NOT: ZAFER ACAR'IN RADİKAL KİTAP'TA (24.05.13) KISALTILARAK YAYIMLANAN METNİNİN TAMAMI.

META-FİZİKTE SON MERHALE: ÖLÜME ÇARE ya da ŞEN MANEVİYAT

 

Cahit Koytak'ın beklenen şiir kitaplarını Timaş, titizlikli tasarım ve baskısıyla yayımlamaya devam ediyor, onun 440 sayfalık son kitabı, külliyatının yedinci cildini oluşturuyor. O, zahiri ve batıni iki âlemi de bütün ayrıntısıyla konu edinip tema niteliğine kavuşturmak istiyor sanki.
            Yabancı dil bilmesine rağmen Türkçeyi en saf haliyle kullanmayı, geliştirmeyi yeğlemiştir Koytak. Bu denli rahat, komplekssiz bir dille yazmasından Cahit Koytak’ın, "yazdığım her şey şiir olur" fikrine inandığı sonucuna vardım, hakiki bir şairin böyle düşünmeye de hakkı vardır elbet. Yoksa bugün Osmanlı şairlerinden bize onlarca ciltlik şiir kalmazdı; Mevlana, “Divan-ı Kebir’i yazamazdı. Modern zamanlarda, şair ve yazar diye de anılan analitik zekâdan yoksun ve sözsüz bazı kişiler, bir bilinç ve yücelikle ürün ortaya koyan sanatkârları, göz kamaştırıcı niceliklerinden dolayı niteliksizmiş gibi göstermeye çalışıyorlar. Cahit Koytak, bu kötü niyetli yaklaşımı çürüten bir isim olarak belirdi. Bence o, kendine Yahya Kemal ve Ahmet Haşim gibi az şiirin şairlerinden ziyade Divan-ı Kebir gibi çok ciltli şiirleri örnek alıyor. Cahit Koytak, şiirlerinin yazılış tarihlerini de veriyor, çoğunu son beş yılda yazmış, bu doğaçlama durum, tekrara düşmesinden ziyade tematik olmasını sağlıyor. "Ve cıvıltılarınla, a ruhum,/A kuzum, a beyaz fare," (38) Koytak, aradığı saflığa ulaşabilmenin yolunu sadece içerikte aramıyor, biçim içerik örtüşmesini sağlamak için çocuk diline yaklaşıyor sanki, buna daha bir doğru adlandırmayla "anne dili" de diyebiliriz. Şair, "Kozmik Ağaç" adlı somut şiiriyle ise her türlü biçimsel yeniliğe açık olduğunu vurguluyor adeta; şiirin her imkânından yararlanmak istiyor.  
            "Ölüme Çare ya da Şen Maneviyat" adı, daha en baştan bizi keskin bir metafiziğin beklediğini, hissettirmenin ötesinde bize apaçık gösteriyor. Kitabı okuduğumda, metafizik hususunda yanılmadığımı gördüm. Şen Maneviyat ile Nıetzche'nin Şen Bilim'ine taaruzda bulunan Cahit Koytak, öte taraftan tarihsel olarak daha gerilere giderek Dante'nin “İlahi Komedya”sıyla da hesaplaşıyor gibi. Dante'de hayal gücünü İslamiyet’ten almış Hıristiyanî bir felsefi bilgi öne çıkarken; Cahit Koytak'ta İslamiyet’e has, insan bilincinin diplerinden sarsıntılarla gelen bilgelik kendini gösteriyor. Bu açıdan onun iç alemiyle öz kaynaklarımızdan Niyazi Mısri, İbn Arabi ve Mevlana gibi büyüklerimiz; Batı'dan ise Goethe, Novalis, Kıerkegaard, Rilke gibi öncüler arasında bir yakınlık olduğunu söyleyebiliriz. Modern şiirimizde metafizik şiirin ilk ciddi örneklerini Necip Fazıl vermiştir desek, sanırım kimse itiraz etmez; lakin poetik anlamda en ciddi savunması ve derinlemesine yoklanması Sezai Karakoç tarafından gerçekleşmiştir. Karakoç'un gelenekle kurduğu yakınlık ve geleneği yıkmadan yenileme arzusu, şiirde deprem özelliği taşıyan meta-fizik gerilim yaratmasına kimi zaman engel olmuştur; imgenin tehlikeli alanlara seyreylediği anlarda, onun şiirde anlam tatilleri yaparak sustuğunu düşünüyorum. İşte Cahit Koytak, sanki Sezai Karakoç'un sustuklarını yazıyor. Gelecek muhtemel bütün itirazlara rağmen şunu da söylemek istiyorum, Cahit Koytak, şiirimizde metafiziğin geldiği son noktayı temsil ediyor. Bu gücünü ve cesaretini, Müslümanlığının yanında, derin bir İslam bilgisine sahip olmasından da alıyor. Modern Türk şiirinde, fizik ötesinden konuşuyorum diye dinden çıkan nice mısralara şahit oldum. Sanırım Ayhan Kırdar, bunun ilk örneği. İnanan biriyseniz ve metafizik şiirler yazacaksanız dininizi çok iyi bilmek zorundasınız; çünkü metafizik, dinden öte ama dinle çelişmeden yeni şeyler söylemektir. Şair, yeni zamanla gelen ontolojik hastalıkları ancak böyle iyileştirebilir. Cahit Koytak, işte bu kitaplarıyla, ruhu iyileştirmeye aday görünüyor. Toplumun en fazla da buna ihtiyacı yok mu? Bu açıdan Cahit Koytak'ı, bütün psikolog ve psikiyatrlar da okumalıdır; çünkü tıp bilimi gibi ruh bilimi de gelişmeye açıktır. Şair, meta-fizik şiire açılırken Osmanlı şiirinin mazmunlarından da yararlanıyor, özellikle en derin ve tehlikelisiyle irtibat kuruyor: şarap. Ve okuruna önceden uyarıda da bulunuyor, "bu meyhane kitabında gördüğün/bu telmihler, remizler/sakın yanıltmasın, sevgili molla kasım seni," (85) Hatta kitabın bir bölümü "Meyhanede Gül Dersi" diye ayrılmış. Her şeye rağmen şair, şarabın kaynağını vererek duruma açıklık getirmekten de geri durmuyor: "işitmeyene sözüm yok, ama işitene derim ki,/işte o ırmaktan, o şarap ırmağından,/o kevser ırmağından çekilmiş,/bu meyhanenin şarap mahzenlerini,/küpleri, testileri, kadehleri dolduran şarap..." (86) Bütün cesaretine rağmen şair, Yunus Emre'nin akıbetini yaşamak korkusunu da üzerinden atamamıştır; fakat son kertede, mayınlı alanlarda gezmekten de uzak duramıyor. Geleneğimizin saklı bahçelerinde varlığını koruyan şathiyelerimiz gibi oldukça rahat ve içten konuşuyor Tanrı’yla: " ‘'ne Tanrı'ya ne de hekimlere/fazla yüklenmeli, efendimiz,'/diyor Güzel Sözlerin Cini "hekimler ellerinden geleni yapıyorlar./merhametin kaynağı olduğuna göre,/Tanrı da yapıyordur, kuşkusuz, bunu...'//O da ıstırap çekiyordur, herhalde,/O'nun da içi daralıyordur, bizimki gibi,/ve efkâr dağıtmak için de,/gündelik işlere veriyordur kendini; çiçeklerini suluyor,/ağaçlarını buduyordur, cennetin." (189) Güzel Sözlerin Cini, zor ve tehlikeli anlarda şairin yardımına koşuyor ve neredeyse bütün şiirlerini birbirine bağlayan büyük bir imaja (anlatıda leit motif) dönüşüyor. "Tanrı'nın bir şiirinde geçiyor bu olay,/Tanrı'nın kendi eliyle yazdığı/acıklı bir şiirde...'Tanrı da, öteki şairler gibi,/böyle başlayan şiirlerin/yazarken devamını,/biraz ara veriyor ve dinleniyordur.' diye düşünmekten/alamıyor kendini insan" (243)
           Buradaki “Tanrı’nın şiiri” ifadesini, yaratılmış olan her şey, diye okursak, zihnimizde dolaşmaya başlayan soru, bu cevapla ortadan kalkacaktır. Şair, sadece sanatta değil, yaşamda da engel tanımaz bir özgünlük arayışına çıkıyor: "bir defa, günahlarım on kat daha fazladır/ve on kat daha fiyakalı/erdemlerime göre...//belki on kat daha özgün/belki on kat daha gizemli,/ve on kat daha insanca, onların hikâyesi" (399) Genel geçer ahlak yargılarını da yıkmaktan geri durmuyor.
           Özünde Koytak şiiri, küçük imgelerden doğarak büyüyor, yıldırıma gereksinim duymuyor, ufak bir kıvılcım ona yangın çıkartmak için yetiyor. Bazen de katı bir gerçeklikten, bir ev halinden inanması zor bir derinliğe ulaşıyor. Öte yandan fikirden çok duyguyla yazıyor şair, inançla, yoksa yeni meta-fizik alemler yaratamazdı. Konuşma diline derinden sondajlar vururken imgeden uzaklaşıyor, bu açığı ise mistisizm ve kültürel unsurlarla kapatıyor. Metinler-arasılığa da uzak durmuyor. Aşağıdaki şiirle, en çok da Aşık Veysel’in “İki Kapılı Han” türküsünden etkilenerek iliklerimize dek hissettiğimiz dünyanın geçici bir ev olma fikrini, ana sembolün etrafında oluşan yeni imajlarla tazelemiştir Cahit Koytak.

   

ŞEN DUA

 

biz senin konuğunuz, Allah'ım,

bizi hoş tut!

bizi barındır, yedir, içir,

aç ve açıkta koyma!

fakat ikramlarınla bizi utandırma

utandırma ki,

kendi evimizde hissedelim burada kendimizi!

 

ve bütün bunları yaptığın için

sabah akşam teşekkür bekleme bizden,

yahut belli etme beklediğini;

izin ver, biz, kendiliğimizden gösterelim

minnetimizi, sadakatimizi, sevgimizi,

bazen de sitemimizi;

amin, amin!

 

Bu şiirin, Haydar Ergülen’in “Tanrım, ev sahibim, izin ver bana/biraz daha oturayım evinde” mısralarıyla başlayan şiiriyle okunması, iki şair arasındaki duyuşsal yakınlığın görülmesini sağlayacaktır. Aynı zamanda şu mısralarla da Cahit Koytak, Heidegger'le metinler-arası ilişki kurar: "şairim ben, varlığın evinde oturuyorum,/düzgün ve temiz tutuyorum onu,/her gün silip süpürüyorum,/havalandırıyorum, serâzat rüzgârlarla." (41) Heidegger "dil varlığın evidir" der, bu fikir ona bir şiir hediye etmiştir. "başka bir rüyaya uyandırmıştı beni/bu, tahteşuur denen/çadır tiyatrosunun yüce sahibi." (405) Sanki o çok meşhur Çin atasözüne telmih var burada: “Rüyamda kendimi kelebek olarak gördüm. Acaba ben, rüyasında, kendini kelebek olarak gören bir insan mıyım, yoksa insan olarak gören bir kelebek miyim?”
            Şairin medeniyet algılayışı da son derece yerli: "ne Şimdi, ne Gelecek/güven vermiyorsa sana,/o zaman geçmişinle barış!" Son üç yüzyılımızın sorunsalını dile getiriyor Koytak; kimi yerde ise pent-nâme yazarcasına öğütler vermeye başlıyor, bu iş, kuru kuruya değil de akla yatkın bir şekilde yapıldığı için muhatabını rahatsız etmiyor.
             Koytak’ın, siyasayı hedef alan "Ölüler İçin Enternasyonal" şiiri belki de şimdiye dek yazdıklarının en şedidi: "bize katılsanıza, biz, yeryüzünün/fukara ölüleri, biçare ölüleri,/bize katılsanıza, biz pusuda ölen asker,/dağda vurulan gerilla,/sınırda bombalanan kaçakçı,/biz, kardeşleriniz, kuzenleriniz,/yeğenleriniz!//yumruklarımızı ve naralarımızı/toprağa gömüp/güller, çiçekler açmaya gidiyoruz;/rüzgar olup esmeye gidiyoruz/çığlıklarımızla;/şimşek olup çakmaya/fikirlerimizle, buluşlarımızla;" Bu şiirden bir Orta Doğu sesi yükselmekte, sanki araya yer yer Mahmut Derviş giriyor gibi. Ortak bir dert var çünkü ortada, ortak bir sesin doğması doğal ve şart.

 
 Zafer Acar
 

Yorum Gönder

0 Yorumlar