BİR RESTORASYON HAREKÂTI: ÜZEYİR İLBAK



Zafer Acar'ın dünyabizim.com'da yayımlanan metnini blogumuzda paylaşıyoruz. 

üzeyir ilbak ile ilgili görsel sonucu“Medeniyet ve Kültürde Değişim” kitabıyla Üzeyir İlbak, tarihsel bir meseleyi güncelleyeceğini daha kitabın kapağındaki bu ifade ile apaçık söylüyor. Batılılaşma sürecinde, son iki yüz yıl kafamızı kurcalayan, birçok tartışmanın odağına yerleşmiş medeniyet gibi bir çetrefilli mesele hakkında yeni hükümler verebilmek için iyi bir entelektüel birikime ve cesarete ihtiyaç var. Dilindeki rahatlık ve oldukça kıvrak-analitik zihin işleyişi ile Üzeyir İlbak, hiç zorlanmadan bu işin üstesinden gelmiş, kitabın kaynakçasından da açıkça görülmektedir ki Batı’dan ve Doğu’dan birçok kadim ve çağdaş metni taramış. Öte yandan kişisel tarih bakımından da bir medeniyet krizinin tam kırılma noktasında yaşadığı için somut verilerle düşünme imkânı bulmuş. Medeniyet üzerine ne çok kitap yazıldı, kimisi kurucu, geleneğe eklenen nitelikteyken kimisi ise yıkıcı avangart nitelikler taşıyor. İlbak, ne geleneğin çürümeye yüz tutmuş yanlarını muhafaza etmeye çalışıyor ne de medeniyeti radikal bir tavırla yok sayıyor, itidali elden bırakmıyor: “İbn Haldun’un ‘Geçmişler geleceğe, suyun suya benzemesinden daha çok benzer’ tezini düşünce sisteminin merkezine almadan yeni bir restorasyon hareketi başlatılamaz.” (13).
Yazar, bu kitabın üçleme olacağını da bize haber veriyor: “Daha sonra medeniyet, kültür, dil, edebiyat ve düşünce alanlarından kopuşun hikâyesi anlatılacak. Serinin son kitabında bu kopuşa direnen rol model öncülerimiz anlatılacak.” (11). Esasında bahsi geçen yazıların bir kısmını ben “Dil ve Edebiyat” dergisinde dikkatle takip etmiştim. Bu üçlemenin, medeniyet davasına gönül verenlere yol haritası olacağı kanaatindeyim. İlbak, medeniyeti geleneğe uyarak din ekseninde değerlendiriyor, hakikat merceği altına alıyor.
üzeyir ilbak medeniyet tasavvuru ile ilgili görsel sonucuPeki, elimizdeki bu ilk kitap hangi soruları önceliyor: “insanlarımızı başka inanç sistemlerine, medeniyetlere, dinlere, felsefe ve kültürlere adeta gönüllü olarak yönelttik ve yönlendirdik. Onların asırlardır içselleştirdiği çağrılarla, kültür ve medeniyetle ilişkilerini kopardık. Zihinsel dezenformasyona uğrattığımız, sakatladığımız, iğdiş ettiğimiz bir nesilden kendi çağlarını kuracak bir vasatı taşımalarını bekliyoruz. Harflerini, kelimelerini, takvim ve rakamlarını yitirmiş bir medeniyetin çocukları yeni medeniyet tasavvurunu ne üzerine kuracak, hangi ahlaki ilkelere yaslanacaktır?” (15). Yazarın, fildişi kulesine kapanmış, gençlikten habersiz konuştuğu sanılmasın, teşkilatçı bir kişiliğe sahip olduğunu ve gençlikle iç içe yaşadığını “Dil ve Edebiyat” dergisinin Genel Yayın Yönetmeni olması hasebiyle yakinen bilmekteyim.
Kimi yerde İlbak, ilginç tespitleriyle Ali Şeriati’yi de hatırlattı bana. Şia’da imamet nedeniyle içtihat kapıları hiç kapanmamıştır; Ehl-i Sünnet, dine yönelik yeni yaklaşımlarda bulunmak hususunda onlara göre daha tutuk davranmıştır. İlbak’ın kültür ve edebiyat adamlığının yanı sıra ilahiyatçı olması meseleyi daha rahat ele almasını sağlamış, mayın dolu sınırlarda dolaşmasına rağmen yanlış adımlar atmasını engellemiştir: “Müslümanların tarihi, İslam’a ihanet tarihidir. Osman, Ömer, Ali’nin sırtında Müslümanların kanlı bıçağı var. Hasan’ı şehit eden zehir, eşi Ca’de bint Eş’as b. Kays eliyle sunuldu. Hüseyin ve yol arkadaşlarını Kerbela’da şehit edenler de Müslüman’dı.” (31). Kim bu sözlere hayır diyebilir ki.
“Osmanlı Modernleşmesi Batı ile rekabet etmek yerine, Batılı olmayı benimseyen seçkinlerin topluma dayattıkları bir sapmadır.” (122). “Bu coğrafyada Tanzimat’la başlayan aydın ihaneti, hâlâ kültür ve medeniyet alanında Moğol istilası ölçeğinde devam etmektedir.” (14). Hele de kitabın son bölümlerini kanın ve acının içinden yazmış gibidir. Bir meselenin özüne inilmesi için yaşanması şart. İlbak, içselleştirilmiş bir bilgiyle bilgece konuşuyor, dertle söyleşiyor adeta.
Kimi yerde ise İlbak, bir kanaat önderi tahlilleri ve öngörüleriyle konuşuyor, coşkulu, çünkü inanmış bir adam: “Tarihî süreç boyunca tüm vandal müdahalelere rağmen kültürel geleneğimizi koruduk; şimdilerde kendimizi yok ediyoruz… Uzun zamandır çökertilmeye çalışılan Anadolu birikiminin manevi çöküntüsünü haber veriyorum. Mevcut hayat tarzı bizi bir darboğaza sürüklüyor. Artık müşterek kültürümüzün korunması ve nesilden nesile devam ettirilmesi için bir kültür politikası belirlemek ve hayatımızın her alanında uygulamak zorundayız… Dünya kültür ve medeniyet mirasının ulaştığı noktadan yeni bir tarih yazmalıyız, insanlığın ortak tarihini. İlkel taşra ahlakına sığınmadan, başkalarının katkılarını yok saymadan yazılacak bir tarih, insanlığın birlikte yaşamasına katkı sağlayacaktır.” (40-53). Bu araştırmacı zihnin, bir senteze ulaştığı apaçık ortada.
            Şunu da belirtmeliyim ki, son zamanlarda nisyana mahkum edilen Cemil Meriç’i İlbak, bize yeni okumalarla hatırlatıyor, çoğunun yaptığı gibi epigraf olarak kullanıp geçmiyor, rahmetle anmamızı sağlıyor. Hemen her yazar, hayatının en azından bir döneminde Cemil Meriç’i merkezine almıştır, refere etmiştir.  
Doğu-Batı çatışması, müstağripler, küreselleşme, milliyetçilik, Gezi Olayları, Kürt meselesi, Paralel Yapı, zenginleşerek sekülerleşen Müslümanların kimlik krizi, Ahmet Kaya, Hrant Dink… işlenen konulardan sadece birkaçı. Zengin ve yoğun bir kitapla karşı karşıyız.
Kitapta varılan sonuç: Bir merhamet diline ihtiyaç var.
Bu kitabı, bilhassa Kültür Bakanlığı bürokratlarına öneririm. Belki Müslümanların lehine bir şeyler değişir.

Kaynakça:
İlbak, Üzeyir; Medeniyet ve Kültürde Değişim, İşaret Yayınları, İstanbul 2015.





Yorum Gönder

0 Yorumlar