TELİFTEN
ZİYADE TERCÜMESİ İÇİN: SAİT MADEN
Sait
Maden, 81 yaşında aramızdan ayrıldı, kendisini sadece matbuattan tanıyanlar,
onun ölümünü yaşı itibariyle normal karşılayabilir, fakat onunla geçen yaz,
kendi kurduğu Çekirdek Yayınları’nda geçirdiğim yaklaşık yarım saate dayanarak
söyleyebilirim ki, Maden 60’tan fazla göstermiyordu. Gıpta edilesi sağlık
belirtileriyle doluydu, ifadeleriyle saygınlık duygusu uyandırıyor, hatta
zamanımızdan çok Klasik Dönemin insanlarını andırıyordu. Ölüm, bunlara bakmıyor
tabi. Yapacak bir şey yok, onun gerçek sanatkâr ve düşünürlere, Maden örneği
gibi, uzun ve sağlıklı hayatların ardından gelmesini temenni edelim.
Şairdi Sait Maden, fakat şiirleri, çevirilerinin
gölgesinde kaldı hep. Zaten edebiyat çevrelerinde de -yetkin Baudelaire çevirmenliğinin etkisiyle-
“Baudelaire Sait” olarak anılırdı. Yayınevinde çeviri kitaplarını seçtiğim
sırada, bana telif kitaplarını da göstermişti, nazik bir üslupla onları bir
sonraki gelişimde edinebileceğimi söylemiştim. Şiirleriyle niye ilgi görmedi
Maden, çağının ihtiyaç duyduğu şiiri yazmadığından belki, onun şiirleri, tıpkı
uzmanlık alanlarından olan Antik Dönem şiirlerini andırır: insan psikolojisinden
kopuk, eleştirisiz, ironiye ve modern tekniklere mesafeli, tabiata dönük. Fenası,
Türkçe şiirden çok çeviri şiire yakın. Akranlarının II. Yeni fırtınasını
kopardığı bir çağda, Sait Maden bu şiiri yazdı, bence tercih edilmemesi
doğaldı, gene de ölümünün ardından şiiri bağlamında yazılarla karşılaştım, bu
tip incelemeler devam edebilir, Maden şiirinin niceliği ve kendine göre bir
niteliği var elbet. Bununla birlikte, alıcısı az olacaktır.
Hilmi Yavuz, “Okuma Biçimleri”nin
bir yerinde, Batılı şairlerin çevirmenliğe soyunacaklarsa, genelde bir şairle
yetindiklerini söyler ve çok sayıda şairden çeviriler yapan şairlerimizi
eleştirir. Önemli olan, x şairin çevirmeni olarak bilinmek, onunla öne
çıkmaktır. Kendi de yalnızca Neruda’dan çeviri yaptığı için, yaklaşımında
tutarlı. Ancak şunu da göz ardı etmemek lazım, bu sulak memleketimiz, pek çok
alan gibi çeviride de kurak. Tanzimat’tan bu yana şairlerimiz, eleştiri gibi
çeviri açığımızı da üstlenmek zorunda kalmışlar. Günümüzde de bu böyle devam
ediyor. Yavuz’un yaklaşımına dönelim ve varsayalım, Sait Maden Baudelaire
çevirileriyle yetinsin. Peki, –sayacağım şairlerin diğer çevirmenlerini
unutmuyorum elbette- Eluard’ı, Mayakovski’yi, Paz’ı, Lorca’yı, Poe imzalı
“Örneklerle Şiirin İlkesi”ni, Çağdaş İspanyol Şiirini kimden okuyacağız. Ya da
bu çevirilerin sağlamasını, karşılaştırmasını nasıl yapacağız? Bence Sait
Maden, edebiyatımıza, çevirileriyle büyük hizmetlerde bulundu; dikkat çekici
olan, şiirindeki durgun dilin, çevirilerinde fırtınalar estirmesiydi.
Not: Yine de bir kusuru vardı Maden’in,
burada Hilmi Yavuz’la hemfikiriz: Öz Türkçecilik. Bu batağa saplanmasa
çevirileri daha sıkı olurdu, diye düşünüyorum. Şiiri de bu açıdan
değerlendirmeye açıktır. Gene Yavuz’un belirttiği gibi, kendi Baudelaire
çevirilerinin, onları Öz Türkçeleştirmek suretiyle üzerinden geçmesi büyük bir
hata; Romantik Ataçların Milli Şef dönemine saplanmanın, tedavüle girememiş Öz
Türkçe kelimelerde diretmenin âlemi yok. Öz Türkçe tecrübe edildi, dilimize
yararı oldu, ama Cumhuriyet projesinin samimiyetsiz bir projesi olarak çok
zararı da dokundu. Ben, kalan sağ kelimelerle yetinelim, derim; bu saatten
sonra, doğmadan ölmüş kelimelerden bize fayda gelmez. Mesela: Uzam, gömüt vs.
kelimeler, hele de şiir dilinde gülünç oluyor, dikkat!
Aykut Nasip Kelebek
0 Yorumlar