Kavmiyetçilik, ırkçılık
(racism) insanlığın başına ne belalar açmış, en son II. Dünya Savaşında 40
milyon insanın ölümüne neden olmuştur. Osmanlı’nın son dönem
materyalist-Darwinci aydınlarından Abdullah Cevdet gibi bazı isimler ise
devletin bitmek bilmez yenilgileri nedeniyle kendi ırklarını reddedip “Türk
ırkının ıslahı için Batı’dan damızlık erkek getirmek gerektiği” fikrini ortaya
atmıştı. Kendi ırkına tapınmakla (ifrat), kendi ırkını aşağılamak (tefrit) aynı
kapıya çıkar.
Dört halife devri, bilhassa
Hz. Osman’ın şehadeti ve ardından yaşanan Cemel Vakası (656) ve Sıffin Savaşı
(657) fitneyi tetiklemiş, Emeviler döneminde yaşanan Kerbela faciası (680) ise
daha bir beslemiştir. Şiilik ve Sünnilik gibi siyasi oluşumlar, kanlı savaşlara
neden olacak, süreğinde mezhepler devri başlayacaktır. Tek din İslam’ın
mezheplere ihtiyacı var mıydı? Bu soru yüz yıllardır tartışılıyor.
Hz. Hasan’ın zehirlenerek öldürülmesi ve peygamberimizin ehl-i
beytinin Kerbela’da katledilmesindeki kinin zehirli kökleri aslında Bedir
Savaşında (624) Hint’in babası Utbe, kardeşi Velîd ve amcası
Şeybe'nin ölümüne dek uzanır. Muaviye Hint’in oğlu, Yezit ise torunuydu. Bedevi
Arap kavmiyetçiliği İslam’a telafisi olmayan darbeler vurmuştur. Bizler de hâlâ
bu meseleleri ister istemez bi-taraf olarak değil, bir taraf olarak
konuşuyoruz. İman bunu gerektiriyor nihayetinde; tarih, içimizde dipdiri
yaşıyor, almak isteyene dersler veriyor. Ancak insanoğlu cahildir.
Eskinin aileleri, zamanla
kavim oldu, derken şehre dönüştü. İşte şehircilik de ırkçılıkla eşanlamlıdır. Fırkalara
ayrılmamamız için Kur’an ve sünnet bizlere uyarılarda bulunmuştu aslında,
üstünlüğün ve alçaklığın ölçütleri tartışmasız ilahi kayakta sunulmuştu: “Biz
insanı en güzel biçimde yarattık. Sonra da çevirdik aşağıların aşağısına
kaktık. Ancak iman edip yararlı işler yapan kimseler başka; onlar için kesilmez
bir mükafat vardır.” (Tin, 4-6).
Hanedanlar
geldi geçti, krallıklar devri büyük ölçüde kapandı, var olanlar da sembolik.
Son yüz yılda demokrasi keşfedildi. Lakin üçüncü dünya ülkeleri, hâlâ saltanat
zihniyetinden kurtulabilmiş değil çünkü devletlerin de bir bilinçaltı,
refleksleri var. Türkiye Cumhuriyeti ile güya saltanat devri kapandı, güya
diyorum çünkü 1950’lere kadar aynı ideolojinin çocukları yönetti ülkeyi. Adnan
Menderes ise tam anlamıyla bu ideolojinin sulbünden kurtulabilmiş değil.
Nitekim o da CHP menşeli bir siyasetçidir. Mustafa Kemal’in çocuğu yoktu, olsa
devletin başına geçer miydi, bilemiyorum. Gerçek dışı akıl yürütmelere gerek
yok ancak İsmet İnönü’nün ardından oğlu Erdal İnönü’nün siyasete soyunması
aslında saltanat zihniyetinin dışavurumudur. Adnan Menderes’in oğlu Aydın
Menderes’in politikaya girmesi, Turgut Özal’ın oğlunun milletvekili olması da
bu bağlamda değerlendirilmelidir. Bu, sadece bizim ülkemizin sorunu değil.
Özgürlükler ülkesi, demokrasinin beşiği olarak dillendirilen Amerika’da da Baba
Bush-Oğul Bush dönemleri yaşandı. Bill Clinton’ın eşi Hillary Clinton da
bugünlerde başkanlık yarışında. Kimseyi kınıyor değilim, sadece bir gerçekliği
dile getiriyorum. Hepsini ve bilhassa saltanatı mikro boyutta bir
aile ırkçılığı olarak görmek lazım.
Ülkemizin içinde bulunduğu şu kaotik dönemi, Büyük Selçuklu
Devletine benzetiyorum, ne yazık ki onun kadar güçlü değiliz. Büyük Selçuklular;
Doğuda Moğol, Batıda Haçlı, içerde ise otonom devlet kuran Haşhaşilerle (Hasan
Sabbah ve bağlıları) mücadele etmek zorunda kalmıştı. Alparslan ve Melikşah
dönemlerinin büyük veziri Nizamü'l-Mülk, Haşhaşiler tarafından tehdit edilmiş, suikasten kurtulmak için önemli mevkilere çocuklarını getirmiş, bu nedenle de halkın eleştirisine maruz kalmış, fakat aldığı onca önleme rağmen bence hiç de hak etmediği şekilde öldürülmüştü, her halükarda ve dönemde terör eylemlerini kınamak durumundayız. Haşhaşiler de aklına nereden geldi diye soracağınızı biliyorum,
gelmeyecek gibi değil ki, ha Paralel ha Haşhaşi denip duruluyor. Acaba diyorum,
Tayyip Bey’in aile çevresini siyasete çekmesinin ardında bir güven sorunu
yaşaması mı yatıyor. Bu soru sorulmalı bence. Böyle bir şey varsa memleketin
hali içler acısı demektir. Ancak ailenin devlet yönetiminde söz sahibi olmaya
başlaması; toplum ve dahası İslam camia tarafından içten içe eleştirilmekte, bir yozlaşma
göstergesi olarak yorumlanmaktadır. Korku ve tedirginlik, cesaretiyle
kitlelerin desteğini toplayan Tayyip Bey’i acaba ailesine mi hapsetti? Son üç
beş yıldır liyakatten çok itaat, esas oldu hükümette. Tayyip Bey’in şoförü;
köşe yazarı, spor kulübü başkanı ve milletvekili olabildi. Trabzonlu olması da
bir ayrıcalıktı tabii. Biz Müslümanlar, Kur’an aydınlığında yetiştik: “Ey insanlar! Doğrusu biz sizi bir erkekle bir
dişiden yarattık. Ve birbirinizle tanışmanız için sizi kavimlere ve kabilelere
ayırdık. Muhakkak ki Allah yanında en değerli olanınız, O'ndan en çok
korkanınızdır. Şüphesiz Allah bilendir, her şeyden haberdardır.” (Tevbe, 23). Veda Hutbesindeki şu bölüm de bu ayet
ışığında dile getirilmiştir: “Ey insanlar! Rabbiniz birdir. Babanız da
birdir. Hepiniz Adem'in çocuklarısınız, Adem ise topraktandır. Arabın Arap
olmayana, Arap olmayanın da Arap üzerine üstünlüğü olmadığı gibi; kırmızı
tenlinin siyah üzerine, siyahın da kırmızı tenli üzerinde bir üstünlüğü yoktur.
Üstünlük ancak takvada, Allah'tan korkmaktadır. Allah yanında en kıymetli
olanınız O'ndan en çok korkanınızdır.” Dini bir lisanla konuşmaya gayret
ediyorum, malum yöneticilerimizin çoğu muhafazakâr, belki ayet ve hadisler
karşısında ikna olurlar diye düşünüyorum.
Öte yandan hükümet, Doğu’daki
olayların ardından –Batı’yla bir soğuk savaş halinde- bürokraside gitgide
Karadeniz’e sıkışır oldu. Hele de üst düzey makamlarda, Karadeniz dışında bir
bölgeden bürokratla karşılaşmak zorlaştı. Allah’tan her şehirden milletvekili
seçiliyor, yoksa AK Parti milletvekillerinin yüzde doksanının Karadeniz’den
seçilmesi işten bile değildi. Muhtemelen Rizeliler de komple bakan olurdu. Çünkü
adeta Rize’de doğmak, doğuştan Harvard mezunu olmak anlamına geliyor. Son
günlerde değişip duran bürokratik kadrolar bana bunları söyletiyor. Doğu’daki
savaştan sonra Siirtli olmanın bile hükmü kalmadı. Müslümanlık ise sadece seçim
döneminde önemli. Şimdi korkuyorum, sosyetik kadınlar çocuklarını Tayyip Bey’in
memleketi Rize’de doğurma kuyruğuna girecek. Hani eskiden Amerika’ya
gidiyorlardı ya. Yerlileşmek adına iyi, çok iyi olur aslında. Şaka bir yana,
hükümet bürokratik atamalarda bütün Türkiye’yi yeniden kucaklamak zorunda,
aksi halde dedikodular fitneyi daha bir alevlendirecektir, çünkü köklere derken hükümet yolunu şaşırıp da genlere mi dönüyor acaba diye soruluyor, duyuyorum.
Merkezi otorite oldukça zayıflamış durumda, hükümet
içerisinde feodalite hakim görünüyor, Bakanlıklar, belediyeler, genel müdürlükler bağımsızlıklarını ilan etmiş gibiler. Kimse
kimsenin lafını dinlemiyor. Tayyip Bey ne yapsın, tek başına, etrafında ise
ailesi dışında samimi kimse kalmadı gibi.
Aslında konsere gidecektim,
bu yazı içime bomba gibi düşünce gidemedim. Olsun, başka zaman giderim.
Zafer Acar
0 Yorumlar