YEDİ İKLİM'İ KİTAP-LIK DERGİSİ GİBİ OKUMAK
ÜZDÜ BİZİ

 
Edebiyat dergilerinde dosyalar ve özel sayılar niçin yapılır? Bu soruya birçok cevap verilebilir. Ben, aklıma gelen birkaç cevabı vermek istiyorum: 1) Bir ustayı bütün yönleriyle incelemek için. 2) Yeni yeni temayüz eden ve ustalaşma sürecinde olan genç bir edebiyatçıyı edebiyat kamuoyuna tanıtmak için. 3) Önemli bir meseleyi aydınlatmak için. 4) Kendi bünyesinden çıkmış genç bir yeteneği edebiyat iktidarlarına kabul ettirmek için. 5) Yetenekli olmadığı halde edebiyata gönül ve emek vermiş, duruş sahibi, bizden birine vefa göstermek için. 6) Birilerine şirin görünmek için, reklam için, kompleksten, işgüzarlıktan, cahillikten vs. Altıncı madde, toptancı bir olumsuzlamayı içermektedir, benim önerdiğim bir madde değildir.
      Meseleye gelelim: Yedi İklim, Şubat, 2013. Dergi kapağının dörtte birini, heykel görüntüsünü çağrıştıran profil fotoğrafıyla Ahmet Sait Akçay doldurmuş; Nurettin Durman’ın küçük fotoğrafına bakıyor. Ahmet Sait Akçay kimdir? Şahsen bana soracak olursanız, çoğunluk sol çevrelerde görüp Kitap-lık’la özdeşleştirdiğim, eleştiri konusunda bol ahkâm kesen, Ebubekir Eroğlu’yla hocası Murat Belge arasında kalmış –ama Belge’ye daha yakın duruyor- biri, Yedi İklim’den öğrendiğim kadarıyla öykü de yazıyormuş, çok da iddialıymış. Yedi İklim’in Ahmet Sait Akçay hakkında dosya hazırlamasını, yukarıdaki beş maddeden hiçbiriyle ilişkilendiremedim. Damdan düşer gibi gündeme getirilen bu ismin söyleşisi de Müslümanlara karşı bombardıman dolu. Ahmet Sait Akçay’ın ilk başta söyleşisini okudum, bizim mahallemizde, mahallemizin ağabey dergilerinden Yediiklim’in vitrininde salyangoz satılmasına izin verilmesine öfkelendim, kafama çok sert notlar aldım, Asım Öz’ün yazısını okuyunca rahatladım. Söyleyeceklerimin birçoğunu, o, usturuplu bir dille söylemiş zaten; Ahmet Sait Akçay da kim oluyor demeden, sayfalar dolusu yazmış, bence iyi etmiş. Mehmet Özger ve İsmail Demirel’in yazıları ise birer bahtsızlık örneği; onlara aynı dosyadan Recep Seyhan’ı okumalarını öneririm. Onların Müslümanları bunca aşağılayan birine methiyeler düzmelerini anlamakta zorlandım ve bunu ahbaplık ilişkilerine vererek onlar hakkında hüsn-i zanda bulunmakla yetindim. 
      Ben burada, Akçay’ın Marksist mi, avangard mı, yoksa Müslüman mı olduğunu tartışacak değilim. Ama onda bir arada kalmışlığın pres halini görmemek de mümkün değil. Söyleşisini, onun eleştiride bağlı kaldığı yapı-söküme kendimi yormadan azıcık uğratmak istiyorum. Diyor: “bugün Müslüman kesimde çıkan öykülere bakın, özellikle yenileri söylüyorum, sıradanın sıradanı bir dil, kurmacadan nasibini almamış, basite indirgenmiş bir edebi zevk, ne kadar edebi o da tartışılır, (…)” (Yedi İklim, 67) Biliyoruz ki yeni öykücüler yetişiyor bizim Müslüman camiada, bu yetenekli gençlerin kitapları bir bir çıkıyor, haklarında yazılar yazılıyor. Genç şairler silsilesinden sonra bir öykücüler silsilesi de oluşmaya başladı, biliyoruz, buna Yedi İklim’in de önemli katkıları bulunmakta: İşte en gençlerinden Nuhan Nebi Çam, Yunus Emre Özsaray, İsmail Demirel, Fatma Rana Çerçi… Hece, Dergah vb. dergilerimizde yetişen öykücülerin varlığını da edebiyat çevreleri bilmektedir artık. 
      Bizim çocuklar, azıcık İngilizce öğrenip yabancı kaynakları karıştırdıklarında bir şey olduklarını sanıyorlar. Kompleksleriyle geri döndüklerinde ise geçmişlerine sahip çıkanları ezmeye çalışıyorlar. Bu tiplerle Tanzimat’tan bu yana karşılaşıyoruz, onların hazır soruları, bizim hazır cevaplarımız var bu yüzden. Diyor: “Edebi olan her zaman geleneğin düşmanıdır, bunu unutmayalım. Gelenek, medeniyet ve yerlilik algıları bugün Müslüman edebiyatçıların en büyük handikaplarıdır, (…)” (67) Son temsilcisi Sezai Karakoç olan İslam Medeniyeti tasavvurunu merkeze alan edebiyat çevrelerine karşı kurulan bu cümlenin Yedi İklim’de ne işi var? Buna düşünce özgürlüğü mü diyeceğiz. Bizim kalemizden bize saldırmalarına izin mi vereceğiz. Bizim karargâhımızda bizim silahlarımızla bizi vurmaları için bizim takımdan birisi müsamahakârlığı mı göstereceğiz?  Bunu biz sormasak, niçin sormadığımızı bize yarının gençleri soracak. 
      Bizim genç öykücülerimiz, Akçay’a göre taklitçiymiş: Abdullah Harmancı, Sevim Burak’ı taklit ediyormuş; Necip Tosun klişe öyküye bir örnekmiş; kötü öykücüler Müslümanlardan, iyi öykücüler Marksistlerdenmiş; Müslüman kesimde şimdilerde Oğuz Atay taklitçiliği varmış; mekan duygusu, eşyayı tanıma bilgisi yokmuş; gerçekçiliğin deneyiminden çok tahayyül varmış; bu, Fatma K. Barbarosoğlu’ndan Yunus Develi’ye, Cemal Şakar’dan Sadık Yalsızuçanlar’a kadar böyleymiş; ama sola gelince, onlar mükemmelmiş; son yıllarda beğenerek okuduğu isimlerin başında Ömer Ayhan, Murat Yalçın gelirmiş; Murat Yalçın Kitap-lık’ın editörü ya, onu sevmeliymiş; doksan kuşağından öykü alanındaki biçimsel yeniliği dikkate aldığında yine Murat Yalçın –hiç duygusal değil burada Akçay-, Murat Gülsoy, Müge İplikçi, Özen Yula, Türker Armaner gibi birçok Marksist ile onlar arasına sıkıştırılmış Melek Paşalı ve Gökhan Özcan gibi Müslüman öykücüler ona çarpıcı gelenlermiş; TYB, kötüyü seçmede çok maharetliymiş, sol cenahta yine birkaç adil ödül varmış; Edebiyat Ortamı’nın öykü yıllığında ciddi analizler yokmuş; soruşturma bile editörün ideolojik angajmanına, duygusal anlayışına göre yapılıyormuş, etik bir ölçütü bulunmamaktaymış. Ve diyor: “Anlatının nesnesi, kendisinden daha önemlidir. Anlatı ne zaman kendisiyle meşgul oldu, işte tam o zaman kurmaca ortaya çıktı.” (74) Müslüman vitrininde parlatılmış bu kelimelerin bizde karşılığı yok.  Miadını doldurmuş bu lakırdılar, Marksist kuramlardan araklanma, söz söylediğini sanan kişiyi aşan, sadece Yediiklim’de söylenmiş olmasından dolayı dikkat çekicidir.
      Senin gibi Batılı değil, Doğulu bir öfkeyle konuşuyorum Ahmet Sait: Bize yanlış olmayan yeni şeyler söyle, yoksa sus.    
Zafer Acar 

 


Yorum Gönder

0 Yorumlar