bu zayıflamış ve güzelliğini kaybetmiş halinle bile ay gibi parlıyorsun. Ne işin var demeyeceğim onların arasında, evet ay da karanlıklar içerisinde var olabiliyor. Ben, etrafındaki karanlıkları yok edip seni güneş yapmak istiyorum, zaten dünya gibi yüzyıllardır seni tavaf etmekteyim.
Âfet,
hiçbir gelişmeden haberdar değilmişsin meğer. Şuan hem dekanlıkta hem de
adliyede sadece seninle karşı karşıyayım. Ne dekan ne de bölüm başkanı benden
davacı; kolay değil, birini açığa aldırmak ve olayın faili olmak. Bir de
onların vazgeçemeyecekleri yumaşak ve dönek koltukları var, elbet daha temkinli
davranacaklar. Bölüm başkanını çok mu delikanlı sanıyorsun, pehhh, hepsi
acınacak haldeler, gördüm hakaretler karşısında onun nasıl da af dilendiğini,
ödlekçe aramızdan çekildiğini, profesyonel bir şekilde seni kullandığını
gördüm, kalbimle, ciğerlerimle gördüm. Canım fena halde sıkkın, seni silah gibi
çekip beni on ikiden vurdular. Canım fena halde sıkkın, medd halindeyim, sana
bunları yapanlara karşı öfkem kabarıyor, beni sana karşı suç işlediğime ikna
etsen, gerçekten kendimden bile intikamını alırım; ama yok, senin için senden
vazgeçmeye karar verdim, ama yok, bile isteye ya da bilmeye istemeye mahkemelik
ettin beni. Senden uzaklaştım, ama yok, bu da yetmedi, seni terk etmemiştim,
sadece kenara çekilmiştim, ama yok, bana Çingene işi yarım adım bile atmadın ve
atmıyorsun. Çünkü ellerini biri, ayaklarını biri, aklını biri, kalbini başka
biri bağlamış. O birilerinin kim olduğu yukarıda yazıyor.
Canım
fena halde sıkkın, sana sekiz kilo verdirerek seni de kendileri gibi
çirkinleştirmişler, benim gözümde hâlâ güzelsin tabii, nerede o ilk gördüğüm
Âfet. Canım iki defa fena halde sıkkın, sanırım bu gece iki defa
uyuyamayacağım. Keşke bütün bunların müsebbibi ben olsaydım, benden başka seni
seven ve sana zarar veren kimse olmasaydı. Bu isteğimin ikincisini bile
başaramadım. Bölüm başkanı dediğin uyduruktan bir herif, Nermin dediğin dünyada
yaşayan bir cehennem fragmanı. Onlar yalan söylemez mi Âfet, yalanın ta kendisi
yalan söylemez mi. Hani ilk tanıştığımızda demiştin, “fakülteye abimle
gelmiştik, bölüm başkanını gördük ve şaşırdık, bu kaba saba adamın ne işi var
Boğaz manzaralı odada.” Senin peşini bırakmamıştı Nermin, ben sana demiştim,
“ilk günler niçin o kadınla oturup kalktın, çirkeftir o kadın”, sen de “hayır,
onlar bana yapıştı demiştin”, benden ve Azra’dan sonra Perihan ile gezmeyi
bırakmıştın, onlar senin ayarında değillerdi, bunu söylemiştin, senin albeni
yaratan güzelliğini, doyumsuz gözleriyle yedi bitirdiler. Onların ve Azra’nın,
Azrail gibi gelip aşkımızın canını almasına izin verme. Anla, ayrılığın sende
gözü var Âfet. Gel, yıllardır biriken acılarımızın acısını çıkaralım birlikte.
Seni
koluma takamayınca, gittim senin teninin renginde bir saat aldım. Yaptığım şeye
ben de inanamadım. Gülme halime, bütün saçma şeyler ayrılık acısından
doğmuştur: Onca zift kaplı yol, bunca araba; havaalanları, uçaklar; limanlar,
gemiler; demir yolları, trenler; uzay mekiği, uydu, hepten mesafeleri aşıp birine
kavuşmak amacıyla insanoğlunun karışık kafasından doğmuştur. Mesafe olmasa,
hareketsiz kalacaktı her şey ve hiçbir şey ölümü bile tadamayacaktı. İnsanın
minicik dışı varken içi Tanrı kadar büyük bir mesafeden yaratılmış, boşluksuz
düşünemez insan, kelimeler, cümleler arasındaki mesafe bu yüzden. Yankılanmayan
ses, anlama kavuşamaz. Nesnelerin içi olmadığı için… içi var mı yoksa. Bu
konuya bari sen kafa yor, yeni bakış açıları kazandıran sonuçlara varırsan,
bana lütfen yaz Âfet. Senle ben bir araya geldiğimizde yok olacağından
korkuyorsun, halbuki bu dünyada ikimizden biri fazla, aşk-şirkine giriyoruz
Âfet; dünya güneşe yaklaşsa güneş olur; ay dünyaya yaklaşıp yapışsa dünya olur;
yeryüzü denizlerce bölünmese kıtalar ortaya çıkamazdı, fena mı olurdu bu ayrılık
gayrılık olmasa. En mühimi işte en mühimi ise bizim kör olasıca varlık
nedenimiz, bu kadar basit bir yazgıya bağlanmamalıydı: Havva ile Âdem, ayrılık
acısını dindirmek için yatmıştı. Öyle bir duruma geldim ki, ayrılıktan öylesine
nefret ettim ki, artık, “de” bağlacını bile ayrı yazmamak geliyor içimden. Bir
defa olsun sende yazma Âfet.
Nihayet, sana zarar vermeyeceğimi
anlamışsın, bu anlamda bir cümleyi senden duymak beni sevindirdi. Ama aramıza
giren çalı çırpıları da kesmek konusunda hiçbir taviz vermeyeceğim. Âfet,
gittiğim her karakolda, dekanlıkta o küçük adamların beni tacizci gözüyle
süzmeleri ne kadar kanıma dokundu, anlatamam. Ben ki bu konularda Kayseri’deki
araştırma görevliliği yıllarımda mücadele vermiş, ne pislik adamları karşıma
almıştım. tcz, bu harflerle çekimlenen bütün Arapça kelimeleri şiirimde de
lanetlediğimi biliyorsun. Bu adi sıfatı neden ismimin önüne yapıştırmaya
çalışıyorsun.
En
parasız döneminde bile, oturduğu her masada elini cebine ilk atan biri olarak
ben, çocukluğumdan beri geride ödenmemiş hiçbir hesap bırakmadım; şuan
borcunuzun ne kadar tutacağını hesaplayamam, şimdilik benimle ilgili
dekanlıktan ve mahkemeden ne sonuç çıkacak, onu beklemekteyim. Senin borcunu
ben ödüyorum, bakalım, onlarınkini kim ödeyecek. Fatura, birer birer adreslere
teslim edilecektir. Sen benim gözümde hâlâ masumsun, ne olur bana bu inancımı
kaybettirme. Seni seviyorum ve her şeye rağmen seni seviyorum. Aşk, bir taciz
değildir Âfet; aşk, bir âfettir. Benim dünyamda aşk, büyük bir toplu katliam yaptı;
senin dışındaki bütün kadınları öldürüp mezarlığın uzay boşluğuna savurdu.
MEZAR KAZAR GİBİ MEKTUP YAZIYORUM
EVET EVET TAM DA ÖYLE:
SENİUNUTMAHAPI
KULLANIYORUM
23
Nisan
Hiçbir
kadın bu kağıt kadar temiz olamaz Âfet, bu el değmemiş sayfanın mahcup tadını
veremez insana. Ne ak sayfalarla birlikte oldum bilsen, onlar, içimin evrenini
boşaltmam için hiç tereddüt etmeden açtılar bağırlarını bana, karşılık olarak
evlatlar verdiler; sen de şiirlerimi yazabileceğim ak kağıtlar gibi gelmiştin.
Sanırım yanılmışım. Anlatacağım ve rahatlayacağım, benimle birlikte seni de
ağlatacağım. Sanat yapmayacağım yazarken, her şey şeffaf olsun istiyorum.
Yoruldum Âfet; Âfet, Âfet demekten yoruldum Âfet. Kimsenin peşinden
koşamıyorum, şiir mi yazacağım, çok az defasında gitmişimdir ilhama, ekseriyet
ilham gelip beni buluyor. İnsanlara inanıyor, kanıyorum; kimse, kanamamı
durduracak tentürdiyot bile vermiyor bana. Bu yüzden maddi anlamda
kaybedenlerdenim. Kızların nazını anlayamıyor, belki de çekemiyorum. Üniversite
yıllarımda beni her gördüğünde heyecanlanan bir kıza, arkadaşlık teklif
ettiğimde yüzü kızararak “bilmiyorum” dediği için ikinci kez gitmedim, onun
daha sonraki içli bakışları bile beni yeniden ona döndüremedi. Halbuki
“bilmiyorum”, aslında “seni kabul edebilirim” anlamına geliyormuş. Cehaletim
yüzünden, gerçekleşme ihtimali yüksek kaç aşk ilişkisi harcadım bir bilsen.
Kızların cilve ile bile olsa beni reddediyormuş gibi davranmasına katlanamıyor
kalbim, beni çok yoruyor. Düşün, bir adam, aşık değilken bile aşk duygusu
taşıyor içinde, aşık olduğunda ne olur, o duygunun şiddetini tahmin et, işte
sana 8 kilo verdirir, beni ise öldüresiye hırpalar. Yıllar içerisinde şunu fark
ettim: Bendeki enerji, çekicilik, cinsel değil tinsel, bu ise az kişide
karşılık buluyor. Âfet, iki yıl önce fena halde hastalandım, ruhum ile
bedenimin birbirinden ayrıldığı ânı gördüm, ölümün ne keyifli bir şey olduğunu
fark ettim, dedim, ölüm yaşamaktan daha kolay, ama en kötüsü bu dünyadan
giderken insanın gözünün arkada kalmasıdır.
Hastalanmadan önce zaten zayıftım, hastalık sürecinde de tam 10 kilo
verdim, bunun sebebini ben, aşksızlığa bağladım. Kemikten bir adamdım, aynen
senin şu an kemikten bir kadın olman gibi. Evet, etin şeytana, kemiğinse
Allah’a yakın olduğunu düşünüyorum. Geleneksel çileyi kendiliğinden doldurmuş,
zayıflayarak etin şehvetinden kurtulmuştum. Sevgili Tanrı’ya kavuşmak için
ermişler, ilk başta oruçla bedenlerini zayıflatıp ruhlarını güçlendiriyorlar,
paradokssuz bir vuslat imkânsız. Birbirimize kavuşursak ortaya mutlak bir
hakikat çıkacak, böylesi bir hakikati kimse yıkamaz Âfet. Manda Batmaz’da çay
içerken hastalığımdan ufaktan bahsetmiştim sana. Hastalık zamanlarımda aklıma
küçük kızım ve şiirimden başka hiçbir şey gelmedi. O zamanlar sen yoktun çünkü.
Dua ettim: “Allahım, bana kızımı büyütmem, sanatımı tamamlamam için zaman tanı,
en azından 40’ımı bulayım, bana yaşama gücü ver.” diye. Gerçekten 40’ımdan
sonrasının pek önemi yok, çünkü o yaşa geldiğimde kızım büyümüş, külliyatım ise
büyük oranda tamamlanmış olacak. Şimdilik duamın kabul edildiğini görüyorum.
Hastayken yeni kararlar almıştım; değişecek, daha sosyal olacaktım, konferans,
sempozyumlara katılacak, festivallerden uzak durmayacaktım. İnternet ortamında
hakkımda gördüğün bütün o doğru veya yanlış haberler hep son iki yıla aittir.
Fırtınayla dost olmaya karar vermiştim, çünkü hastalık dönemimde ömrümün ne
kadar kısa olduğunu hissetmiştim Âfet.
Niçin
hayata, Hayat, Allah’ın bir adıdır, bağlanmam için beni kendimden geçirecek,
içimdeki çocuğu salıncağa bindirecek, kızakta kaydıracak bir kadını sevmeyeyim,
niçin Âfet. Seninle çarşamba günü görüştük, senle kavga ederken bile
muzipleşiyorum, bu, bendeki sevinç ve seni görmemin şımarıklığıyla ilgili.
Fakültedeki ilk haftam ile sonrasını kıyaslayabilirsin; şen geçen ilk haftam
sendim, sonrası ben. Memleketimden gelen sen, bir şiirin ilk iki mısraı gibi
içime doğdun, bu iki mısraı şiir yapmak için uğraştım sadece, ama yabancı eller
araya girdi, ayrılığa alkış tuttu, şeytan tohumu gibi her geçen gün çoğaldı,
Allah’tan gelen duygularımı bozguna uğrattı; herkes çifte düğün yaşarken biz
ikimiz çifte ölüm yaşıyoruz; gurbetteyiz, seni toprağım bilmiş, Malatya’yı
sende yaşamayı dilemiştim. Olmadı, çünkü şiir gibi aşk da dıştan müdahale kabul
etmez. İşte sen, görüyorum, fakültenin bahçesinde bağbozumu gibi dolaşıyorsun.
Eve, o kadınların ayakları altında ezilmiş, karanlıklarında bekletilmiş yorgun
bir şarap gibi dönüyorsun. Görüyorum, çünkü ben, basiret sahibiyim. Sense
modernizmin penceresinden bakıyor, bakmaya çalışıyorsun dünyaya, bu özenti
sende daha da bunalım yaratacak, çünkü Batılı düşünceler için ne mücadeleler
vermiş 50’li yaşlarda bayan arkadaşlar var, “Batı zihniyetine bürünmüş kafalar,
kadını kullanır ve sonra ortalığa paçavra gibi atar,” diyorlar; onlar da senin
gibi güzel kadınlar, gençliklerinde daha bir güzeldirler elbet. Sen onlardan
olmadan, dinden imandan ayrılmadan, onlar seni kabul etmeyecekler, dini
olmayanın namusu da olmuyor Âfet. Belki evvel zaman içinde başını bile örtmüş
olabilirsin, namaz kılmamış olma ihtimalin yok, bense, Âfet, 11 ila 23 yaş
arası beş vakit namaz kıldım, lakin, zamanla beni lanet olasıca dünyaya
yabancılaştıran Müslümanca hayattan bir korkak gibi kaçtım; çünkü dünya yalan
dolanla dönüyordu, çünkü gerçek dünyaya ulaşabilmek için yalancı dünyayla
hesaplaşmalıydım, günah işleme pahasına hesaplaştım da; fakat, her şeye rağmen,
girdiğim bütün ortamlara rağmen şiirimin maneviyatı, beni tövbenin bile
çıkaramayacağı cinste kirlerden uzak tuttu, Müslümanlığımdan vazgeçmemi
engelledi; kaçtım, kaçtım derken yeniden kendime vardım, “Galileo kesinlikle
haklıymış” dedim. Dini bilgin gayet iyi ve yer yer derin, Âfet, boşuna kendini
yorma, bu hassasiyetle onlardan olamayacaksın, o hacı kadından süt emmişsin,
olamayacaksın. Modernistlerin yumuşak ve kibar entelektüel görüntüsünün
arkasında, materyalist zihniyetin üç unsuru vardır: Para, içki ve sex. Ötesi,
diye bir şey yok Âfet. Diyorum, olsun da, insanda o kaba, sözde cahil Anadolu
insanının yüreği olsun. Muhtemelen İlhan Berk okumuşsun, Beyoğlu’nun şiir
kokan, şair çağrışımlı sokak aralarından bahsediyorsun, hayal dünyasında
yaşıyorsun; Beyoğlu’nun sidik kokan, ucuz bira çağrışımlı sokaklarından
bahsedebiliriz ancak. Beyoğlu’nun ara sokaklarında, yalnız başına gezmeyesin Âfet.
Bizim fakültedeki gibi her tür yaratık var orada, isminin anlamına uğramayasın.
Neler
yok ki, duygusal travestiler; gerçekten Beyoğlu’nun kadınlarından daha duygusal
bakıyorlar erkeklere, son yüzyılın en duygusal varlıkları bence onlar, bir de
sokak köpekleri; tinerci, balici, eroinman, esrarkeş; bizim hocalardan da var,
sen biriyle şuan arkadaşsın, dikkat et, bir fırt derler devamı gelir. Azra
çirkefi yok mu, senin başına ne çoraplar örmeyi planladı. Önüne gelenle
birlikte olan, benim de bu yönünü bilmeksizin arkadaşlık kurduğum, seninse “ne
beyefendi bir adam, benimle konuşurken yere bakıyor” şeklinde bahsettiğin, loş
barların kişiliksiz ruhunu taşıyan o deist adama seni meze etmek amacındaydı.
Bunun tek nedeni, seni benden uzaklaştırmaktı. Öyle ya da böyle, bunu başardı
da. Ama seni muhtemel o durumdan kurtaran, Azra’yla yaptığım sert konuşmalardı.
Konuşmalarımın içeriğini, Azra çirkefi, sana yalanlarla aktarmış.
Biliyor
musun Âfet, senden önce de Âfet adında bir kız arkadaşım oldu. Bir dedikodu
üzerine terk ettim onu, nedenini anlatacağım, belki inanmayacaksın bunlara,
kurgu diyeceksin: Araştırma görevliliğimin ilk yılıydı. Âfet adındaki bu kız
arkadaşla aramızda yakınlaşma başlamıştı, fakültede bekâr bayanlar
çoğunluktaydı, Âfet’in en yakın arkadaşı ve hiçbir şekilde ilgilenmediğim Buse,
geldi bana Âfet’in İzmir’de okuduğu yıllarda bir erkek ile iki yıl aynı evde
kaldığını söyledi, o an içim dışıma çıktı sanki, toyum, kadından pek anlamam,
Âfet adlı o kızdan, o ısrarcı bir şekilde bana yakınlık gösterdiği halde, art
niyetlice aktarılan bilgiden sonra hızla uzaklaştım. Zavallı kız, benim
uzaklaşmamla bana daha çok aşık oldu. Olan bitenden hiç mi hiç haberdar
değildi; o günler aklıma geldiğinde ona haksızlık ettiğimi düşünür, cidden
üzülürüm. Şimdi düşünüyorum da, acaba Buse, yalan mı söylemişti? Doğru bile
olsa ona inanmamalı, o kızı kendim tanımaya çalışmalıydım. Şimdi tam tersi bir
durum vuku buldu. İki kadın ve bir ben, buraya kadar tarih tekerrür ediyor.
Fakat kötülenen sen olmadın, ben oldum. İnanmamalıydın ona Âfet, bunlar hikâye
değil; bir şair, kuramaz, yalnızca yaşadıklarını yazabilir. Fark ettiysen
yazdıkça rahatlıyorum, ilk paragrafta neredeyse ağlayacaktım, şuan sakinim, ak
kâğıtlar, böyle vefakârdır işte, ilk karalamalarımı da sayarsak, düşün ki,
kağıt soyundan nice kağıdı karaladım, buruşturup attım, ona rağmen, 13-14
yıldır yazıyorum ve beni hiç terk etmediler.
Beni
fakülteye şikâyet etmenden sonra, araştırdım seni Âfet, çünkü aklıma türlü
türlü ihtimaller geldi, yoksa kimsenin özel hayatı önemli değildir ve hakkında
konuşmak da doğru gelmez bana. Nermin’in fakültenin ilk haftası bana yaptığı
kabalığı hatırla, eğer dedikodudan hoşlanan biri olsam, sana onunla ilgili
birçok detay anlatırdım, hakeza Azra hakkında da. Beni, senle ilgili bir konudan
dolayı kıran Nermin’e karşı da o gün savunamamıştın. Bugün olduğu gibi, o gün
de yem etmiştin beni ona, sorabilirsin biraz kılçıklıyımdır, kolay kolay
çiğnenip yutulmam. İstanbul’a adım attığının daha ilk günleri beni harcamış
olmuştun. Evet, seni araştırmıştım: Kocaeli’de dıııııııııııııııııııııııııt diye
biriyle yakınlığın olmuş. Tahminim İstanbul’u da onla gezdin, sana “İstanbul’u
bu kadar çabuk nasıl öğrendin.” diye sorduğumda manalı mânâlı gülümsemiştin, bu
durumdan İstanbul’u bir erkekle gezdiğin anlamı çıkarmıştım, yanılma payım var
tabii. Çocuk, askere gittiğinde onu terk etmiş, senden daha genç biriyle
görüşmeye başlamışsın. “Olmadı Âfet olmadı, askerdeki biri terk edilmez”
demeyeceğim, bana ne, senin de nedenlerin vardır elbet. Çocuk, askerden gelmiş
ve seni fakülte içerisinde tartaklamış; işte bu beni sinirlendirdi, istersen o
pisliği ayağına kadar getirtip ayaklarına kapatabilirim, ama bana ne değil mi;
karakolluk olmuşsunuz. Şimdi buradan nereye varacağım: Sen zaten benden çok
daha fazla hayat tecrübesine sahipmişsin, anlayamamıştım, çok ürkek ve tedbirli
davranıyordun, mesajlarımı kaydediyor ve beni polisle tehdit ediyordun, beni
açığa aldırmaktan bahsediyordun, ben ne anlarım böylesi ilişkilerden Âfet. Hem
iki gencin canını yaktın hem de bu bahaneyle aileni ikna ederek hayalini
kurduğun İstanbul’a kavuştun. Bir taşla üç kuş birden vurdun, tamam da benden
ne istedin, beni istediysen, sana kendimi sundum, almadın, peki edebiyatın
sürükleyici bir ismi olan, her geçen gün yıldızı biraz daha parlayan benim
aklıma senin hakkında türlü şeylerin gelmesi normal değil mi? Zaten, camiada
canını yaktığım bazı sanatkâr bürokratların başıma bir iş açma ihtimali hep
vardı, çünkü pek çok defa tehdit edilmiştim.
Bu tür nedenlerden seni çok yanlış okuyabilirdim, bu senin için hiç iyi
olmazdı, okudum, okuma biçimimi bu işlerden anlayan birkaç kişiye sordum, bu
yaklaşımımın aşırı yorum olduğunu söylediler, bana Umberto Eco’yu okumamı
önerdiler, ikimiz adına bir derin soluk aldım. 2000’de üniversitede okurken senden
20 yaş büyük hocanla evlenmiş, kocanın kıskançlık kaynaklı baskılarına
dayanamamış ve 2005’te ondan boşanmışsın, feleğin çemberinden geçmişsin yani.
Kendinden bu kadar büyük biriyle evlenmeni anlamakta zorlanmıyorum, çünkü sen
sevgili değil sığınacak iskele-babası, liman aramışsın ve arıyorsun, sevgili ya
da denk eş sorumluluk gerektirir, naz kaldırmaz, değil mi. Hâlbuki gerçek seven
aynı anda baba-kardeş-eş gibi olabilir. Aradığın kişi benim, bu ortada, gücü
seviyor ve korunmaya ihtiyaç duyuyorsun çünkü. Eve kapanmaktan başka gücün
yoktur, gibi geliyor bana, sarılabilir, beni kuşanabilirsin dünyaya karşı.
Neyse, geriye dönüş tekniğini (flash-back) uygulayalım: Kocaeli’deki fakülteden
bahsediyorum. Oradaki güçlü hocalarla konuşmuş; isimler defterde, ama kim
çıkaracak şimdi defteri; onlara yalnız olduğunu, annenin geleneksel
alışkanlıkla ağabeyini çok sevdiğini, seni dışladığını, ailenle bağının
koptuğunu söylemişsin. Âfet, yoksa ağabeyinden dolayı erkeklerden nefret ediyor
da ele geçirdiklerinden intikam mı alıyorsun? Bu da akla gelebilecek diğer bir
soru. Hocalarsa “bu kızı Kocaeli’de rahat bırakmazlar” diyerek sana yardımcı
olmuş. Ne güzel bak, erkeklerden de iyiler çıkıyor Âfet.
Şimdi
olayların en başından beri dikkatimi çeken konuya gelelim: Yanımda en az üç
kişiye, Azra, Cihat ve ve, babanın sen daha iki yaşındayken öldüğünü, babanı
hiç görmediğini filan anlattın, Âfet, yanlış hatırlıyorsun gülüm, baban, sen 9
yaşındayken ölmüş, 21.07.1987. Nedir bu, neden insanların sana acımasını
istiyorsun, neden bu kadar zayıfsın, neden kendine güvenin yok. Ben, bu baskın
karakterle ağır geldim değil mi sana. Şimdi, aylardır bunları bildiği halde
kimseyle paylaşmayan ben hasta mıyım sahi, peki bu durumda sen ne oluyorsun
Âfet. Benim de babam 12 yıl evvel trafik kazasında öldü, kanlar içerisindeki
babamı ben yıkayıp kefenledim ve mezara indirdim, kardeşim Besra da yetim
büyüdü, ondan böylesi şeyler duymadım. Yazık etmişler sana Âfet. Öngörüde
bulunmuştum, demiştim, seni Kocaeli’de fena hırpalamışlar, bu yüzden bana güvenemiyorsun,
bütün erkekler kötü değildir Âfet. Aşksız yaşayan insan, gerçek anlamda insan
değildir Âfet, ilk defa benle kendini bulacaktın belki de. İstiklâl’de bana
demiştin: “hayalini kurduğum hayatı yaşıyorsun”. Hayatımı sana adayacaktım,
bunun için çok mücadele verdim-veriyorum da Âfet, yoruldum ama, zaten yorgun
bir adamdım, daha bir yoruldum. Açık söylüyorum, ben kıyından çekileceğim, ama
benim maviliklerimi atlatamayacaksın Âfet, bir baksana aşağıdan bize, mezar
kazar gibi mektup yazıyorum; seniunutmahapı kullanıyorum.
Cuma
günü sana bir demet çiçek gönderdim, kapıyı açmamışsın, üzülmüştür çiçekler,
bir kadını koklayamazsa neye yarar, çiçeklerin rüyasını bir tek senin gibi
güzeller süsler, bilmez misin Âfet. Şimdi onlar, yaşlı çiçekçiye bakıp somurtuyorlardır,
çok geçmez üzüntüden benizleri atar, ilkbahar olmasına rağmen solarlar da.
Halbuki ben, not yazmış, küçücük bir ümitle seni Ortaköy Camiinin karşısındaki
Boğaza Karşı Aile Çayevi’nde yaklaşık iki saat beklemiş, baş başa konuşmak
için, işte ilk defa bir kadının ayağına çiçeklerle gelmiştim. Mahşere mi
kalacak baş başa konuşmamız Âfet, orada ise eminim Tanrı araya girecek. Sen
Perihan salağına, bense şiire sarıldım; burada anlatım bozukluğu var, hadi bul,
edebiyat bilimcisi hocam, cancağızım. Ortaköy’de seni beklemek, soğuk denize
bakarak, dangalak gibi dalarak beklemek ne hoştu. Gelen ince uzun güzel
kadınları hepten sana benzettim, sık sık İstiklâl’de de bu geliyor başıma.
Bilinçaltımın gözleri senin güzelliğine, kulakları sesine, burnu ise kokuna
kurulmuş vaziyette. Seni birine benzetmek bile beni üzüyor, sen benzersizken.
Özür diliyorum bunun için senden Âfet. Sonra kitap okuyormuş gibi yaptım,
sandım ki yazar seni anlatıyor, silahı çektim, yazarı tam vuracaktım ki
anladım, senin hayalin girmiş gösteren ile gösterilen arasına. Şuan, Tanzimat
dönemi romanlarının kahramanları gibi hissediyorum kendimi, romantikleştim,
İstanbul’un sokak aralarında seni arıyor olmam da bunun ispatı elbette.
Farkında değilim, fakat eve gece yarısı gidişlerimin altında da sokakta sana
rastlama ihtimali var. Servet-i Fünûn realizmine geçmenin vakti gelmekte gibi,
ne dersin Âfet.
Bukowski
Şiir Evinde; o gün yaşadıklarımızdan dolayı, mekân çalışanlarından senin için
özür diledim; nasıl da titredin, annenin elinden tutar gibi nasıl da Perihan’ın
elinden tuttun, Âfet, o tuttuğun el benim elim olmalıydı, nedir ki Perihan,
çelimsiz, küçük bir kadın, sana bu denli zayıflık yakışmıyor. Boş ver
etrafındaki sonbahar yaprağı kadınları, evet Âfet, evvela kendine tutunmayı
öğrenmelisin. Benzerliklerimiz ve birbirimizin eksiklerini tamamlayan
yanlarımız vardı. Sana muhtemel planlarımı anlatmıştım, siyasi girişimlerimle
ilgili bilgiler vermiştim, yanımda bana destek olabilecek biri olmalı idi, bunu
sende görmüş, hissetmiştim; şimdi yanıldığımı görüyorum. Evet, seçiciyim,
herkesle oturup kalkmam, birazcık da olsa kibirlenmeyi hak ettiğimi düşünüyor,
bana yakıştığı kadarıyla kullanıyorum, böylece niteliksiz birçok kişi ile arama
mesafe koyuyorum. Seni böyle hastalandırıp titreten biraz da sana karşı
koyduğum o gereksiz ve çok çok pişman olduğum o soğuk mesafeydi. Lanet olasıca
mesafeyi aylardır yürüyor, bitiremiyorum, yoruldum; kendi mesafeme düşeceğimi
nerden bilebilirdim. Bu arada yol boyu seni yazdım, bundan haberin yok.
Eleştirmenlere göre kült bir kitap koymuşum ortaya. Şiiri kendi ağzımdan sana
okumak isterdim, sanırım bütün şairler gibi bahtsızım Âfet. Kontrol edemediğim
zamanlarda ironik zekâm alt üst ediyor her şeyi. Son yıllarda bana her
yaklaşan, kara bahtımdan hastalık kapıyor, üzgünüm, üzgünüm, sekiz kiloyu sana
nasıl geri verebilirim, yolunu söyle.
Bütün
bu bildiklerime rağmen niçin isteyeyim seni, derin bir cevap bekliyor, yüzme
bilmiyorsan yaklaşma cevaba Âfet, ama ben Hüsn ü Aşk’tan doğdum, sana ateşler
içerisinde bile yüzmeyi öğretebilirim. Ben bu bunak dünyaya rağmen hâlâ
genceciğim Âfet.
Uyan Sunam Uyan
Anneciğin,
Suna, diye hitap ediyor ya sana, gerçekten ince, uzun boynun ve ak teninle,
kalçalarını sallayarak yürüyüşünle, kilo vermeden önceki halini söylüyorum,
sunaya çok benziyorsun.
Şafak söktü yine
sunam uyanmaz
Hasret çeken gönül derde dayanmaz
Çağırırım sunam sesim duyulmaz
Uyan sunam uyan derin uykudan
Çektiğim senin elinden
Usandım gurbet elinden
Hiç kimse bilmez halimden
Uyan sunam uyan derin uykudan
Hasret çeken gönül derde dayanmaz
Çağırırım sunam sesim duyulmaz
Uyan sunam uyan derin uykudan
Çektiğim senin elinden
Usandım gurbet elinden
Hiç kimse bilmez halimden
Uyan sunam uyan derin uykudan
Bunca diyar
gezdim gözlerin için
Niye küstün bana el sözü için
Dilerim Allah’tan sızlasın için
Uyan sunam uyan derin uykudan
Niye küstün bana el sözü için
Dilerim Allah’tan sızlasın için
Uyan sunam uyan derin uykudan
[Malatyalı Fahri
Kayahan-ama şuan benim]
Not: Mektuplar, kitap olma yolunda, haberin olsun Âfet, telifin yarısını sana yollayacağım, kimsenin hakkını yemem.
26
Nisan
Benden
uzak duruyorsun: Biliyorum, çevrendeki o cüce, vatan haini, Müslüman düşmanı
kadınlar sana diyorlar: “Sen şuan sağlıklı düşünemiyorsun, biz senin yerine
kararlar alırız, sen rahat ol. Kahraman’dan uzak dur. Sen şu aptal kalbini
geçirmişsin ruh geminin dümenine.” Hani o gün senle konuşmak istediğimde
Perihan demişti ya: “Şimdi Âfet seni dinler, sonra saplantı yapar.” Onlara göre
aşk diye bir şey yok, çünkü aşk ruhsal bir durum bile değil, biyolojik bir
hastalık, onların dedesi Materyalizmdir. Zarar gelmez sana benim sularımda,
senin boynuna dizilmek için bekleşen inci-gevherlerim var; insan ömrü ne ki,
zaman çok dar.
Sanırım,
senin de kafanda şüpheler var: Benimle görüşürsen, fakültedekiler ne der gibi.
Hiçbir şey diyemezler, fakülteye gelip konuşurum, ne konuşacağımı biliyorum,
benle daha değerli olacaksın, aramıza girenler ezilecekler, onları koruduğun
yeter, senin için Nermin’le olan davamdan vazgeçerim. Problem buysa tabii.
Benimle savaşmayı bırak, kendine zarar veriyorsun, çünkü ben senin safındayım,
yanındayım, miyop bakma etrafına, Allah gibi gözlerini açarak bak. Âfet,
yaptığın her şeyi öyle somut okuyorum ki, artık ben, hareketin tasvircisiyim;
salak bir romancı gibi, görünen şeyleri tasvir etmeye ne lüzum var. Yalnızca
sevgi arıyorum dünya kayaçları arasında, sen sevgisin bana, kendine bile
acımıyorsun. Bir erkek için, bir kadını sevmek, bir kadın tarafından sevilmek,
bir kadını arzulamaktan daha doğal ne olabilir. İsterim sevdiğim kadın, beni
sevsin, bunlardan biri eksik olursa durmam zaten orada, değer vermesin, sadece
değerimi bilsin, annemin sütü gibi besleyici gelsin bana, annemin bıraktığı
yerden beni büyütmek için devralsın, yeni dünyaya ayarlasın. Senle büyük bir
lider olabilir, dünyayı aşkla fethedebilirim Âfet. Şans ver insanlığa. Lütfen,
ya hayatıma gir, içime düş ya da hayatımdan çık kendi içinin dehlizlerine düş,
Âfet, bir düşün, bir kabusun içinde yaşamaka ne kadar dayanabilir insan. Çizgi
film kahramanı değilim, ölümlüyüm, başım senin dizindeyken ölmek istiyorum,
bunu tüm içimle istiyorum, seni, kuru kaysıya döndüğün yaşlılığında bile
seveceğimden eminim. Seni sevmek yanlışsa bile, ben içinde sen olan bu yanlışı
seviyorum Âfet; öte dünyada seni kim diriltti diye sorulsa bana ve şıklarda
çeldirici olarak sen bulunsan, seni nasıl işaretlemem Âfet.
Beni
benden al ve kurtar, sensiz iki dünya için tehlikeyim.
BAŞINA
GELECEKLERİ YAŞAMADAN ÖNCE BAŞINA GELECEKLERİN KORKUSUNU YAŞAMANI İSTİYORUM:
SIRF ONUN İÇİN YAZIYORUM
14 Mayıs
Merhaba Âfet,
Ben Âfet, senden
sana mektup var, tanıdın değil mi beni, insan kendini tanımakta zorlanır çoğu
kez.
İki dosya var ekte.
Sevgilim kendine iyi bak, üç beyazdan uzak dur, bol meyve ye, vitamin al,
havalar hâlâ soğuk, dışarıda havhavlar var, pencereyi kapatmayı unutma.
Eylül ayından beri neler ettin bana: Bir geldin, bir gittin hesapsız kitapsız. En yakın arkadaşım Azra ile oynadın, onun bana duygularını hissettin ve bunu kullandın, Azra’nın dostluğunu elimden alıp Nermin kahpesini üzerime saldın; namusunu fakültenin en namussuzuna teslim ettin, türlü yalanlarla benden davacı oldun. Güya benle dışarıda hiç görüşmemişsin, sonra bunu itiraf ettin. Yalan, senin müstearın olmuş. Yalancılıkta mahirsin. Nermin’i silah gibi doldurdun, zaten o doldurulmaya ve boşaltılmaya son derece müsait, ailemin üzerine yolladın. Dıııııııııııııııt çocuğu bölüm başkanı ve diğer dııııııııııııııııııtlarla anlaştınız, öğrencilerimden beni kopardınız, sonra onların dersine girip onlara zulmettiniz; benim derslerime girdin, oradan ücret aldın, o para boğazından nasıl geçti; sen kullandın onların hepsini, oyuncu kişiliğinle kandırdın onların hepsini. Şimdi bunların tümünün bir bedeli olmalı değil mi? Fena tongaya bastın kızım, bence fena. Benim gibi bir sevgili düşmanın oldu, Allah bile yardım etmeyecek sana, o benim yanımda, sen yatıp kalktığın şeytanlarına dua et, şeytandan çocuklar yap, büyüt karşıma çıkar, başka kimse senin yanında olamayacak. Deniz, Perihan, Nermin, zamanı gelecek, seni pul parasına satacaklar. Ölmeni hiç mi hiç istemiyorum; seni çok seviyorum, uzun süre varlığımın korkusuyla yaşamanı istiyorum. Beni sevmeyi beceremedin, bari benden korkmayı becer.
İki dosya var ekte.
Sevgilim kendine iyi bak, üç beyazdan uzak dur, bol meyve ye, vitamin al,
havalar hâlâ soğuk, dışarıda havhavlar var, pencereyi kapatmayı unutma.
Eylül ayından beri neler ettin bana: Bir geldin, bir gittin hesapsız kitapsız. En yakın arkadaşım Azra ile oynadın, onun bana duygularını hissettin ve bunu kullandın, Azra’nın dostluğunu elimden alıp Nermin kahpesini üzerime saldın; namusunu fakültenin en namussuzuna teslim ettin, türlü yalanlarla benden davacı oldun. Güya benle dışarıda hiç görüşmemişsin, sonra bunu itiraf ettin. Yalan, senin müstearın olmuş. Yalancılıkta mahirsin. Nermin’i silah gibi doldurdun, zaten o doldurulmaya ve boşaltılmaya son derece müsait, ailemin üzerine yolladın. Dıııııııııııııııt çocuğu bölüm başkanı ve diğer dııııııııııııııııııtlarla anlaştınız, öğrencilerimden beni kopardınız, sonra onların dersine girip onlara zulmettiniz; benim derslerime girdin, oradan ücret aldın, o para boğazından nasıl geçti; sen kullandın onların hepsini, oyuncu kişiliğinle kandırdın onların hepsini. Şimdi bunların tümünün bir bedeli olmalı değil mi? Fena tongaya bastın kızım, bence fena. Benim gibi bir sevgili düşmanın oldu, Allah bile yardım etmeyecek sana, o benim yanımda, sen yatıp kalktığın şeytanlarına dua et, şeytandan çocuklar yap, büyüt karşıma çıkar, başka kimse senin yanında olamayacak. Deniz, Perihan, Nermin, zamanı gelecek, seni pul parasına satacaklar. Ölmeni hiç mi hiç istemiyorum; seni çok seviyorum, uzun süre varlığımın korkusuyla yaşamanı istiyorum. Beni sevmeyi beceremedin, bari benden korkmayı becer.
Olumlu
veya olumsuz, bana karşı bir tanecik cümle kuramadın, benimle iki dakika baş
başa oturmaktan bile tırstın. Peki hangi yürekle bana kafa tutuyorsun, aykünün
60’tan yukarı olmadığından eminim. Senin gibilerini 13-4 yaşımdan beri
tanımaktayım, derinlikli hiçbir sözü, adamı anlayamaz, anlamış gibi yaparsınız.
Ben bir ara şaşırıp kalmıştım, onca samimi mektuplarıma rağmen bu şerefsiz kız,
neden bana hakaretler etmeye devam ediyor. Meğer mektuplarım, kapasitenin çok
üzerindeymiş. Seni seviyorum, desem yeterliymiş, en klişesinden laflar etsem,
facebook’tan kes yapıştır yapsam yeterliymiş. Facebook dedim de aklıma geldi,
seni namuslu rahibe, o fotoğraflar neydi öyle, tersten önden yatmalar, dekolte
çekimler. Zaten fakültenin ilk haftaları, göğüslerin iki küçük yosma gibi
ortalıkta dolanıyordu, mini etek vs. Sonra küsmüştün güya bana, yakın oturuyor,
biçimli bacaklarını teşhir ediyordun; uzun boyluydun, aktın, ne fark eder;
köylerde kavakların dibine, karın ise üstüne işerler, bir üstünlük değil bu.
Meğer
Azra, beni karşılıksız seviyormuş, ona o kadar zulmetmeme, duygularına karşılık
vermememe rağmen, aç bak, facebook’ta hâlâ benle fotoğrafları var, dikkat et
orada kocası yok. Azra’ya gel desem, birçokları gibi o, bana koşarak gelir.
Seni gözümle büyütmüş, sevmişim. Azra, “bu kız hasta, dengesiz” diye uyarmıştı
halbuki beni. Senin yüzünden kadınlardan soğumayacağım, onları yine seveceğim;
en güzelini, ayrıldığın eşini kendime örnek alacak, benden 15-20 yaş küçüğünü
koynuma alacağım. Hak Hamit gibi yapacağım, Allah ömür verirse 80’imde bile
yanımda genç kızlar olacak. Evlenmek mi, hayır hayır; bunlar yeni kararlarım.
Bu zamanda temiz kalmaya çalışmak, adamı, adımı daha da kirletiyor. Senle bu
durum somutluk kazandı. Aylarca uyuyamadım, içten içe kanadım, eşsiz şiirler
yazdım sana, yaranamadım, yine her zamanki gibi yanılmışım, kadından Tanrısal bir
şefkat beklemişim. Anladım, ben, dâhiyane bir beyinsizim, korkma zekâmdan,
kafamda bir tek sen dolaşıyorsun, sakın ha korkma. Kafama hapsettim seni,
kafatasımı nasıl kırıp da çıkacaksın, ateşten düşüncelerimin içinde yanacaksın.
İnsanın kalbinden çıkmak çok kolay, et parçasıdır ne de olsa kalp, kaburga
kemikleri incedir, çabucak kırılabilir. Senin tek dayanağın bendim, sana olan
sevgimdi. O, bir canavara dönüştü, ne yapacaksın şimdi. Senin adına korkuyorum
kendimden.
Şehbender-zâde
Filibeli Ahmet Hilmi’nin “Amak-ı Hayal”inde geçen Nirvana hikâyesindeki
kadınlar kadar çirkin ve dıııııııııııt ruhlusun, babasını inkar eden, kendine
bir ayyaş şairden baba yaratmaya çalışan adi, sen kimsin ki sana ayyaş bile
olsa, bir şair babalık yapsın. Öte dünyadakileri kandıramazsın, onlar, o
dehalar senin içini görürler, oyarlar. Ben kandırılabilirim, daha öteli
olamadım. Senin için yazdığım yüzlerce mısraın birine bile değmezmişsin,
yayımlandı hepsi, yoksa o kitabı yırtar, öfkemin ateşine atardım, bir mısraını
bile yayımlamazdım. Kitap olarak da bastırmayacağım o şiiri, reddedeceğim,
sebebini kimseye söylemeden, senin kötü bir karakter olarak bile ölümsüz olmana
müsaade etmeyeceğim. Ne olacak sanki, daha nicelerini yazarım, sorun değil.
Sana benim şiir bütünlüğüm içerisinde kendini görme zevkini tattırmayacağım.
Yaşıyorken ölüsün zaten. Öfkem, İstanbul’a bile sığmayacak kadar büyük. Seni
şeytan, beni görsen Allah’ı görmüşçesine korkarsın. O akşam karşındaki kişi
seni seven biriydi, ona rağmen çığlıklar attın, ya şimdi rastlasan bana ha.
Öfkemi kontrol etmekte zorlanıyorum, kontrol edeceğim, ondan büyük bir enerji
biriktireceğim, onu komple senin uğruna kullanacağım, sevin, bu enerji senin
gibi boşa gitmeyecek, aşk uğruna kullanılacak. Bu şehirde, sevgili
tutunamayacaksın, onları elinden alacağım, karşı koyana zor kullanacağım.
Huzurun kalmayacak. En az 10 yılını ipotek altına aldım, psikopat tarafımı
sonuna dek ortaya çıkardın. Çevrem geniş, tanıdığım imamlar da var, pezevenkler
de var, genç yakışıklı çocuklarla kadınları tuzağa düşüren pezevenklere;
emniyet müdürü arkadaşımdan öğrendim onları; senin adını vermemek için kendimi
zor tutuyorum. İstanbul’da kimsesizsin zaten, kolay lokmasın. Aşık olduğunu
zannederken dıııııııııııııııııt olup çıkacaksın. Ruhun ile bedenin çatışmalardan
kurtulacak, tam bir bütünlüğe kavuşacak. O aşama en son olacak. Taciz demiştin
ya, ben böyle tacizde bulunurum. Seni, istediğim zaman, bölüm başkanını ayağıma
getirttiğim gibi getirteceğim. Şimdiye dek kılına dokunulmasına müsaade
etmemiştim. Gücün ne olduğunu görmeni arzuluyorum. Güce inanıyorum. Kimle karşı
karşıya olduğunun daha tam fehminde değilsin. Sittin sene anlayamayacaksın da.
Senin başında hiç erkek bulunmamış: Baban yokmuş, abin naif bir adam,
ayrıldığın kişi kılıbık olsa gerek. “Kızını dövmeyen dizini döver” sözüne artık
seni örnek veriyorum. Abin, “Âfet’le ilişkimizi kesmiş durumdayız” diyor, “sevdiği
çocuk Âfet’e sahip çıksın” diyor. Sana sahip çıkacağım Âfet, erkeğin nasıl bir
şey olduğunu göreceksin, bana hayranlığın daha da artacak.
15
Mayıs
Ördek,
kuş beyinli seni, şimdi sıra bende, sana bir adamla nasıl uğraşılırmış onu
öğreteceğim, hâkezâ öğretim görevlisiyim ne de olsa. Herhalde sen beni duygusal
bir şair sandın, hayır kızım, öyle bir şey yok; duygu derinliği olan ve
durumları kolay kavrayan biriyim yalnızca. Ölümle dalga geçecek kadar cesur ve
özgürüm. Kaç öğretim görevlisi; bölüm başkanını, dekanı tartaklayabilir. Geri zekâlı,
sen kimsin karşıma çıkıyorsun, dııııııııt gerek, bölüm başkanında yoktu, sende
var mı ha. Zekâmın boyutlarını görsen dilini yutarsın, kaç adamı bitirdi bu
zeka, 30 yılını edebiyata veren kaç kişinin üstünü 30 dakikada çizdi. Benim
back-groundımı, nereden geldiğimi ve nereye gittiğimi bilseydin hiç mi hiç
böylesi ahmakça işlere girişmezdin. Zehirli bir zekâm var kızım, tam beni de
zehirlemek üzereydi ki kendimi İstanbul’a attım, şiir bile yetmiyor bana.
Siyasete taşacağa benziyorum, zaten çekiyorlar da beni. Elimin nerelere dek
uzandığını inan ben bile bilmiyorum, örümcek ağı gibi bir şey bu. Acele işe
şeytan karışır cancağızım. Kısık ateşte pişen yemekleri daha çok severim
cancağızım. Ceza gününü beklemek insanı daha da çıldırtıyor, değil mi
cancağızım. Malatya’da Anadolu lisesi okudum, istersen ara sor beni, zor değil,
abin ulaşabilir onlara, hâlâ beni tanıyanlar vardır, daha o yıllarda ne
vukuatlarda bulunmuşum bir öğren, okuldaki öğrencilerin yarısı benim
emrimdeydi, bir fikrin savunucusuydum, savunucusuyum ben. Ya sen, kendini bile
savunamıyor, arla dolandıramıyorsun.
Çekirdekten gelen bir adam, hiçbir zorluk karşısında yılmaz kızım.
Tırnaklarıyla dünyalar yaratan adam yılmaz. Bak, yazmaktan yılmadığımı görüyorsun.
Sadece “ol” demem yeter, birilerine “hadi”, demem yeter.
Güya
evden dışarı çıkmıyordun, saat 23 sularında İstiklâl’de ne dolaşıyordun peki,
çok namusluydun ya hani, seni zilli. Çın çın çın çın
çııııııııııııııııııııııııııııııın. Seni mahkemelerde de süründüreceğim; manevi
tazminat davası açacağım, öğretim görevliliğinin yanı sıra, kitapları olan bir
şair-eleştirmen-genel yayın yönetmeni olan birinin adını kirletmeye çalışman
nedeniyle alacağın ceza daha fazla olacak. 10 yılına ipotek koydum zaten, şöyle
50-60 bin lirana da el koyayım da gör. Bunlar sana yapacaklarımın yanında
devede kulak olacak.
Ha,
işlemediğim günahı çekmeyeceğim: Cinsel taciz neymiş, onu da sana öğreteceğim.
Kavramları karıştırıyorsunuz hanfendi. Bana hakaretler ediyordun, sana sus
dedim, bende küfrün ve argonun her türlüsü var, azıcığını gördün de. Beni
yumuşatmak mı istiyorsun: Telefon numaram var sende, arayacaksın beni, benden
özürler dileyeceksin ve The Marmara’daki yemeğin karşılığı olarak söz verdiğin
üzere Ortaköy’de bana yemek ısmarlayacaksın. Hiçbir hesabım geride kalmayacak.
O gün tam 273 lira ödemiştim. Sen ne 272 ne 274 lira harcayacaksın. Tam 273
lira ve benimle üç saat; çünkü ben sana üç kıymetli saatimi ayırmıştım. Sana üç
saat katlanmak benim için zor olacak ama katlanacağım. Yine benim vaktim boşa
gidecek ama gitsin.
Kendini
affettirmek için çok uğraşman gerekecek. Çile çekeceksin, yolu yok. Çile ile o
dııııııııt ruhtan kurtulacaksın. Anneciğin bana dua edecek. Sanırım, cennete
terbiye ettiğim kadınlar sayesinde gideceğim.
Kalkmadan yazayım dedim: Âfet, ben ne de olsa bir sanatkarım, tesadüflerle değil, planlarla hareket edeceğim, bütün ayrıntıları düşüneceğim, fazlalıklara yer vermeyeceğim, asla kabalaşmayacağım, her şey estetik olacak, bir elitist gibi davranacağım. Yaşayacağın acılardan çok tat alacaksın. Senden yeni bir eser yaratacağım. Aynaya baktığında kendini tanıyamayacaksın. Seni çok seviyorum hâlâ; ama sevgilin seni biraz hırpalayacak,
sonra koynuna alacak, mışıl mışıl uyutacak.
17 Mayıs
Geç
kaldın tatlım, geç kaldın, bir karar verdim, ölümüne, ben aşkı için adam
vurmuş, yıllarca hapis yatmış bir dedenin tohumuyum, böyle bir gen taşıyorum.
Hayır, Âfet, sen benden başkasının olamayacaksın, benim olmaktan başka çıkar
yolun kalmadı, ama ben de artık seni kabul etmeyeceğim. Dengim değilmişsin, bu
her yanıyla aşikâr. Konumuma rağmen hiçbir şekilde kibirli davranmadım sana.
İstesem milletvekili, bir yerlere genel müdür vs. olabilirdim, olmadım, öğretim
görevliliğime ve kitaplarımı yazmaya devam ettim, kendimi öğrenci, yazar, şair
yetiştirmeye adadım. Artık naiplerim var, öğretim görevliliğimden çekileceğim
zaman da geldi gibi; belki de sandın, sıradan, çevresi olmayan, cebi delik bir
şairim. Yanıldın tatlım, fena yanıldın. İçimdeki öfke dinmeyecek, elinden gelen
ne varsa yap, ama artık benden bana karşı yardım isteme. Denedim, sen hiçbir
şekilde kibarlıktan anlamıyorsun, denedim. Kadınları iyi tanırım, beş kız
kardeşim, on üç kız yeğenim var, ben, yeri geliyor onlara da babalık yapıyorum;
hayatı sonuna dek yüklenmiş ve hayatın kazanında pişmişim. Yalnızca aşk aradım,
kadından korktuğum için aşk aradım, büyük hedeflerim vardı ve hâlâ var. Yanımda
güzel ve akıllı bir kadın olursa, beni kadınla kandıramayacaklardı, sen
konusunda yanıldım ve kendime bunu itiraf etmekte ne yazık ki geciktim.
Arayacağım, dengim birini bulurum elbet, zor anlarımda bana yol gösterecek,
beni koruyup kollayacak bir kadına ihtiyacım vardı, dışarıdaki kapışmalarımda
ruhumun alacağı yaraları, çizikleri tedavi edecek bir kadına-anaya-kardeşe
ihtiyacım vardı. Kadına bu denli kıymet veriyorum, sana da kıymet vermiştim,
hayaller kurmuştum, ne komik, değil mi. Aradığım kişinin sen olmadığını geç
anladığım için senden özür dilerim. Sen, ancak benim kızım olabilirmişsin.
Çılgın
bir ruhum var, Allah bana iktidar vermesin, üçüncü dünya savaşı benim elimden
çıkabilir, gerçekten kendimden bu açıdan korkuyorum. Çılgınlıklarımdan
çevremdekiler de korkuyor, o zayıf bedeninle neden benim karşıma çıktın.
Sakinliğim, pasif olduğum izlenimi mi yarattı. Gerçek ben, dışarıda tezahür
etmekteydi. Azra kadar bile beni anlayamadın.
Mektubunda
şahitlerinden bahsetmişsin, yok öyle bir şey, Âfet, yok. Daha bu akşam, tekrar
o dııııııııt bölüm başkanıyla konuşuldu, o, olayların dışındayım diye yemin
etti. Mahkemeye gelirse, onun dıııııııtını kesip ağzına verdiririm,
varsa tabii, çünkü kancığın teki. Seninle birlikte üç dört kadını aldı yanına,
sizinle benim üzerime fiskoslar yapıp kumpaslar kurdu. Gittim, bugün dekanlığa,
o bön adamlar bana tebliğde bulundular, şaka gibi, ben seninle bu yaşadıklarıma
kadar, mecbur kalmadığım sürece dekanlığa adım atmıyordum, çünkü biliyorum,
orası camianın en cahil ve yalaka adamlarıyla dolu. Sayende, dekanlıktaki
üçüncü sınıf memurlarla bile ahbap olduk. İstesem rektörlüğe geçer, iş yapmadan
yatardım; benim elimden geçmiş-birazcık yazmayı öğrenen arkadaşlarım var orada.
Neyse, görülen şu, olaya müdahale etmediğim takdirde ceza alacağım. Ama hayır,
bu çirkin olayı, anlatmaktan bile huylandığım bu çirkefliği gerekli mevkilere
ulaştırdım, bir telefon sadece, talimat verdim, konuyla ilgilenin, onlar
gelecekteki kimliğimin farkındalar. Şair deyip geçme Âfet, Osmanlı’nın bütün
büyük padişahları şairdi: Şimdiki devlet liderlerinin popüler cahilliklerine
bakma. Ömrüm yeterse, bir şairden büyük bir lider olabileceğini ispatlayacağım
bu ülkeye. Bu çılgınlıkla çok yaşayacağımı zannetmiyorum, fakat bu çılgınlık
fırtınaları beni zirvelere taşıyacak. Yakın çevremden gizliyordum bu
yaşadıklarımı, anlattım: İki kadın arasında kaldığımı, büyük şeytanın askerleri
tarafından tezgâha getirildiğimi anlattım, olan bu, biten ikimiz, seni salak,
arka planda neler olduğunu bilmeden saldırdın bana, sana elimi uzattım, ısırdın
köpek gibi. Sen, Allah’a inanmıyorsun, atasını tanımayan Allah’ını tanımaz
Âfet. Babalar, çocuğun gözünde Allah imgesidir. Seni o kadar seven adama, nasıl
böyle zalimlik yaptın, ne duygu sarsıntıları yaşadım, attığın her çirkin
SMS’te, emailde, telefon görüşmesinde. Tek yanlışım, seni beğenmem, zamansız,
seviyorum dememdi. Yoksa bu adiliklerin hiçbirine cüret edemezdin. Şimdi
diyorum, dııııııııııt senle yaşadığım aşkın. Ha, tek başıma, yalın-yağız
yaşamışım bu aşkı, ama platonik değil, bu arada bir yandan Homeros Homeros
deyip diğer yandan şairleri kıskanan ve hiç gerçekleşemeyecek o hayali
devletinden kovan, sanki onun o uyduruk komün devletine çok meraklıyız ya,
Platon’dan pek hoşlanmam. Hep yalın yaşadım, seni de yalın yaşadım, geleceğe
hazırlandım, arkada hiç kirli bir iş bırakmadım, tek kirli işim sen oldun, seni
nasıl böyle geride bırakırım. Ben bıraksam bile bıraktırmazlar Âfet, birileri
bana yatırım yapıyor Âfet. Artık meydana çıkmış durumdayım, beni
engelleyebilene aşk olsun. Öğretim görevliliği mi, kravatımı o dekanın
dııııııııııt, sonra dıııııııııııt. Zaten dekan, bundan sonra, daha yüksek bir
makam göremeyecek. Onun arkasında duran kişiyi de öğrendim, arkasındaymış ne de
olsa, daha kolay olacak, onunla onu dıııııııııııııt, gerekli kurumlara, onun
şeytanın askerleriyle işbirliği yaptığı bilgisi gitmiş; bölüm başkanıyla iyi
geçinmesinin sebebi de bu. Camianın bir dedikodu mafyası var ki, adamın ayağını
göz ile kaş arasında kaydırır, o, mafyanın eline düşmüş durumda. Aklı sıra,
benden yediği hakaretin acısını çıkaracak.
Allah’tan, şeytana uyup da senle yatmamışım,
kesinlikle beni tecavüzle suçlardın. Bir gece bende kalsan, beni rehin aldı
derdin. Ne biçim şeytansın sen Âfet, bundan 150-200 yıl öncesine dek kadının
hayvan mı yoksa şeytan mı olduğunu tartışıyorlarmış Batılılar, haklılarmış
gerçekten. Melek sanmıştım seni, naif, içli. Öyle değilsin Âfet, çirkinsin,
için dışına vurmaya başladı. Namuslu kızsan, beni elde etmeye çalışman lazım,
sen ancak benim koynuma girerek temize çıkabilirsin. Benden bir çocuk
doğurursan, anne olursun, olgunlaşır, güzelleşirsin, belki bir meleğe dönüşürsün.
Sana bu fırsatı tanımak istemiştim, tanısam mı? Hayır. Sen, ilişkimizin
tohumunu, tuttun öylesi dıııııııtların ve köpeklerin sidiğiyle yeşertmeye
çalıştın. Sen nasıl bir adisin Âfet, nasıl bir cahilsin. Artık rahatım, rahat
rahat konuşabiliyorum, kas sandığım aşk yağlarımı erittim, yapım gereği
yıkmadan kuramıyorum hiçbir şeyi. Seni o yüzden yıkacağım ve senin yerine doğru
kişiyi kuracağım. Gerçekten seni fena sevmiştim. Evet, seni seviyorum hâlâ;
insan sevdiğini dııııııııt edermiş. Senden öğrendim bunu.
Bana
ilk günlerimizin sıcaklığıyla mektubunda “Kahraman” diye hitap etmişsin, etme,
ben Kahraman mahraman değilim, bana yaptıklarının diyetiyim. Borcunu
ödeyeceksin. Evet, elinden geleni yap, davadan vazgeçme, davanın da
dııııııııııt. Gelip sana yalancı şahitlik yapacakların, sonra konuşamama
ihtimali var, dillerini ellerinden aldırmazsam dıııııııııııt. Telefonunu
bekleyeceğim, korkma, ara, yoksa kork. Yemek teklifim çok uzun sürmeyecek, ama
hâlâ geçerli. Cesursan bu teklifimi kabul edersin. Cesur olmadığından eminim,
lütfen bir defacık olsun beni yanılt. Âfet, hâlâ kendini kandırıyorsun, nasıl
bu kadar çabuk kanıyorsun kendine, bu denli geri zekâlı olmamalısın. Gerçi,
demiştim ya, aykün altmışın üzerinde değil diye, bak nasıl da beni haklı
çıkarıyorsun. Öte yandan, bu yaptıkların ve söylediklerinle benim zekâma da
hakaret ediyorsun, “Baba” filminden bir esinlenme. Nermin’i durduk yere aileme
saldırttın, kendi adını benimle çıkarttın. Terk edilmenin acısını çıkarmaya
çalıştın sadece, yanlış yaptın, oysa ben seni terk etmemiştim, hâlâ terk etmiş
değilim. Üniversite ile adliye şahidimiz olacak, bölüm başkanı nikâhımızı
kıyacak. Aynı yastıkta kocayacağız. Üç talak hakkı birden bana ait olacak.
BU ŞİİR BİR
DIIIT ÇOCUĞU
ÇÜNKÜ SENDEN
DOĞDU
19 Mayıs
Sana
bir emrim var: O üç dıııııııt’la, hele hele de Nermin’le ortalıkta dolanmayı,
gizli gizli buluşmayı bırak. Kimin ne yaptığını harfiyen biliyorum,
herkesin bütün ritüelleri elimin altında. Onların ve senin çöp konteynırına
attığınız çöpleri bile adamlarıma karıştırttım. Yiyip içtiğiniz şeylerin bile
notlarını aldırttım, hangi markette hangi saatlerde alışveriş yaptığınızı,
hangi marka kıyafet giydiğinizi, Nermin’in hangi aralıklarla seviştiğini,
atılan prezervatiflerden tek tek çıkarmış durumdayız, Nermin çok azgın kadınmış
ama. Bu taktiği bir Amerikan filminden öğrenmiştim. Nermin’in tercihi, bu hayat
ve dııııııııt adamlarla birlikte olmak. Sen kimin tercihisin peki. Benim
olamadığın ortada. Fakültede şöyle bir laf dolaşıyor: Beyoğlu’nda Nermin’in
üstünden geçmeyen kalmamış, bunun benzerini emniyette polislerden de duymuştum.
Peki senin hakkında ne düşünüldüğünü merak ediyor musun, sanırım pek umurunda
değil. Perihan bir deist, güya deist diye nişanlından ayrılmıştın, yeni
bir nişan kıyımı mı bu. Deniz, ateist. Senin durumun onlarınkinden beter, ne
olduğun belli değil.
Akılsızlığınla
benim kalbimi dıııııııııt’tın, onu da Nerminler hard-porno kaseti diye
satıp para kazandılar. Öğrencilerimiz bizi izlemiş, çok beğenmiş. Ne de olsa
ben yakışıklıyım, sense çok güzelsin. O dıııııııııııt’ların da seks kaseti var,
fakat ilgi görmemiş; bizim sayemizde kendilerini pazarlamaktan vazgeçtiler.
Kötü yoldan kurtarmış olduk onları.
Şimdi yayınevinden çektiğim şiiri
sana gönderiyorum. Dosya ektedir. Bu şiir bir dııııııııııııt çocuğu, çünkü
senden doğdu. Büyütürsen sevinirim.
Kendine karşı
namusunu kolla.
Selam ile
Ben Âfet.
Selam ile
Ben Âfet.
15O GRAM ÂFET
YUTSAM İYİLEŞİR MİYİM
22 Mayıs
Ne
o Âfet, öğretim görevliliğinden psikiyatrlığa mı terfi ettin, mistir git Âfet.
Kafa mı buluyorsun benle, hayatımda şizofren görmemiş olsam, belki yutacağım,
belki “Âfet hastalığı”na tutulmuş
olabilirim, ne dersin ha, 150 mg Âfet yutsam iyileşir miyim, ne dersin ha. Bak
kızım, benle doğru konuş, pis-mis, fare vs. karşında o eski seni seven kişi
yok, ileriye ket vuruyorsun gibi geliyor bana.
Gönderdiğim
o şiirin bir dıııııııııııııt olduğunu söylemiştim sana, bir dıııııııııııt doğdu
diye senden teşekkür mü beklediğimi sanıyorsun. Sadece bil istedim, bu
duyguların değiştiğini, tam zıddının hangi boyutlarda, boyutsuzluklarda
olabileceğini bil istedim. Başka bir derdim yok, senden bir beklentim yok, sen
gerçek bir kadın olsaydın, yazdığım o tertemiz içli mektupları anlar, en
azından, beni hiç sevmediysen bile “aaaaaa bu adam beni karşılıksız seviyor”
diyip başını önüne eğerdin. Yanındaki o satılık kadınlar yok mu, böylesine
sevilmek için arlarını hatta canlarını verirler sevgili Âfet. Aşk ile leşi
birbirine karıştırdın. Taciz, leş kargalarının işidir; ben hâlâ kartalım ve bir
kartal olarak öleceğim. Birilerini kurtarmaya mı çalışıyorsun o kuş kadar
canınla. Onları boş ver bence, sen kendine dikkat et. Duygusuz partnerleri
vardır onların; başlarına bir iş gelse bedenleri iyileşsin diye onlarla
ilgilenirler. Seninle, benden başka kim ilgilenecek, abiciğin seni başından
atıyor, anneciğin bizden yardım istiyor, sen benden yardım istiyorsun, ben
başkalarından; ne olacak şimdi. Her şey birbirine girmiş durumda. Peki, biz
neden böyle ayrı gayrıyız. Orada öylece beni bekliyorsun, biliyorum, Meryem ana
gibi, ama arada ben olmadan İsa doğuramazsın. Bana bir oğul doğurabilirdin,
sağlıklı görünüyordun, değilmişsin meğer. Ruhen zaten dııııııııııtı yemiştin,
bedenen ise şu an topu topu 44 kilosun. Seni 52 kilodan şehrimizin plakasına
indirmişim, fena mı. Azra beni unutamıyormuş, sen benim yüzümden kilo
veriyorsun, ben neymişim böyle. Diyorum ki gelin üçümüz evlenelim. Sen zaten
aşıktın ya Azra’ya. Hem herkes muradına ermiş olur.
Biliyor
musun, aramıza o çalı çırpılar girmeseydi, biz şimdi başka boyutlardaydık, insan
eli değmemiş, manevi alemlerde dolaşmaktaydık, onun kokusunu almıştım, o koku
aylarca burnumda tüttü. Âfet, insan ilişkilerinden hiç mi hiç anlamıyorsun,
insan bir görüşte de aşık olabilir, ben seni ilk gördüğümde gözüme
kestirmiştim, bunu, sonra senden de gizlemedim, sen Malatya’ya ramazan bayramı
tatiline gittiğinde dört gözle geleceğin günü beklemiştim. Sense benden telefon
numaramı almadığın için hayıflanmıştın. Facebook’umda o iletin hâlâ kayıtlı.
Anneciğine de benden bahsetmişsin. Benim için çok iyi ve hoş biri demişsin.
Sevilmeyecek kız mısın ki seni sevmemiş olayım, sevdim, bunu da açık
yüreklilikle söyledim. İnsan, beş saatlik bir yolculukta bile yanındakiyle iyi
arkadaş olabilir. Bazıları internet üzerinde tanışıp evleniyor; ben günlerce
gezip tozduğum kızı beğenip sevince basitlik mi oluyor. O arkadaşların gibiler,
karşılıklı birkaç kadehten sonra geceyi birlikte geçiriyorlar. Ben kirliyim de
onlar temiz mi, yüzlerce günah ilişkilerine rağmen onlar gayet mutluyken ben
seni sevdiğim için mahkemelere düşüyorum, adalet mi bu Âfet. Matematiğin pek
iyi değil bence, yanlış hesap yapmışsın, şuan aramızda 8 aylık bir ilişki var.
Çok yakında çocuğumuz doğacak. Senden kolay kolay kopacağımı mı sanıyorsun, her
şeyin, benim bu çektiklerimin bir ödülü var. Bil, sence benim ödülüm nedir,
kimdir.
Bugün
veya yarın, bir şekilde seninle el ele o pisliklerin yanından burnumu tutarak
geçeceğim. Bunu birlikte başaracağız Âfet. Ben korkakmışım güya. Olabilir,
insanlık hali. Sapına dek erkeğim, bunu biliyorsun zaten, yine de
Beyoğlu’ndayız, durumu etrafımızdakilere de duyurarak söyleyelim de hakkımızda
dedikodu çıkarmasınlar. Kadından korkmam gerektiğini herhangi bir düşünürden
değil, bilakis senden öğrendim. Ne yani, kendi adresimden e-mailler atacağım,
sen de zıplayarak, hoplayarak elimde belgeler var diye ortalığa düşeceksin,
bunları yaptın Âfet, sende “özel” diye bir kavram yok, niçin özel adresimden
sana e-mail atayım ki. Savunmamı yeni verdim dekanlığa, sana zarar verme
ihtimali olan belgeleri sunmadım, sen benim elimle kirlenmeyeceksin, anneciğine
bu hususta da söz verdik ve sözümde duruyorum, Senin içinse olsun, ceza almaya
ta ilk günden hazırım. Son bir kez saflık yapayım. Senin için değil, o temiz
anneciğin için, o ucubelerden uzak durmanı sana salık veriyorum. Şakam yok bu
konuda, hiç mi hiç şakam yok. Gözümün önünde seni kirletmelerine izin
vermeyeceğim. Bir de yukarıda Allah var, yanlış anlama, yerde yok demek
istemiyorum, yukarıdan kastım, bu metnin yukarısı, ben senin için o çirkin sözü
kullanmadım, yanında Kur’an getir el basayım, inançlıysan. Senin rahat etmen
için değil, senin rahatsız olman için, beni boş yere şikayet ettiğini anlaman
için Kur’an’a el basarım.
Benimle
baş başa oturup iki kelam edecek yürek yoktur sende; bana cesaretten bahisler
açma. Medeni insanlar meseleleri konuşarak halleder kızım. Senle konuşmak
istedim, ta en başından beri. Azra, sen ve ben yüz yüze konuşacaktık, kaçtın.
Sebebini biliyorum; ama boş ver. Bu korkak ve özgüvensiz yapınla beni
psikiyatra götüreceksin, öyle mi. Tamam ben varım, teklifini kabul ediyorum,
buluşalım, beni psikiyatra göster. Hem senin için, hem benim içim rahat eder.
Söz ağızdan bir defa çıkar.
Kişilikliysen kişiliğini görmek istiyorum, beni şaşırt. Telefon numaramı
biliyorsun zaten. Bir alo.
SENSİZLİK SENDEN DAHA GÜZEL
OLEEEEEEEEEEEEEEEEY
23 Mayıs
Aylardan
sonra facebook’umu ilk defa açtım. Şöyle bir bakarken geçmiş günlerime,
günlerimin çatı katında sandığa saklanmış tuhaf bir kitap buldum. Kitabın
arasında sararmış bir mektup vardı, seninle ilk yazışmamız, lehime olan bu
mektubu bile dekanlığa sunmadım. Tanışmaktaki hızına ve olaylara dalışına bir
baksana Âfet. Senle bir defacık oturmuştuk oysaki, şizofrensem senden sonra
oldum. Hastasın, beni de hasta ettin sanırım. Akıl hastalığı grip gibi
bulaşıcıdır Âfet. Yok yok yine de ben gayet iyiyim, spor yapıyor, beslenmeme
dikkat ediyor, kitap okuyor, böyle işte ara sıra yazıyor, kendi halimde
Beyoğlu’nda dolanıyor, temiz hava soluklanıyorum kıyılarda romantik martılarla,
balıkların bir kısmı denizde bir kısmı ızgarada cız bız, ben neredeyim
bilmiyorum, giderek daha iyi oluyorum. Sensizlik senden daha güzel,
oleeeeeeeeey, biliyor musun? Çünkü benim hayallerim sensizliğe makyaj yapmakta.
Bütün sensizliklere.
Bir
defacık (20 Eylül) oturduğun bu adama minicik soğuk davransan, bir gram bile
yaklaşmazdı sana, bu adamın hiç de umurunda olmazdın. Her şeyi sen kendi elinle
bile isteye yaptın ve hâlâ bile isteye benden kopmamak için bahaneler bulmaya
devam ediyorsun. Beni 3 Kasım’da fakülteye şikâyet ettikten sonra da yakamı
öfkeyle yırttığım halde yakamdan düşmedin, senin gibi bir düğmeyi yakama aşk
ipiyle diktikleri belli. Bunu sen çok iyi biliyorsun. Seni anlamak üniversite
camiasını da aşacağa benziyor, post-modern kadın.
Âfet sana bir mesaj
gönderdi.
20 Eylül, 09:00
Ynt: merhaba
Kahraman Yalın ben
Merhaba.dun
döndum evet.ben de,neden telefonunu almadim Kahraman in diyodum..bi blogum
var.önce,oradaki altinda Âfet yazanlara
bi göz atar misin benim icin?sonra da,siirlerime bakarsin ve bana ek
bi is bulmam da
yardm edersin:) belki.
BEN OLSAM
MAZLUMUN ZULMÜNDEN KORKARDIM
24 Mayıs
Ne
oldu Âfet, sanırım korkudan dilini yuttun, cesaretin yetmedi değil mi karşıma
çıkmaya, beni psikiyatra götürmeye, yaptıklarından sonra korkmakta haklısın
cancağızım. Yine her zamanki gibi yalancı çıktın. Şerefim üzerine yemin ederim
ki, hiçbir şey kimsenin yanına kâr kalmayacak. Söyle onlara: Ben olsam mazlumun
zulmünden korkardım. Bundan böyle beni sadece bir defa göreceksin, bir öpücük
ve elveda.
Sadece
işaret parmağımı yollayacağım senin ve ötekilerin üzerine, o kadar. Bütün
kalbimle sevmiştim seni, aslan gibi kahramanca; şimdi değişen pek bir şey yok,
hâlâ bütün öfkemle seni her yanından seviyorum. Benle görüşerek bir şeyleri
yoluna koyabilir, öfkemi dindirebilirdin belki. Sen, benden korkularından
şeytana sığınan o kokonalara da düşmansın anlaşılan. Kimleri ne duruma
soktuğunu göreceksin. Şimdiden her şeyin müsebbibi sensin.
A
Ş K ÖLMEDİ YAŞIYOR HÂLÂ DAMARLARIMDA
A ş k olsun, dediğini yaptın Âfet, veda içerikli mektubumun ardından intihar ettin, saymışsın o mektuptaki kelimeleri, tam kelime sayısınca hap yutmuşsun. Sana ebedi veda edebileceğimi mi sandın, hayır hayır, e-mailin gönder tuşuna bastığım ân pişman olmuştum; fakat diğer yandan bunun seni rahatlatacağını, sana vitamin hapı gibi geleceğini sanmıştım, sanmıştım ki gerçekten ben senin gözünde çocuk tecavüzcüleri kadar rezil ve masumiyet canisi biriyim, en son bana öyle baktın, biri tetiğe bastı ki ağzını kocaman açtın, altın sandığın saçmalamalarını ortalığa saçtın. Stalin’in, Hitler’in emriyle kurşuna dizilmiş gibi hissettim kendimi; halbuki ölsen de sana veda edemezdim, bunları, evet şuan yazdıklarımı bu dünyadan geçsen de yine sana yazardım, bir şekilde, bir meleği tavlayıp ona birkaç mısra rüşveti verip sana yollardım, bunları inan yapardım, “aşk engel tanımaz” sözüne inananlardanım. Şu yazılan, yazıldıkça var olan duyguları küçümseme, onların da kaderi var Âfet, sen şuanda cümlelerimin Meryem anasısın, seninle besleniyor şuan bunlar, senin ruhunun memelerini emiyorlar Âfet, bizim, ikimizin çocuklarıdır onlar. Güç kattın bana, ikimizi yeniden diriltebilecek kadar som sanatkârız Âfet, bir de bu ölü benden kaçmasan, fakültenin ilk günlerinde yarattığımız beden, ruhuna kavuşacak. İstesem, avcıların bilindik yöntemleriyle avlayabilirdim seni, üstelik yeni yepyeni tuzaklar da kurabilirdim, ama canın lazım bana etin değil Âfet.
A ş
k olsun, dediğini yaptın Âfet, kanının son damlasına kadar sözünün erisin, doğrucusun, bunu
biliyordum en başından beri, sadece bu yönün için bile sana aşık olabilirdim,
oldum da, elden bir şey gelmez, biz aşkı seçmeyiz, o gelir bulur bizi en dar
anımızda, ara sokaklarda, aklımızın ceplerini boşaltır, çırılçıplak bırakır
bizi, bu yüzden utanırız, oramızı buramızı örtmek için birbirimizi giyinmek
zorunda kalırız. Âdem ile Havva hikâyesindeki incir yaprağı meselesi yalan,
onlar da birbirinin ayıbını örttü. Sevgililer, eşler birbirinin ayıbını örtmek
için vardır; ama bu çağın eşleri değil, benim zihnimde belirenler bambaşka;
bunun örneği olabilirdik, niye olamayalım, hâlâ genciz ve zamanımız var, çok
olmasa da yeter bence, birbirimizin ömrünü uzatabiliriz, bilimsel bir
yaklaşımdan yola çıkarak söylüyorum bunu. Âfet, intiharı
küçümsemiyorum, ama büyümsemiyorum da. Ben de intiharla kardeş kardeş yaşayan
biriyim. Bir gün onunla aramız açılabilir, kendimden vazgeçmemeye yemin ettim,
benle yaşamaktan bıkarsa, gitsin, eğer çok hoş bir şeyse intiharın kendisi
intihar etsin. Âfet, canına kıymaya hakkın yoktur senin, bu can bize ait değil,
bu beden emanettir. Vakt-i saati gelince canımızın sahibi gelir, elimizden biz
istemesek de bizi alır gider.
Cihat’tan duyduğum en kötü haber senin
intiharındı. İntihar kelimesi, bir anlık yanılsamayla öldüğün doğrultusunda
şişlerle, kırık bira şişeleriyle dolu bir hisse salıverdi beni, “dünya evine
giremesek de aynı dünyada yaşayalım, şimdilik bu da yeter bana” diye avunmuştum
aylarca. Ölmek, nasıl bir şey artık ölmeki anlatabilirim, ayrılığınla
bilgeleştirdin beni, senin intihar haberini aldığımda ölümü iliklerimin iliğine
dek duydum Âfet, bütün duyu organlarının kulağını tıka sen duyma, kıyamam sana
Âfet. Bu haberi aldığım ân içinde, binlerce ömür kabir azabı çektim. Zaten
farkında olmadan içten içe ağlamış, kanamışım, Nuh tufanını anımsatan bu durum
karşısında ruhum boğulmak üzereydi ki göz pınarlarımla içimi boşalttım,
rahatlattım, utanmadım öğrencilerimin yanında ağladım. Eve gittim, duvarlar
soğuk soluk baktı, annem sarıldı bana, dua etti sana, annemin karnına
sığamadım. Babamı soracak olursam, babam ölmüştü çoktan, kendi ellerimle
gömmüştüm. Niçin, kanlar içinde dipdiri görünen onu bırakıp çıkmıştım mezardan
bile daha ölüydüm daha o zamanlardan ben. Şimdi diyorum, sifon takmayı unutmuş
Tanrı bana, o denli kendimden tiksinmişim. “Âfet niye istesin ki, niye ak pak
bağrına bassın ki beni” dedim, ama bu sözüme inanmak istemedim, ne olur sen de
inanma; çünkü tertemizdim, yoksa unutur muydu ekber Tanrı sifon takmayı bana.
Âfet, bak çevrene, birçok insan ince ve kalın bağırsak gibi dolaşmakta.
Huylanma, demeyeceğim, huylan ve uzaklaş onlardan. Vardığın yerde ben olacağım,
atalarım gibi seni Tanrı’m diye kucaklayacağım, senin toprağının taşlarını
ayıklayıp peygamberden aldığım gül tohumlarımı ekeceğim sana, benle karışık sen
kokacaksın, benim kokumu alınca; gerçekten kendime has hoş bir kokum vardır ya
da varmış desem, daha doğru olur; oh be diyeceksin, ruhumuz göklerde uçacak bir
deniz dibi huzuruna erecek.
Benim şiddetli aşk sancılarım, hastaneye
gelmiş yeniden doğurtmuş seni, evet benim yüzümden günlerce yatağı anne karnı
sanmışsın, bebek pozisyonunda yatmışsın, onlar anlayamaz, damgalarlar seni
psikolojik sorunları var diye, bebeğim, kimseyle konuşmamışsın, normal, yeni
doğdun çünkü, nedir bu benzetmeler deme Âfet, hüsn-i talilden yardım alıyorum,
yoksa bunları duymaya dayanamaz kalbim, ben kalbimle dinliyorum seninle ilgili
her haberi. Sana doğum günün kutlu olsun diyorum. Artık senin doğum günün on üç
temmuz değildir, bil. Araştırdım, Şişli Etfal’den, bilgiler gizleniyormuş,
senin aşığın olduğumu öğrenince bana durumu anlattılar. Kaç ayda
toparlanacağını öğrendim. Konunun bir başka uzmanıyla senin durumunu görüştüm.
İyileşmen, toparlanman üç ay civarı sürermiş, altı ayda ise tam anlamıyla
kendine gelirmişsin. İşte, dayanılmaz bir sabırla, karşına çıkmadım, sana
yazmadım, sustum ve iyileşmeni bekledim.
Bu beklemek denen meret var ya, hayatımın en uzun dönemi oldu. Üç ay.
M.Ö. üç bin yıldan bu yana hazır olda, elinde silah ile adeta nöbet tutmak. Delirmek
korkusuyla beklemek; ama karşıma delirmek çıksa, onu bir kurşunla yere
serebilirdim, kurşun namluda, hazır olda. Nasılsın, diye soruyorum, cevabını
beklemeye beklemeye. Olsun, filozofça bir durum bu, sorularımı da cevaplarımı
da kendim pişirir yerim. Olsun. Sen incinme. Fena değilim Kahraman,
iyiyim.
Şöyle düşünmelisin sevgili Âfet,
sevgilim Âfet: Belki çok yakın bir zamanda nice mutlu günler yaşayacaksın, bunu
ben sana vaat etmiştim, senin etrafında dönen bir dünya gibi yaşamayı aht
etmiştim, o yaşanacak günlerin de bir canı, hayat hakkı var bence, zaman, biz
olmasak hiçtir, piçtir; beni kabul etmedin, bana güvenmedin, tamam, ama sana
güven verecek, seni sevecek; kesinlikle benim kadar sevemez, kesinlikle,
kesinlikle, kesinlikle; biri çıkacaktı, senle mutlu olacaktı, belki seni mutlu edecekti,
bu Tanrı’nın hoşuna gidecekti, Tanrı’yı bunlardan mahrum etmeye hakkın yoktur
senin, o biri kesinlikle benim; yeniden evlenecektin, çocukların olacaktı,
onlar dallanıp budaklanacak yeni meyvelere duracaktı, anneanne, babaanne
diyeceklerdi sana, o içten seslenişlerin sesini kesemezsin, senden bir soy
yürüyecek dünyaya, intihar denilen toplu katliamla o soyu yok edemezsin Âfet.
Öğretim görevlisisin, feyz alıyor senden öğrenciler, adam gibi kaç hoca var,
bir ananın kızı, bir ablanın-abinin kardeşisin, birinin yeğeni, birinin
arkadaşı-dostusun, onları intihara
zorlayamazsın Âfet, çünkü onların sen olan yanları yüzün üzerinde hapı yutmuş
oluyor Âfet. Birinin sevgilisisin Âfet, onu katledemezsin, ondan kaçıp da
kendini toprağa yem edemezsin, kurtlara, solucanlara değişemezsin onun göksel
aşkını. Ne olurdu sanki senin olsam; gözlerin bana baksa, ağzın beni konuşsa,
tatsa, ne olurdu sanki, tenlerimiz birbirine kavuşsa ruhlarımızın buluğ
çağında; ruhlar otuzlu yaşlarda ergenliğe girer bence; seslerimiz aynı evin
duvarlarında yankılansa, bu sesten çocuklarımız doğsa, 23 kromozom senden 23
kromozom benden alsa, bizim karışımımız olarak karşımıza çıksa sa sa sa.
Şurasında haklısın: Daha bir hayvandır çağımızda imansız insanlar. Ne yazık ki
beni onlardan biri sandın, kurt ile çoban köpeğini birbirine karıştırdın. Sen
bir koyundun, ben seni korudum yalnızca. Sen sana tehlikeydin, bunu ta ilk
günden sezdim, seni senden, sudan, havadan, ateşten korudum topraktan. Sense
beni, yem ettin aşk acısına. Biliyor musun Âfet, ne iri dişleri var şu aşk
acısının. Biliyorum, biliyorsun Âfet. Sen benden değil, intiharınla aşktan
kaçmaya çalıştın. Ben koca bir bahaneyim, senin için koca bir aptal.
İnanıyorsun, benden daha Müslümansın, ama neden, neden ve neden kendini ebedi
cehenneme atmak için uğraştın. İntiharlılar, sorgusuz sualsiz ebedi cehenneme
atılırlar, biliyorsun Âfet. Ben, o kadar mı kötü, cani, yılan, çayan, ateş,
irin biriyim. Sen evet sen tek başına sen, ikimizin de kurtuluşu olabilecekken,
niçin üstüme gelmeyerek beni ezmeye çalışıyorsun. Biliyorsun, bana
verebileceğin en büyük ceza, sana zarar vermendir. Keşfettin bunu, ne olur bir
daha yapma. Ben diyordum içten içe, Âfet’le aynı şehirde yaşıyoruz, arada bir
karşılaşırız iki yabancı turist gibi, ben senin o güzel yüzünün mistik
peyzajından Allah yüklü bir oksijen çekerim içime, ama bilemedim seni gün be
gün eriten, öldürücü bir karbondioksit olduğumu, göremedim. Affet benden nefret
eden sevgilim. Nefretini bile sevdiğim sevgilim. Affet beni Âfet. Bir tek senin
gözlerinde gördüm, fakülte panosundaki fotoğrafın da öyle, orada dikkatimi
çekti bakışlarımız benziyor birbirine: Hüzün ile karışık bir safiyet. Leonardo
Da Vinci'nin, haklı olarak yanından hiç ayırmadığı Mona Lisa’sındaki masumiyeti
gördüm sende, yemin ederim gördüm. O küçük dııııııııııtlar, sendeki onu, yok
etmek istediler, kısmen başarılı oldular da. O resimdeki masumiyetin minicik
bir parçası çağımın kaç kadınında var Âfet. İşte seni özel kılan şeylerden biri
de buydu. Sende bütün duygular güçlü ve yıkıcı yaşanıyor, beni kaybettin,
ayrılıkla baş etmek öyle her babayiğidin, kadının kârı değil, intihar adlı bir
bomba yerleştirir bu duygular adamın içine.
Hayatının filminde kötü karakter rolünü
hak etmiyorum ben Âfet, senin kahramanın olmayı ne çok arzulamıştım, sanırım
yönetmen büyük bir kıskançlıkla aramıza o dıııııııııt çocuklarını soktu,
halbuki onun sevgilisi Muhammet’ti. Anlayamıyorum ben bu kaderin ne yapmaya
çalıştığını, bazen herkes gibi o da saçmalıyor, ne yaptığını bilmiyor. Âfet,
hiç olmazsa beni nötrle, etkisiz elaman kıl, figüran kıl, beni bir aşk katili
gibi hatırlama. Aşkın kan ihtiyacı varsa, damarlarımdaki bütün kanı ona
bağışlamaya hazırım, kalbimle birlikte Âfet, ihtiyacın var mı, var mı bana,
bütün organlarımı ölmeden bağışlayayım ona. Bari koğucuların balçıklı
sözleriyle kirlenmemiş Kahraman olarak anılarında yaşamama müsaade et. Zaten
hilkatimiz yeterince kirli. Dünya gibi pis bir hamamda temizlenmeye çalışıyoruz
hepimiz. Geleceği de hatırlamakta zorluk çektiğimiz anılar olarak görüyorum,
öngörü denilen şey, geleceğin azıcık hatırlanmasıdır; başka bir şey değil. On
dakika öncesi ile sonrası arasında hiçbir fark yok, zaman aralığı arttıkça
öncesi ile sonrası arasında bir fark olduğunu sanıyoruz, ama aslında
yanılıyoruz, oyuna geliyor, kanıyoruz. Geçmiş ile gelecek arasında sen de ciddi
köprüler kuruyorsun, köprüye hiç gerek yok, çünkü arada bir vadi yok, benim
geçmişimle ilgilenmen bunun bir göstergesiydi, hele bir de geçmişimi öğrensen,
geçmişimin bir özü olan kitabımı okuduğunda bana karşı artan saygı ve sevgin
daha ne kadar artardı Âfet, ben kurtarıcı gibi yaşadım bugüne dek, fakat bugün
senden kurtuluşu arıyorum, bana sunabilecek büyüklükte misin. Soru işareti
koymuyorum, sana inanıyorum.
Yazmaktan boynum ağrıyor, boynumda
birazcık hasar oluşmuş, çocukluktan beri kitap okumam da nedenlerinden biri,
kendime dikkat etmem gerektiğini söyledi doktor, kimin umurunda. Sapığım evet,
okuma ve yazma sapığı. Bulduğum her boşluğu döllemem lazım, her ânı, kağıdımın
örsünde, yazmam, ateşinde kızartıp kalemimle dövmem, genişletip içine kocaman
bir yaşam koymam lazım; bu, Tanrı’nın yarattıklarını beğenmiyorum anlamına
gelmez elbet, yeni âlemler kurmak benim tek amacım, senle çocuk cıvıltılı minik
bir ev inşa etmek istemiştim, suç mu bu Âfet, suç mu bu. Okumak kolay, ya
yazmak, cehennem gibi bir şey değil, asla, cehennemde bir cennet kurmak ve
orada yaşamak gibi bir şey aslında. Sen söz konusu olduğunda cennet; yazmaka
benzetilebilecek bir şey oluyor, cehennemin dibine düşüyor adeta. Cennetteki
hurilerin ne anlamı var Âfet, şu dünya cehenneminde sencileyin bir sevgilim
olmadıktan sonra. Cennetin de anasını satıyım. Ama cehenneme de girmek istemem,
kendimi indirgenmiş hissederim, ne işim var o aşağılık yaratıklarla aynı
mekânda. Tanrı bana özel bir cehennem yaratsın, tek başıma yanmak, cezamı
çekmek isterim. O herifler, kadınlarla birlikte olmak cehennemlerin en büyüğü,
işte Âfet, aramıza girenler, öylesi kişilerdi. Belki yansıtma tekniği
kullanıyorum, belki suçun çoğu bendeydi, olabilir, fakat onların ne işi vardı benim
suçumun içinde, suçumu tuvalet gibi kullandılar, demiştim ya işte ispatı, ince
ve kalın bağırsak onlar. Evet, böyle psikopatça bakıyorum, onlara böyle bakmaya
da devam edeceğim. Sen, kocaman bir kalp gibi yaşıyorsun İstanbul’da, bense
sana kan, sana damar olmak istiyorum Âfet. Sen, o kadının sütünü emmişsin,
kirlenemezsin, eminim. Kendimden biliyorum, kız kardeşlerimden biliyorum,
sevgilim-Malatya’nın toprağından, suyundan, güneşinden, ayından, genlerinin
kayısılarından biliyorum. Bu yüzden seni çok seviyorum, bu duygularıma kimse
engel olamaz. Ne kadar cahilce ve ilkel yöntemlerle saldırdın bana. Bunların en
ilkelini kuşansaydın kazanacaktın savaşı ve beni, sevseydin keşke. Sevmek en
eski ve ilkel duygudur Âfet. Aşkla yaratıldı evren, senin evin, mahallen.
Senin karşına çıkmak kolay mı
sanıyorsun, hayatı boyunca, düşmanlarımı boş ver, sevdikleri tarafından
sevilmiş, taltif edilmiş benim için, senin karşına çıkıp da yoktan yere
azarlanmak, saçma sapan adamlara yapılacak muameleye maruz kalmak kolay mı
sanıyorsun Âfet, gök kadar derin seviyorken seni, yerin dibine sokulmak kolay
mı sanıyorsun Âfet, hisli bir kalp taşıyorum ben Fuzuli dedemizden almışım onu
sanki Âfet, senden sonra bir kalp gibi dolaşıyorum şehrin gövdesinde Âfet,
adeta incinmek için bahaneler arıyorum. Bedensiz yapamaz bir kalp, bu yüzden
evime çekildim. Duvarları gövdem bildim, ne soğuk ne sert ve ne kalın bir yalan
söylemişim kendime değil mi Âfet. Kendimi kandırmam zor olmadı, şairim ne de
olsa, bende tehlikeli ve büyük yalanlar var. Gerçeği kulağıma fısıldarsam,
namluda bekleyen o gerçeği öğrenirsem, beynimden vurulmuşa dönerim Âfet. Bu maçın şampiyonu sensin, kaldır elini
havaya, büyük bir gururla selamla milleti ve sonra bağır, avazının çıktığı
kadar bağıııııııııııııır: Sizin gibi dıııııııııııııııtlara rağmen işte
buradayım a ş k
ölmedi yaşıyor hâlâ damarlarımda.
BULDUM:
SEN BENDEN DEĞİL
BENSİZLİKTEN
KURTULMAK İÇİN İNTİHAR ETTİN
Merhaba
Sevgili Kahraman,
İlk mektuptan bugüne ne çok şey konuştuk, ne çok ruh badireleri atlattık, yazdıklarımı okudum da: Gittikçe aşk-öfkemin şiddeti artmış. Nasıl oldu bu, senin sayende, aylardır gündemime baş manşet düşmen sayende. En son attığın terk edilmişlik hıncıyla dolu mesaj, beni ironik bir şekilde ringe davet ediyordu, iyileşmekte olduğunun da bir göstergesiydi, farkındayım hareketi seviyorsun, ceylan ruhlu bir kısrak gibisin, benden ve benle uğraşmaktan hiç vazgeçmeyeceksin, vazgeçmeyebilirsin. Fakat şunu bil ki, ben, o hakaretleri hak etmiyorum, ötekilerdir o şerefsizler, bizim yaşadığımız gerilimi erotik film gibi izleyenler ötekilerdir Âfet. Davetine icap ettim Âfet, ama sana değil, kendime yazıyorum şimdi.
Duydum,
doğruysa tabii, zaten bana yazmıştın: “Kahraman’dan kurtulmak için intihar
ettim.” Nermin’e göre yalan söylüyormuşsun, aslında beni deliler gibi
seviyormuşsun, gururundan aç köpeklerin önüne kendini atıyormuşsun, böyle olsa
da senin ağzından çıkan haliyle; ona inanır, onu bir ayet kabul ederim ben,
sen, benim en yetenekli yalancı peygamberim; dikenli tel topacı gibi gelip beni
bulan bu söz, ne çok yaraladı ruhumu biliyor musun. Birbirimizin yaralarını
birbirimizin teniyle kapatıyorduk, o ilk bir hafta, on günün tadı hâlâ
damağımda, ruhani anlamda hiçbir kadın bana, hem de hiç dokunmadan bu tadı
vermemişti. Belki de bütün sır bu dokunmamakta gizli. Evet, senden önce bir
kadını sevdim, daha toydum ve birazcık çocuktum, büyük bir tutkuyla onunla
evlendim; aşk, kişilik uyuşmazlıklarını alt edemiyormuş, onu anladım. Her şeyi
atladım ama olmamalıydı, şiirimi kıskandı, hayatımı daraltmaya çalıştı, ondan
ayrıldım; çünkü evlenmeden önce açıkça söylemiştim ona: “Şiirim senden önce de
vardı, sonra da olacak, onu kıskanma.” Ama senin için, bir tek senin için şiiri
bile bırakabilirim Âfet, şiirle doğmuş bir şair için, ruhunu terk etmek
anlamına gelir bu. İstersen sına beni Âfet. En fazla, gizli gizli bir yerlere
karalarım seni, çünkü şiirim sen olacaksın, bunu söylerken bile dayanamayıp
kararımdan vazgeçtim, senle daha bir ufuklanacağımı ummaktayım. Sanırım yerine
getiremeyeceğim bir taahhütte bulundum, yok yok şiiri bırakamam Âfet, öldükten
sonra bile yazacağım, ama şiiri senin emrine köle gibi sunacağım Âfet, bu daha
akli. Şiirin yardımına ihtiyacın olacak, çünkü sana olan aşkımı tek başına
kaldıramazsın. Gel ve seni armağan et bana ve Türk edebiyatına Âfet. Senden
sonra Tanrı bile aramızdan çekildi, sustu, artık senden alacağım ilhamla,
ölümsüz daha nice eser vermek istiyorum. Nabal altında kalma Âfet. Bunlar hep
pragmatik şeyler, biliyorum, ama senin aklını çelmek için birer bahane
biliyorum; kalp için yapacak bir şey yok, sevdiyse sevdi, sevmediyse sevmedi,
bitmiştir, bir defa ise sevmeye görsün, bitmiştir; fakat senin kadar güzel ve
az bulunur bir bahane. Kendini seviyorsan, beni de seviyorsundur Âfet. Önce
kendini sevmeyi dene, ölmeyi ertele; o zaten gelip bulacaktır, bir gün, yaşamı
ölesiye sevsen ve ölümden ölesiye kaçacak olsan da gelip bulacaktır, seni bir
vuruşuyla toprağa uzatacaktır. Ölmek için acele etme.
Paylaşılamayan
bendim Âfet, Azra ve senin aranda bir kurbanlık gibi kaldım, kollarda,
bacaklarda bir sorun çıkmadı, ciğerleri bölüştünüz, kaburga kemiklerime Âzra el
koydu, sıra kalbime gelince bir tartışmadır koptu. İkiniz de akıl edip kimi
istediğimi kalbime sormadınız. Dediniz, “ikimizin de olmayacak bu adam”,
kadınların geleneksel bir şekilde erkeği harcayışıydı bu, çok da yabancısı
değilim bu iğrenç taktiklerin. Öyle rol yaptın ki, kendini paylaşılamayan kadın
gibi gösterdin herkese, kısa bir süre tabii, artık her şey şeffaf, aydınlık,
komik çok komik. sanırım sen basit bir kadınsın seni istemiyorum sanırım
sanmıyorum yok yok öyle değil âfet dürüsttür hadi be sen de niçin savunup
duruyorsun âfeti yoksa gözün mü var onda ne alaka âfet benim dünya ahiret bacımdır
ha iyi o zaman ben kiminle konuşuyorum sen kimsin bu arada kendini tanıtsana.
Hak geldi, batıl zail oldu, intiharın, elektriksiz köye elektrik gibi geldi
Âfet, intiharınla beni çok şükür, kirli dünyanın gözünde temize çıkardın.
İleriye dönük siyasi ataklarım olacak, bu meseleyle kimse karşıma çıkamaz
artık, seni belgeler halinde topladım, dosya halinde kenara koydum. 19 yaşımdan
beri buna dikkat ediyorum.
Suçlarımın
geneli temizdir ve davam ile ilgilidir. Siyasi olaylar nedeniyle soruşturma
yaşadım evet üniversitede, sebebi başörtülü arkadaşlarımıza yapılan hakaretlere
dayanamayıp profesöre karşı tepki göstermem ve onunla çok sert bir tartışmaya
girmemdi; tek erkek bendim, üniversitede dindar geçinen ne arkadaşlar vardı,
ama duruma tepki koyan ve bu mesele yüzünden soruşturma yaşayan tek erkek
bendim. Ne ki, soyum sopum, yeni nesil farklı, büyük oranda başörtülüydü ve
benim Müslüman memleketimde kardeşlerim zulme maruz kalıyordu. Dayanamam, oldu
bitti haksızlığa karşı tahammülüm yok. Sen de hayatıma haksızlıklar anası gibi
girdin, ama istersem seni dııııııııııııt, senin bunu şiddetle arzuladığını
hissediyorum. Ama ben, bilemiyorum, bir türlü karar veremiyorum, ben istersem
dıııııııııııt, ama karar veremiyorum.
Atalarım
gibi ben de aşka susamış bir adamım, bu yüzden Karacaoğlan’ı giyinip pınar
başlarına uğradım. İstanbul’un bütün çeşmeleri kurumuş neyleyim, barlarda fıçı
başında mı türkülerimi çığırayım kızlara. Senin Beydağı’nın sulak eteklerinde
büyümüş olmana kandım, oysa sen de kurumuş çeşmeymişsin göremedim. Projektör
gibi vurmuşum sana, sanmışım ki ışığın kaynağı sensin, yüzündeki pudrayı nur
sanmışım, allıklı yanaklarını elma, rujlu dudağını kiraz, ah ben ne aptalmışım,
seni Malatya’yla karıştırmışım. Hayır, aptal değilim ben, çünkü bu
yazdıklarımı, bir gün gelecek gerçek sevgilim okuyacak ve Âfet imgesini
kullanarak kendine seslendiğimi anlayacak, serenatlar yaktığımı, bir koklayışta
anlayacak bu yazının bir kır bahçesi olduğunu. Aslına bakarsan Âfet, şuan benim
gözümde hiçbir kadından farklı değilsin, benim için bir bahanesin, gerçekten,
yıllardır bir sevgilinin peşindeyim, bütün aşk şiirlerimde ona seslendim, sen
1.73 boyunda kuklasın yalnızca, belki diyorum, sevgilim senin içine
saklanmıştır, benim sesimi duyunca tanıyıp oradan çıkacaktır. Merhaba Kahraman
merhaba, seni çok seviyorum, Âfet’ten de çok seviyorum, diyecektir. Onu umdum.
Yanılmışım. Senin ne içinde ne dışında bir kadın var, sen cinsiyetsiz gibi
yaşıyorsun adeta, sana melek diyebilirim, böylece daha doğru bir benzetmede
bulunmuş olurum. Benim aradığım kendi aklıyla hareket edemeyen, kendi kararını
veremeyen senin gibi bir salak melek değil, asla değil asla asla. Şuanda sen
var ile yok arası bir varlıksın adeta, bir kesinliğin yok, sesini unuttum
sanki, çok geçmez yüzünü hatırlamakta zorlanır, başkalarıyla karıştırabilirim.
Peki sen benden kurtulacağını mı sanıyorsun, hayır Âfet, hayır. Buradan aklına
da düşüreyim: O meşhur arama motoru google’dan adımı girmen, görselleri
tıklaman yeterli, elinin altındayım. Ummadığın bir anda, evinde birden bire
karşına çıkabilirim, benden kurtulabileceğini mi sandın. Peki nasıl, tv’de, hiç
aklına gelmeyecek bir program ile. Gazetelerde, yeni çıkan bir kitabım ile,
skandallarım ile, sıradan bir hayat yaşamadığım ortada, ne bileyim işte,
teknolojik gelişmelere göre daha daha başka şekillerde. Kırkıma geldiğimde
Âfet, eserlerime ve reklamsız kendi yarattığım okuruma doya doya bakacağım,
göreceksin piposuz ama sırf senin için pipoluymuş gibi poz vereceğim; şimdiden
o fotoğrafı kes ve duvarına yapıştır.
Hayatıma girerek göverecektin, fakat olmadı,
çünkü bir tohum bile değildin değil miydin acaba sıradan da mı değildin sen
benim gerçekten beklediğim sevgilim miydin yok yok değildin din miydin neydin
kimdin bendim sendim kim karıştırıyorsa aklımı kimin gözü varsa âfette alsın
onu başımdan dıııııııtsın gitsin. Yok yok, gitme bir yerlere toprağım kal,
ihtiyaç duymayacağım bir miras gibi hep bana ait kal. Başkasının olamayacaksın;
çünkü sen, başkasının önündeki en büyük engelsin, seni on gün içerisinde yeni
baştan yarattım, benim son bir dokunuşumla kusursuz olacaksın, biliyorsun bende
seni kraliçe yapacak sihirli bir aşk asası var. Sana dokundurup
dokundurmayacağım konusunda tereddütteyim.
Cihat’la
haber göndermiş bana Nermin, “Âfet, deli gibi aşıkmış Kahraman’a, fakat ondan
nefret ettiğine bizi inandırdı, bize yalan söyledi.” Aslında o dııııııııtlar ta
en başından beri hakikati biliyorlardı, bilmiyormuş gibi yapmak, beni küçültücü
tuzaklara düşürmek işlerine geldi ve bu sayede amaçlarına ulaştılar. Selam
vermeye bile değer bulmadığım, tiksindiğim kişilerle muhatap ettin beni Âfet.
Onlara demişsin, “İntihar ettikten, hastaneden eve döndükten sonra okudum son
mektubu.” Her şey aynı gece olup bitiyor Âfet, mektup ve intihar, aynı gece.
Ölümle yüz yüze gelip tertemiz olmuşken-olman gerekirken daha ne diye yalana
sığınıyorsun. Bunun kimseye faydası yok, birilerinin lafından tedirgin
oluyorsan, boşuna, çünkü kimsenin umurunda değilsin artık. Yorgan gitti kavga
bitti, döşek ise sensin burada. O lezbiyen karıların hepsi senin üzerinden
geçtiler, ilk defa kadınlardan hamile kalan kişi olacaksın, büyüyen karnının
hâlâ farkında bile değilsin Âfet. Bana kati surette döndüğün zaman gerçek
olursun, dönsen mi bilmem kabul edebilir miyim artık seni ederim aaaa ne
münasebet. Yanında sevgilisi yoksa bir kadının veya erkeğin vitrindeki
mankenlerden farkı kalmaz. Niçin giyinir kuşanır, niçin süslenir bir sevgilisi
yoksa, böylesi bir kadın bütün erkekler içindir, için midir dönsen kabul eder
miyim seni niye etmeyeyim ki seni çok seviyorum kimseye değişmem ama hiçbir
şeye değişebilirim seni hiç sevmiyor olabilirim olabilirim hayır hayır
olabilirim.
Sana
soyumu emanet etmek istemiştim, çocuklarımız olsa, sen var ya sen, bir
kızgınlıkla, sırf benim soyumu kurutmak için, lunaparka gidiyormuş gibi onları
da alıp yanına, Boğaz’dan atlarsın aşağıya, ama yapamazsın hayır yapamazsın,
anne olunca ne demek istediğimi anlarsın. Sen bir kadın bile değilsin daha,
anne olmadan aklı başında bir kadın olamazsın, adın olamaz. Dede Korkut
hikâyeleri eksik kalmış, orada Korkut Ata der ki: “Bir kız evlenip de bir yiğit
doğurmadan ona ad verilmeye.” İşte Dede Korkut’un en eski halinde geçen bu
ifadeyi senin gibi feministler, anlatının yazıya geçirilmesi sırasında kitaptan
çıkarmışlar. Bunu delilleriyle ispatlayabilirim. Zaman bulabilirsem bu konuyu
ele alan bir makale yayımlayacağım zaten.
Benim
çevreme ve kafa karıştıran aurama bakarak herkesle düşüp kalktığımı düşündün,
saçma sapan pornografik düşün içine düştün: Hey Allah’tan korkmaz, onca ürün
yayımlayan, onca işle uğraşan ben, tahayyül ettiğin gibi iğrenç biri olsam,
nasıl bunca işin üstesinden gelebilirdim ki, hem İstanbul’da beni
etkileyebilecek kaç kadın var ki, çıkmadı daha, çıkması da zor. Güzel bedenli,
çirkin ruhlu kadınlar bana göre değil. Güzel ruhlu, çirkin bedenli kadınlar da
bana göre değil. Ben arıyorum, huyu, suyu, soyu ve kendi güzel olanı, en
azından azıcık inançlı olanı, insanlık var olalı beri kadının dindarı bir elin
parmaklarını bile geçmez. Zehair-ül Ukbâ kitabının sahibi, İbn-i Abbas’tan peygamberimizin
öyle buyurduğunu rivayet etmiştir: "Dört kadın, kendi dönemlerindeki kadınların en üstünleridir.
İmran kızı Meryem, Mezahim kızı Asiye, Huveylid kızı Hatice ve Muhammed kızı
Fatıma. Ve onların en bilgilisi Fatıma’dır." Kadınlardan peygamber
çıkmamıştır. Nitekim, peygamberlik dünyanın en zor görevidir ve de bir hak
edilmiş, seçilmişliktir. Biz şairler ise, yerde
peygamberlerin gölgeleri gibi dolaşırız, hem ilham da göklerde uçan vahyin yere
düşen gölgesidir. Unutma Âfet, sorsalar bana, “sen peygamberlerden hangisinin
soyundan geliyorsun”, hiç düşünmeden, tereddütsüz derim, “ben Yusuf’un soyundan
geliyorum.” Evet, aynı anda iki kişiyle yatıp kalkıyorum, grup yapıyorum,
kimlerle dersin: Yazmak ve okumakla. Sen bana döneceksen, bunların üzerine kuma
olacağını da bilmelisin. Onları asla boşamayacağım, onlar, seni kıskanarak
edebiyat mahkemesine başvurup beni boşarlarsa başka. Bazen diyorum: “dengimi
nasıl bulacağım ben bir ermişken, annemin iki göğsü iki melek, ben onları
emmişken.” Yüceliğim ürkütüyor seni, yükseklik korkusu var sende, ama cesur
olmalısın, daha tehlikelidir yeryüzü; bir defa düşmeyegör mezar denen uçurumdan
aşağıya, seni ham diye yer. Musa dışında kimsenin gömüldüğünü görmedim göğe,
bir de dinlenmek için İsa çekilmişti, yıldızları kum, çakıl taşları gibi
toplayıp senin ruhunun türbesi yaparım, şairsem bunu başarabilirim. Havvam
olabilirsin, benim ile ölmen bile sana hava katabilir. İlk defa toprağı
kıskanacak gök, bizim sayemizde. Gök de keşke bu iki aşık gibi ben de topraktan
yaratılsaydım diyecek, fakat maceramızı öğrenince arzusundan hemencecik
vazgeçecek. Tek başımayken yukarıda da belirttiğim gibi sürekli sen oluyorsun
yanımda, çünkü ben kimi veya neyi yazıyorsam o yanımda biter, nereyi yazıyorsam
oradayımdır; seni yazıyordum, karşımdaydın, peki dışarıdaki sen kimdin,
Hamurabi’nin önünden benimle geçen senmişsin, inanmışsın o kişinin ben
olduğuna, nasıl da sarılmışsın, kafanı omzuna koymuşsun, vallahi Âfet, hayalimi
kıskandım; yanımdaki seni bırakıp koşmuştum İstiklâl’deki sana, hangisi daha
gerçekti, anlamak istedim, dışarıdaki sen beni benle aldatıyordun, dayanılır
şey değildi, Hamurabi’ye hayalinin yanına döndüm, o beni çok seviyor, merakla
bekliyordu. “Apar topar nereye koştun” diye sormadı bile bana, sen olsan neler
yapardın, boş ver gerçeği, böylesi şahane, etin kemiğin dışarıda kalsın,
sokaklarda dolansın ruhun benim yanımda ya, cesedin kimle yatıp kalkar hiç
umurumda değil, yok canım, onu da ortada bırakmayacağım kendi gövdeme gömecek
sıcaklığımla dirilteceğim; herkes kurtçuk, solucan gibi dolaşıyor bu şehirde
yedirmem seni kimseye, biraz sabredeceğim.
Seni, daha önce de söylediğim gibi, 23-4
yaşında sanmıştım. Beğenmiştim, çok beğenmiştim, bu estetik bir şeydi, asla
şehvi değildi. Şehvi olsa ne olurdu, mühim değil aslında, sonuçta güzellik
sanatsal bir şehveti içerisinde barındırır. Ama hissettiğim şey gerçekten, yeni
geldiğin bir şehirde sana yardımcı olmaktı, başka bir şey değil. Evet, çirkin
olsan sana yardımcı olmak istemezdim, bu anlamda bir bencilliğim var, ama bu benim
işte, değişmeyen ben, diğer yandan sosyal arkadaşlarımızın bile güzel-yakışıklı
olmasına çoğu kez dikkat ederiz, özellikle de ilk gençlik ve gençlik
yıllarımızda. Bu bir Tanrısal huydur. Tanrı dahi bizi bir ayıklamaya tabii
tutacak, cennetine en iyilerimizi koyacakken benim hayatıma girecekler
hususunda minicik bir seçmede bulunmamın nesi yanlış olabilir. Sana vuruldum, o
kadar, vurulan benken nasıl zarar verebilirdim ki sana, asıl zarar verecek
şeyin kenarda seni beklemem olacağını neden sonra anladım, gerçekten üzgünüm.
Kalbimle birlikte kafam da karışmıştı, bu işin içinden çıkamadım, üzgünüm.
Keşke biraz kolay olsaydın, yok yok, kolay olsan kirlenirdin, böyle daha
iyisin. Benim olmasan da, hakkını yemeyeyim, kusursuz iyisin. Biraz saflık ve
salaklığın da olsa, onlardan bende de biraz var, iyisin. Korkularınla kendini
korumana bir diyeceğim yok, iyisin.
İstiklâl’in
bir ucunda sen, diğerinde ben, düello yapalım, Azra(il) hakemlik etsin,
vurulanın cesedini ölçsün, kefenleyip kaldırsın. İnsanlar insanlar insanlar
ucuz barlara kaçsın, sonra Hollywood filmimizi yapıp para kazansın, Amerika
sözde ekonomik krizden kurtulsun. Ne dersin Âfet. Sana
kavuşamayacağım açık, işte bu yüzden hiç mi hiç affedemeyeceğim aramıza
girenleri. Onlar şaşılığa aşık bir şirk ehli, benden korkarlar, çünkü
korktukları diğer şeyler gibi beni de çift görüyorlar, çokluğumdan tırsıyorlar,
halbuki ben tekliğimle güçlü ve büyüğüm; evet onlar şirk ehli, yoksa
kendilerini Tanrı’ya neden ortak koşsunlar, iman edebilmek için bence tez elden
bir göz doktoruna görünmeliler. Sen de farkında değilsin belki
ama aramıza girenlerdensin, senin aramıza girmen dahi beni mutlandırmış,
umutlandırmıştı. Peki sen Âfet’sin, ben Kahraman, onlar kim Âfet, onlar, senin
yarattığın onlar. Seni, cennetin son katı olan yüce aşkımızdan intihar denen
cehenneme iten onlar, birer cehennem zebanisi; bana Cihat’la haber yolluyorlar,
“biz kenara çekildik, Âfet’le Kahraman ilgilensin” diyorlar. Yok canım,
sağlıklıyken sen onlarındın, hastalandın benim oldun. Önemli değil, her halinle
başımın tacısın, sorun değil, sorun onların hainliği. Onlar, seni böyle
birdenbire terk edemezlerdi, gereken cevabı onlara verdim, sen iyileşene kadar
senle ilgilenmelerini emrettim. Yok öyle kolay kurtulmak, girdiniz bu işe,
sonuna dek gideceksiniz. Ya sen kurtulamasaydın, ben hapse girermişim, hapisten
şiirlerimi yazarmışmışım, canıma minnet, fakat hapse girmeden onlara yapacağımı
bilirdim, bilirdim. Onlar farkında değiller, zaten sen buralardan gitseydin,
ben, kendime hapsolurdum. Bunu anlayamaz kedi, köpek gibi yaşayan ve çiftleşen
insan kılıklı yaratıklar. İşin en iğrenç ve üzücü yanı ise beni onlarla aynı
kefeye koymandı. Onlar cennete gitse, ben cenneti yakar, cehenneme giderdim. Aşk
ateşi mahvetti beni, belki cehennem iyileştirir. Sen ölmeyi başaramadın, çünkü
seni deliler gibi seven biri vardı geride, onu bırakamadın; düşman bellediğin
benin seni ölesiye sevmesi ne yaman çelişki. Var eden çelişki, Tanrı kadar
büyük çelişki.
Çok
yalnızım Âfet, evi yıkılan bir kapı kadar umutsuz, yere düşmüş bir pencere
kadar karamsarım. Bu metafizik yolculuk çok sarstı beni, Karayolları Müdürlüğü
iyi çalışmamış Âfet, adım başı çukur var, Orhan Veli gibi bir çukura düşüp
ölebilirim, senin –güzel- yüzünden sarhoşum zaten, ruhum mide sorunları
yaşıyor, senin gibi ben de kendimi kusuyorum, ne azalmaz şeymişim ben, bu
halimle bile yürürken yolları sarsabiliyorum, bir de gelsen, mutlu olsam,
yeryüzünü tepsi gibi parmağımda çeviririm. Yok yok gelme boş ver sen beni,
dünyayı kendi halinde yuvarlak bırakalım, düzeltmeyelim boş ver. Şuan, yazarken
seni, yaşamış oluyorum, bu bile yeter bana; fazlası ne, fazlası kim, apaçık
ortada, fazlası sensin Âfet. Eğer sen küçük adam aşkı arıyorsan defol git,
zaten sokakta çok var onlardan. Yalan söyleseydim sana
Âfet, şimdiye dek çoktan kanardın bana, çünkü yalan söyleyen herkese kandın,
sırf bu önermelerden yola çıkarak benim yalancı değil, gerçekçi olduğum
sonucuna varabilirsin, o mankafanı azıcık çalıştırsan.
İntiharın
üzerine düşündüm, bir cevabım var cebimde: Âfet, sen benden değil, bensizlikten
kurtulmak için intihar ettin.
CANIM
CADIM: “MULLİ CEDO”
İranlı yazar, şehit Mustafa Çamran’ın “İnsan ve Allah”ını okuduğumdan beri; 14-5 yaşlarımdaydım, dolayısıyla sen de 11-2 yaşlarında oluyorsun, komşu mahallede oturuyorsun; telepatiye inanıyorum, telepati: Bilişimin ulaşmak istediği nihai nokta. Ben seni derinlerden bağlayan kalın duygu halatlarıyla düşündükçe benden kopamayacaksın. Bunun tersi de elbette benim için geçerli. Ne olacak, ölene dek bu ıstıraplı hâl devam mı edecek, ise etsin. Beynimin kullanmadığım bir kısmına seni düşünmesini emrederim, olay biter. Bir ömür boyu seni düşünmek psikopatça bir şey, tam bir şair görevi, ama seni düşünmekin mükemmel bir tadı var. Artık sen de biliyorsundur canım cadım. Zaten bir yıl oldu, bıkmadın bu mistik tattan.
İkimizin de üniversitesi değişti,
yeni ortamdaki hocaların sadece birkaçıyla tanışabildim, soğuk geldiler bana,
öğrencileri çabucak benimserim, daha görmeden sevdim desem inanmazsın; gençleri
yetişkinlerden çok daha fazla önemsiyor ve aynı zamanda onlara akran bir ruh
taşıyorum. Sana kızgın değilim, sadece kırgınım, olsun diyorum: “Âfet gönderdi
beni bu üniversiteye, ulaşabilmek için her gün üç saatimi yolda harcasam da bir
bildiği vardır onun.” Bu tırnak içindeki düşüncem, içimin şu karlı günlerinde
beni ısıtmaktadır. Ne dıııııııııtlar var, görüyorum, sadece Beyoğlu’nda değil,
işte şu daracık caddesiyle Gültepe’de, işte Kanyon’da bize nispet yaparcasına
el ele tutuşmuş geziyorlar, sarmaş dolaş olmuş öpüşüyorlar, onlar mahkemelik
olmadan ayrılacaklar, çünkü işi iyi biliyorlar, ipi sağlam kazığa bağlıyorlar,
ben aklığımla kirlettim seni değil mi Âfet, başka bir zararım olmadı sana.
benim kollarıma seni değil soğuk kelepçeleri uygun gördün sen Âfet sen. Benim
içim tutuşmuş kimin umurunda. Bir ev yansa itfaiye gelir, benim içim yanmış kül
olmuş kimin umurunda. Dıııııııııııııtları bile kıskanır oldum Âfet. Halbuki
benim soyum sopum belli, kendi tırnaklarımla toprağı kazıp ruhumun köklerini
gösterebilirim sana Âfet, bizim için çalan şu müziği azıcık anlasana. Ama
itiraf edeyim ki, yeni yeni kendimi toparlıyorum. Son birkaç aya kadar her şey
bayat ve berbattı, kaç gün evden çıkmadım, küflenmiş ekmek yedim; kirlendim,
banyoya bile girmedim, çevremdekiler için tanınmaz bir Kahraman oldum, dört
duvar arasında kaldım, doğal olarak ekmek gibi sertleştim, dipsiz polemiklerin
içine taş attım, iyi yaptım. ŞİV ile bir haklı kavgaya giriştim, Tarık Yıldız
ile mahkemelik olmak üzereyim, araya birileri girdi, durumu düzeltmeye
çalışıyor, olmadık sorunlardan dolayı adeta sinir nöbetleri geçirdim, üç defa
karakolluk oldum. Yıllardan sonra, karakola ilk defa senin sayende (!) gittim,
bu bende sanırım, alışkanlığın da ötesinde bir tike dönüştü. Sabır denen şey
terk etti beni. Kafamın içinde yanan bir şeyler var sanki, aklım duman. Genel
yayın yönetmenliğini üstlendiğim yayınevinden ayrılma kararı aldım,
bırakmadılar peşimi. Şimdi, doğru dürüst kimseyle görüşmüyorum. Sade okuyor ve
yazıyorum, yaşamayı seven ben için psikopatça evet öyle işte. Fakat kendimi her
geçen gün toparlamaktayım.
Kitapları okuyorum, dııııııııttır
dııııııttan kitaplar, neye yarar, kitap okumanın ardından seninle sohbet
edemiyor, çay-sigara içemiyorsam. Hayır Âfet, kaçma bir yerlere, sen beni
yaktın onlar içti keyifle. Affetmeyeceğim, paketimde beş sigaram kaldı,
tanıyorsun onları, yakacağım, senin karşına geçip bir güzel tüttüreceğim. Yoksa
bu dünyadan gitmem bir yerlere. Haber gönderdiler, yalvarıyor, aman diliyorlar
benden. Güya inançlılarmış onlar da, sabah ezanını dahi huşu ile dinliyorlarmış
onlar da, ha ha ha. Fakültedeki çocukların namaz kılmalarından, mescidin
açılmasından bile rahatsız olan onlar, beni harbiden salak mı sanıyorlar. Bizim
meselemizde karşıma Allah’ın en sevdiği kulu bile çıksa onu affetmeyeceğim
kesindir. Bana kalsaydı, şeytan ne ki, Tanrı bile giremezdi aramıza. Ne de olsa
o yarattı beni, herkesten iyi tanır ve ona göre davranır bana, ama bana değil,
sana kaldı ve her şey daha hayal aşamasına bile gelmeden yıkıldı, hey hat,
“ah mine'l-aşk
ve hâlâtihî
ahraka kalbî bi harârâtihî” (Şeyh Galip)
ahraka kalbî bi harârâtihî” (Şeyh Galip)
Ne
güzel, Amerikan filmleri sevenlerin yanında, ayrılığa müsaade etmiyor, gece
dans ediyorlar bir bira bardağının içine buz gibi düşüp eriyorlar. Ayrılık
tehlikedir, ayrılık, insanı düşündürür, ermişlerden kılar, melekleştirir,
sanırım bu, büyük şeytan Amerika’nın işine gelmiyor. Ant içtim: Mezarıma “geri
çekilmek yok” (mulli cedo) diye yazdıracağım, çünkü asıl meydan muharebesini
öte dünyada vereceğim, ant içtim.
Sen
bir aday olarak bakmışsın meğer bana, baktın mı gerçekten, bu adiliği bana
yaptın mı Âfet, daha evvel hiç aşk yaşamamışsın o zaman, benimle karşılaştıktan
sonra ergenliğe giren bir beden gibi ruhunun afallamasından anlamalıydım. Koca
adayı olur, olur da sevgili adayı nerden çıktı. Aşk, birdenbire karşımıza
çıkar, hissederiz onu kalbimizin iliklerine dek, seveceğimiz kişi sıraya
geçmez, girmez; öylesine matematiksel ve maddesel düşünüyorsun ki, seveceğin
kişiye aday diyorsun, aday dediğine göre ortada birden fazla kişi var ve
onlardan birini seçeceksin. Pazardan karpuz mu seçiyorsun sevgili çok sevgili
Âfet, ben zaten hiçbir vakit kimsenin adayı olmadım, bütün yarışmalara
karşıyım. Hiçbir zaman şiir yarışmalarına katılmadım. Öte yandan, konuşsaydınız
sorardın, Azra beni iyi tanır, bir kadını öncelikle çözmeye çalışırım, çünkü
kördüğümdür kadın, bunun imkânlarını yoklarım, bazen zorlarım, senle olduğu
gibi, beni reddedeni hiç düşünmeden reddederim, çünkü reddedilirken reddeden
kişi de bendirim, açık seçik konuşurum, sertleşmem gereken yerlerde
sertleşirim, kibarlığı elden bırakmam, ama sen beni ancak yarım ağız
reddedebildin, benim kişilikli davranışlarımdan dolayı, dobralığımdan dolayı,
sana destek vermesem ağzını bile açamayacaktın; senin iraden oldum, işte o
iradenin ta kendisiyim. Sonuçta her ortamda bütün eylemlerin sahibi arzuyla
isteyen kişidir. Arzudan daha güçlü bir duygu yoktur, öfke ve reddediş ise
arzunun gölgesi, ölü bir uzantısıdır. Ben, sadece senin ağzınla seni reddettim.
Reddettim mi emin değilim.
Beğenmemek,
kendini beğenenlerin hakkıdır, ne yazık ki böyledir. Kendi varlıklarından şüphe
edenler, güzellik karşısında şaşkına dönerler, onu ne kabul, ne de
reddedebilirler. Sen, benim bütünlüğüm karşısında bu duruma düştün Âfet, bu
yüzden beni dürtüp durmaktan vazgeçemiyorsun, halbuki istediğini sandığım şeyi
yaptım, seni o kaltaklarla baş başa bıraktım, daha ne diye beni dürtüp
durursun, tuhaf tuhaf e-mailler atarsın.
Şerefim
üzerine yemin ederim ki, şerefsiz değilim Âfet, ben, öteki dediklerin de
değilim. Ben şeytanların aramıza girmeden önceki, yani senin gözündeki, senin
beğendiğin, dostum dediğin, daha ilk günden elektrik aldığın, kendine yakın
bulduğun benim. Ayrıca benim kim olduğum da önemli olmamalı, seven biri
sevdiğiyle karşılaştıktan sonra “o” olur, kendi olmakın dışına çıkar. İşte
benim halim bu, senden sonra yalnızca sen var, kalbimde başka bir kadına yer
kalmadı, sınadım uyduruktan, naylondan kadınları, dinledim olmadı, olmadı,
olmadı, olmadı… Bir varmış bin yokmuş gibisin. Ama o bir var ya o bir, binin
bile var oluş nedenidir. İnat etme artık Âfet, gel ve beni varlığınla özgür
bırak, bu cümle bir imkânsızlık karşısında öylesine söylenmiştir.
Biliyor
musun insanlıktan çıktım göğe doğru aşkın bir merdiveni var, sen de
görüyorsundur, meleklere ulaşan, onları aşan bir merdiveni var. O merdivene
tırmanmaktayım, biliyorum, senden daha güzel birine rastlayacağım, ama sen
aşağıdan bana fısıltı halinde bir defacık Kahramaaaaaaaaaaaaaaaan
Kahramaaaaaaaaaaaaaaaan diye seslensen, Kaharamaaaaaaaaaaaaaaan şeklinde
nefeslensen bir dakika durmam yukarılarda, çünkü benim asıl işim aşağıda, aşk
düşmanı aşağılıklarla. Durmam mı acaba.
Yazarken
aşk ateşim depreşiyor, vücut sıcaklığım sanki binlerce kat artıyor. Kaçtım.
Yazmaktan okumaya, birileriyle konuşmaya kaçtım. Olmadı. Dante’nin eşsiz ilham
kaynağı Penelope’yi bilirsin, sanki sen de benim için öyle birisin, biri misin.
O, ölmüştü; sen ölümden yeni dönmüştün. Senle karşılaşmam birçok acı ve zor
hayra vesile oldu; bazen kader bizi harekete geçirir, bazense biz kaderi. Çünkü
kaderlerimizin de bir alın yazısı var. Bizimkini Tanrı, onlarınkini biz
yazarız. Bu yazdıklarımın gelecekte yazacağım romanlarımın dil sondajı-arayışı
olduğunu da düşünüyorum. pislik içinde bir dünyada yaşıyoruz
müstakbel çocuklarımın kirli bir rahimde gövermesine izin vermeyeceğim sen olmazsan
kimseyle evlenmeyeceğim evet evlenmeyeceğim evlenmeyecek miyim
0 Yorumlar