BERAT ÖZİPEK’İ TANIMIYORUZ,
AMA STAR GAZETESİNİ TANIYORUZ, HAYIRDIR!

Otuz yıllık onca maddi ve manevi kaybın ardından Türkiye çözüm sürecine girdi. Bu süreç, karanlık bir mağaraya ilk defa tedirgin fenerlerle girmeye benziyor. Hükümet yer yer tökezleyecek, soluk almakta zorlanacaktır; öte yandan da birileri mağaranın kapısını kapamaya çalışacaktır. Merakla beklenen şu: Hükümet bu mağaradan nasıl çıkacak? Taraflar bakımından tam bir benzeşme söz konusu olmasa da bu barış süreci, milletimiz için Lozan kadar önemlidir. Doğru kararlar verilmeli, doğru adımlar atılmalıdır.  
       Eli kalem tutan, akademi menşeli kimi yazar, işin künhüne varmadan atıp tutuyor. Muhalefet, alışageldiği üzere hükümete saldırıyor; çünkü kendi iktidarları döneminde çözüme kavuşamayan bu mesele, AK Parti hükümetine oy olarak dönecektir, akan kanın durması onlar için pek önemli değilmiş gibi duruyor. Bunca sorun arasında hükümete şirin gözükmek adına, hükümeti oluşturan üst düzey bürokratların mektebine, kanaat önderlerine saldırmak ise, hem nalına hem mıhına vurmak anlamına geliyor. Bu bağlamda Star gazetesinde 11 Nisan 2013’te Berat Özipek adlı köşe yazarının elinden çıkan paradokslarla örülü metne bakalım. İsmet Özel’in açıklamalarına hayıflandıktan sonra, aklı sıra ve hadsiz bir şekilde Sezai Karakoç’u haşlamaya yelteniyor: “Tam onun için üzülürken, bu kez de başka bir şair kendisini dokunaklı bir hale sokuyor. ‘Güneydoğu meselesinde bayram yapılıyor, eğer devlet ile PKK anlaşması ile çözülüyorduysa 10 yıldır hükümet neden çözmedi?’ diye soruyor Sezai Karakoç. Onca yıldan sonra ‘Güneydoğu Sorunu’ öyle mi? Ergenlik çağında Mona Roza’yı ezberleyen gençlerin kaçı bugün böyle adlandırır Kürt sorununu.” Şimdi, Sezai Karakoç’un bu sorusuna kulak verip cevap aramak gerekirken bu soru üzerinden karalamanın, adlandırmalara takılıp kalmanın anlamı yok; aslında var, burada bir suizan var. Metnin ilerleyen bölümlerinde Sezai Karakoç ile İsmet Özel tek bir potada eritiliyor: Şair, şöyle dedi, böyle dedi, ama hangi şair; bu, flu kalıyor. İsmet Özel’le Sezai Karakoç hiçbir zaman İslam’ın aynı safında bulunmadı. İsmet Özel hep gerilerden öndekilere saldırmakla gündeme gelmeye çalıştı. Sezai Karakoç ise İslam’ı gündemde tutmanın mücadelesini verdi. Artık bu iki ismi aynileştirmekten kurtulmalı ne yediği içtiği belirsiz entelektüel zihin. Bir de yazar göklerden/gökdelenlerden bakıyor yerlere, önce İsmet Özel’e üzülüyor, sonra da Sezai Karakoç’u dokunaklı/acınacak hale düşmekle nitelendiriyor. Bir defa daha yazık sana ey insan.   
       Neyse yakıcı ve kışkırtıcı bakışlarına devam ediyor yazar, dikkat çekiyor: “İslam Toplumunun Ekonomik Strüktürü’nün yazarı devletin acziyle niye bu kadar ilgili olur? Hem de kimseye ahlak ve hukuk dersi veremeyecek kadar günahkar bir devletin. Bu hükümet ‘El Medine-tül Fazıla’nın devletini mi devraldı ki bu başkasına ‘elin kirli’ diyebilsin?” Yazarın fundamentalist İslamcılardan çakma yüzeysel bakışla Sezai Karakoç’u yargılamaya çalışması, bizi, Sezai Karakoç’u kavramak şöyle dursun, tanımadığı ve kulaktan dolma bilgilerle hareket ettiği sonucuna götürüyor. Sezai Karakoç, devletin aczini değil, güçlü bir devletin işleri ağırdan almasını eleştiriyor. Öte yandan bir kanaat önderinin günahkâr bir kişiyi veya kurumu eleştiremeyeceği, yönlendiremeyeceği şeklinde bir çıkarımda bulunmak hangi mantık kaidesine dayandırılabilir ki. Üstelik dinimizde nehyi ani’l münker emri bulunmakta. Üstelik İbrahim Nemrut’u, Musa Firavun’u uyarmamış mıydı? Peygamber efendimiz, tebliğe müşriklerden başlamadı mı? Etraflıca düşünmeden, hiçbir şeyi kaleme almamalı kendisine rahat bir köşe kapmış yazar. Keyfim yerinde, herkese istediğim gibi sataşabilirim, dememeli. Metindeki düşükler bu kadar da değil, devam ediyor:  “Tek Parti döneminde bütün fikirlerin üzerine beton döküldüğü için, bütün kesimlerden eli kalem tutanlar, onlarca yıl aradan sonra yeniden yazmaya başladıklarında, çok daha geri bir noktadan başladılar. Bu yüzden İslami kesimden kanaat önderlerinin çoğu da geçen yüzyılın başlarındaki son dönem Osmanlı İslamcı düşünürlerinin gerisinde kaldı.” Tarihin çizgiselliğinden kopuk bir tespit bu, ayrıca İttihatçıların Osmanlı aydınlarına gerçekleştirdiği suikastlar unutulmuş, Çanakkale savaşında binlerce okur-yazarın toprağa verildiği akla gelmemiş, sürgünlerin üzerinden atlanmış ve entelektüellere uygulanan soykırım tek partili döneme yıkılmaya çalışılmış. İlimde ve sanatta yarış yapılamayacağını artık bilmeliyiz. Bilim yığılarak, sanat yıkılarak ilerler. Babaları oğullarla, yıkılanları kurulanlarla kıyaslamanın devri çoktan geçti. Bir de yazar, kanaat önderlerimizi ortadan kaldırdığında yerine neyi veya kimi koyacak? Yeni düşünürler doğdu da biz mi bilmiyoruz? Müslüman düşünürlere niçin takmış? Bu sorular, söz konusu yazardan iştahla cevaplarını bekliyor.      
       Daha bitmedi… yazar, yazmıyor, düşünmeden konuşuyor adeta: “Ama onları okuyanlar, sohbetlerine katılanlar, onlardan çok daha hızlı gelişti ve öyle bir an geldi ki, hayranlıkla izledikleri insanlar onları doyurmaz oldu.” İlginç, çok ilginç; kitapsız, boş bir internet nesli geliyorken yazarın böyle bir sonuca varması üçüncü defa ilginç. Kitabi, verili bilgilerle konuşan yazarın yeni nesilden esirgemediği bu hüsn-i zannı kanaat önderlerimize göstermemesi de manidar. Yazara, daha doğrusu bu akademisyene biraz sosyoloji, biraz yaşam, biraz da tefekkür öneririm. Üniversite penceresinden bakarak hava durumu sunulmaz.

Zafer Acar

 

 

 

 

 

 

Yorum Gönder

0 Yorumlar