İkinci Gün
Güne Medine’de uyandık, kahvaltı yaptık, ardından
rehberimizle kısaca şehri gezmeye başladık. İlk olarak Gamame Mescidi’ni
gösterdi bize rehberimiz, içinde iki rekât namaz kıldık. Hikâyesi şöyleymiş:
Peygamberimiz bayram namazını, Mescid-i Nebevi giderek artan kalabalığı
karşılayamaz hale geldiği için bu alanda kıldırmaya başlamış… Namaz esnasında
Peygamberimiz yüzüne vuran güneşten rahatsız olmasın diye bir bulut kümesi
gelip başında durmuş, bu nedenle mescit Gamame, yani bulut mescidi diye anılır olmuş.
Suudlar, diğer tarihi yapılar gibi buna karşı da ilgisizler, ayrıca bu
içerikteki olağanüstülük onların mescitten rahatsızlık duymalarına yeter.
Osmanlı, kutsal toprakların bütününe gösterdiği saygıyı bu yapıdan da
esirgememiş. I. Abdülmecit tarafından çok kubbeli ve minareli olarak yeniden
inşa edilen mescit, oğlu Abdülhamit Han zamanında da kapsamlı bir onarımdan
geçirilmiş. Tanzimat Fermanıyla Batılılaşmayı Devlet’in resmi politikası ilan
eden Abülmecit’in bu hizmeti, ilginç bir detay. Onun az ilerisinde ise Ebubekir
ve Ali’nin namaz kıldırdığı kendi adlarıyla anılan mescitleri var, rehberin
anlattığına göre her halife, selefine hürmeten onun imamlık ettiği mescitte
namaz kıldırmamış, yeni bir mescit inşa etmiş. Mescitler birbirine oldukça
yakın, Osman’ınki dışında, zira o Suudlarca yıkılmış. Halife mescitleri, artık
şaşırmayacağımız üzere acınacak durumda. Rehberimiz, inşaatlar arasında yetim
yetim duran Ömer Mescidi’ni göstererek, “İslam Devletinin sınırlarını taa
şuradan şuraya genişleten Müminlerin Emiri Hazreti Ömer’e reva görülen muamele”
diyordu acıklı acıklı. Kafilemiz de hayretler içindeydi ama Türkler olarak
hayrete düşme, bu manzaralardan ötürü Araplara tepki gösterme hakkımız
olmadığını düşünüyorum. Bir Batılının sonuna kadar var ancak bizim yok.
Yüzlerce hatta binlerce yıllık tarihi eserlerini bir gram acımadan tahrip eden,
irili ufaklı çıkarlar uğruna ortadan kaldıran, sadece Vatan ve Millet
Caddelerinin inşaatı sırasında yüzlerce eseri yıkan, anlata anlata bitiremediği
Osmanlının çeşmelerini karalayan bir toplum olarak bizim yok. Meseleye
ekonomik yaklaşacağımız bir zihinsel düzeye de sahip değiliz. Batılılarca
yönetilse sırf turizm sayesinde dünyanın sayılı ekonomilerinden olacak bir
İstanbul, bu açıdan da yeterince korunup tanıtılamıyor. Rehberimiz, bize son
olarak gene Osmanlılarca yapılan tren istasyonu ve valiliğin yanındaki çifte
minareli camii uzaktan gösterdi. Abdülhamit Han, İstanbul’dan Medine’ye dört
günde giden bir demir yolu hattı inşa etmiş, Mescid-i Nebevi önüne gelindiğindeyse
Peygamberi rahatsız etmemesi amacıyla raylar üzerine bir madde döktürtmüş.
Hassasiyetin böylesi…
Üçüncü Gün
Gene kahvaltının ardından şehri gezmeye çıktık, ilk
istikametimiz Uhud Dağı ve Okçular Tepesi oldu. Okçular Tepesi’nin hikâyesi malum:
Peygamber, konuşlandırdığı okçuları, kendisinin emri olmaksızın yerlerini terk
etmemeleri hususunda uyarıyor ama savaşın kazanıldığını düşünerek ganimet
peşine düşen okçular, başta Hazreti Hamza olmak üzere ciddi kayıplar vermemize,
Peygamberimizin dişinin kırılmasına sebep oluyorlar. İşte onların mal hırsıyla
terk ettiği tepe de bugün bu olaya binaen Okçular Tepesi olarak anılıyor.
Okçuların terk ettiği tepeye umrecilerin günümüzde yoğun ilgisi söz konusu,
adeta sizin terk ettiğiniz cepheye biz sahip çıkıyoruz, imajı yaratıyoruz.
Ancak bunun görüntüden ibaret olduğunu, aynı sınava girsek ciddi fireler
vereceğimizi düşünüyorum. Bugünün Okçular Tepesi, niçin İslam’ın bizzat kendi
olmasın? Neredeyiz peki, Peygamberin emrini unutmayıp İslam’ın başında mı bekliyoruz,
yoksa para pul hırsıyla savaş meydanını terk mi ediyoruz? O kadar açık ki
cevap. Uhud’la başlayan gezimiz, Kuba Mescidi, Çifte Kıbleli Camii’yle devam
etti ve Cuma Mescidi’yle noktalandı.
Öğleden sonra bir diğer rehberimizle Mescid-i Nebevi’ye oldukça yakın olan Hurma Pazarı’na gittik. Yol boyunca rehberimize bolca soru sorup Medine’nin gündelik yaşantısına ve İslam tarihine ilişkin fikirlerini öğrenmeye çalıştım. Ne yazık ki İslami bilgisi ilmihal seviyesinde olan diğer umrecilerimizin aksine, benim modern Müslüman düşünürlerden de referanslar vermem onun hoşuna gidiyor, konuşma isteğini artırıyordu. Sohbetimiz, rehberimizin Beni Saide Sakifesi’ni işaret etmesiyle başka bir hava kazandı. “Aaa dedim, İslam tarihi açısından çok önemli bir yer.”. Ehl-i Sünnet geleneğinden gelen, sahabe kavramına klasik ölçülerle yaklaşan ve söz söyletmeyen rehber, “Elbette” dedi, “Burası kalplerin ilk kez kırıldığı ve yeniden onarıldığı yer”.
Öğleden sonra bir diğer rehberimizle Mescid-i Nebevi’ye oldukça yakın olan Hurma Pazarı’na gittik. Yol boyunca rehberimize bolca soru sorup Medine’nin gündelik yaşantısına ve İslam tarihine ilişkin fikirlerini öğrenmeye çalıştım. Ne yazık ki İslami bilgisi ilmihal seviyesinde olan diğer umrecilerimizin aksine, benim modern Müslüman düşünürlerden de referanslar vermem onun hoşuna gidiyor, konuşma isteğini artırıyordu. Sohbetimiz, rehberimizin Beni Saide Sakifesi’ni işaret etmesiyle başka bir hava kazandı. “Aaa dedim, İslam tarihi açısından çok önemli bir yer.”. Ehl-i Sünnet geleneğinden gelen, sahabe kavramına klasik ölçülerle yaklaşan ve söz söyletmeyen rehber, “Elbette” dedi, “Burası kalplerin ilk kez kırıldığı ve yeniden onarıldığı yer”.
Aykut Nasip Kelebek
0 Yorumlar