NOTOS’UN 100 TEMEL ESER VE NOBEL SORUŞTURMASI: 
KEPAZELİK
            

              Notos’un geçen yıl (Şubat, 2012) alternatif “100 Temel Eser” adlı soruşturması MEB’in 100 temel eser listesine seçici kurulun da yardımıyla alternatif olma çabasındaydı. Bu listedeki isimleri tartışmak son yapacağımız şey olur herhalde. Fakat ya güzide seçicilerimizin bu listeye layık görmediği Mevlana, Necip Fazıl, Sezai Karakoç isimlerine ne diyeceğiz. Türk edebiyatının 100 akı olan bu yazarlar elbette ki tüm en iyi listelerinin ötesinde bir muhteva taşımaktadırlar, diyelim şimdilik.
            Notos’un 2011 ve 2012’de yaptığı iki soruşturma -biri “Türk Edebiyatında En İyi Kırk Şey” öteki “100 Temel Eser”-  vahim yanlış ve eksikliklerinden ötürü önem arz etmemekte tabii. Zevksizlik ve körlük deyip geçebiliriz. Ancak bu yılki Notos soruşturması tam anlamıyla bir rezalet. Niye? Çünkü daha soruşturmaya girmeden işin soru kısmında takılıp kalıyoruz: “Türk Edebiyatından Hangi Türk Yazarının Nobel’i Almasını İstersiniz?”. Batı edebiyatına özenip oryantalistçe bakmanın da ötesinde, düşmanca bir bakışla bu topraklara bakan sözde yazar-eleştirmenlerin batı edebiyatı karşısındaki kompleksleri paradoks değil de nedir? Bu bağlamda Nobel’in kurumsal açıdan üzerinde bunca soru işareti varken hangi Türk yazar Nobel almalı sorusunu sormak bana ciddi bir hastalık gibi geliyor. Varsayım bu yahu ne olacak, deyip geçemiyorum doğrusu. Edebiyat samimiyet bekler, sahtelik ve kolaycılık değil. Eğer Türk Edebiyatı için bir şeyler yapma arzunuz varsa batının kirli markaları üzerinden iş yapmaz, onun yerine kendi markanızı oluşturmaya gidersiniz. Hiçbir şey olmazsa temiz olur yaptığınız iş. Semih Gümüş’ün soruşturmanın başında Nobel’le ilgili söylediklerini ise ne yaptığını bilmeyen bir adamın günah çıkarma çabası olarak alıyorum açıkçası. Nobel’e onca ithamda bulun sonra da hangi Türk yazarı Nobel almalı gibi bir varsayımla iş yap. Notos ve Gümüş’e bu soruşturmayı, iki yıl önce yine Notos dergisinin yaptığı bir soruşturmanın seçici kurulu ilham vermiştir diyebiliriz. Zira iki yıl önce “Türk Edebiyatında En İyi 40 Şey” başlıklı bu soruşturma sonucunda ilk yirminin başında Orhan Pamuk’a Nobel verilmesi, sonunda ise Enis Batur ismi yer almıştı. Garip elbette, nasıl bir seçici kurul ki bu, belki de Türk Edebiyatındaki en büyük cezalardan biri olan Nobel’i en iyi kırk şeyin başına alıyor. Sadece Türk edebiyatının değil Orhan Pamuk’un da aldığı bir cezadır Nobel!  En iyi şeylerinden biri Enis Batur olan bir Türk edebiyatı ise doğrusu cezadan da öte. Demek istediğim bu günah yalnızca Gümüş’ün değil. Bu saçmalığı ciddiye alıp cevap vermenin de ötesinde olayların ne gibi bir muhtevaya işaret ettiğini algılayamamaktır asıl vahim olan. İşin daha da vahim ve trajik olan boyutu ise Notos’un soruşturma sonuçlarının yer aldığı sayısında Salman Ruşdi, Mo Yan ve Pankaj Mishra merkezinde gelişen polemiklerin yazı konusu yapıldığını görmek oldu benim için. Bildiğimiz gibi 2012’de Nobel Edebiyat ödülünü Çinli Mo Yan aldı. Ve hemen ardından Mo Yan batı merkezli edebiyat mafyaları tarafından ablukaya alındı. Neymiş Mo Yan tutuklu olan Liu Xiaobo (Nobel Barış Ödülü, 2010) için hazırlanan metne niçin imza atmamış. Demokratik ve özgürlükçü olmalıymış. Bunları söyleyen ise İngiliz kraliçesi tarafından şövalyelik nişanı verilen, İmam Humeyni’nin ölüm fetvasından kaçıp batının emperyalist kılıcını eline alan, şövalye Ruşdi. Aynı Ruşdi bu polemik çerçevesinde Mishra’nın “kendi ülkene bak” cümlesine, konumunu ve tarafını iyice ortaya koyacak biçimde şöyle yanıt veriyor: “bir yazar Nobel almışsa benim onu eleştirme hakkım var”. İlk bakışta her şey normal görünüyor bu cümlede fakat Ruşdi’nin bilinçaltını dinlemeye başlayınca karşımıza şu çıkıyor: “sen Nobel aldın ve bizden oldun, loncanın içindesin artık, önüne gelen her bildiriye de imza atmak zorundasın!” Tüm bunlar Nobel’in bir yüzünü bize daha iyi gösteriyor elbette. İşte Türk yazarların almak için yırtındığı Nobel bu! Notos dergisi ve Semih Gümüş popülaritenin sosuna banılmış Nobel’in bu yüzüne kör kalmakla kalmayıp hem Mo Yan-Ruşdi polemiğini hem de bu soruşturmayı aynı sayıda okura sunmaktan utanmıyor! Bu vahim çelişkiyi tutarlı hale getirmek –elbette Notos için- derginin şubat sayısının 19. sayfasında yer alan söyleşinin başlığına bakalım: “Pervasızlık ve Arsızlık: Edebiyatın En Çok İhtiyaç Duyduğu Şey”.
            Popülerden ve spekülasyondan besleniyor Semih Gümüş. Geçen yıl çıkarttığı “Yaratıcı Yazarlık Dersleri” alt başlığı taşıyan kitabı bunun en büyük göstergesi. Yine Notos dergisinde yaptığı ve 2013 Şubat sayısında sonuçlarını gördüğümüz “En Beğendiğiniz Yayınevi” ya da “Notos Okurları 2012’de En Beğendikleri Öykü Ve Roman’ı Seçiyor” gibi magazinel dünyaya ait eklektik zihniyetin pazarlamacı ruhunu gösteren bu anketler onun içine düştüğü kuyunun derinliğini gösteriyor. Bu ruhun edebiyatın göbeğine nasıl da bağlı olduğunu göstermek için derginin “Hangi Türk Yazar Nobel’i Almalı” soruşturmasının sonuç kısmından sırasıyla 15. ve 16. sıraya bakalım: Elif Şafak, Sezai Karakoç. Böyle soruya elbette böyle cevap verilirdi.

Abdullah İlhan

Yorum Gönder

0 Yorumlar