“Karar”ın ilk sayısı, besmelelerle, selamlar
ve adeta kelime-i şehadetlerle açılıyor. Bu durum, beni, hatırlayınca ürperten şu hadis-i şerife götürdü: “Ahir
zamanda bir fitne çıkacak. O fitne içinde kişi mümin olarak sabahlayacak, kâfir
olarak akşamlayabilecek. Ancak Allah’ın ilimle kalbini dirilttiği kimseler
hariç.” Sadece ülkemiz mi, bütün İslam coğrafyası, fitne yüzünden fokur fokur
kaynıyor. Her gün en az beş vakit imanımızı yenilemek zorundayız. Yeni nesil
daha iyi anlasın için söyleyeyim: Kendimizi formatlamak durumundayız, her yan
virüsle (münafık) dolu. Fitne deyip de geçmemek lazım, baksanıza Bakara
suresine (191): “Fitne çıkarmak adam öldürmekten daha kötüdür.” Gerçeği
söylemek gerekirse bu ayeti ilk gençlik yıllarımda okuduğumda kavrayamamıştım, ta
ki bugünlere gelinceye dek. Kadim şairlerimizin fitne ile dolaşık kadın saçları
arasında ilgi kurmaları ne kadar da manidar. O saçı düzeltmek için tarak,
birçok saçın canını alır. İşte Arapsaçına dönen Arap dünyasının hali. Fitne,
sadece bir adam öldürmez, binlercesini çoluk çocuk, yaşlı, dul demeden katleder
ve bu yaşananlar kine dönüşerek nesilden nesle geçer, asırlar sürecek huzursuzluğa
neden olur. Meselâ, yüzyıldır Ermeni Meselesinden aklanabilmiş değiliz. Bir
adam ölür gömülür ama fitneye mezar kazamazsın.
Evet,
“Karar”ın ilk sayısı, besmelelerle, selamlar ve adeta kelime-i şehadetlerle
çıkageldi. Sırf bu bile, memleketin netameli halini göstermeye yeter bence. Bir
gazeteye kişilik katan elbette köşe yazılarıdır. Bu bilinçle “Karar”daki bütün
köşe yazılarını okudum. Bazı sonuçlara vardım. Paylaşıyorum.
Yeni
bir gazetenin ötekilerden farklı ve de daha önemlisi akla uygun gerekçelerle çıkması
lazım. Bir kişiye veya gruba savaş açmak, şan-şöhret-makam elde etmek için yola
koyulan hiçbir yayın başarılı olamamıştır. Kısa zamanda foyası ortaya çıkan
böylesi gazeteler ilk günden yozlaşmaya başlarlar zaten. Yoksa okur, gazeteye
şu soruyu ret cevabı olarak yöneltir; senin benzerin var, seni niçin alalım ki
der. Haksız mıdır.
Yusuf Ziya Cömert, daha gazete çıkmadan postasına
düşen maillerden, kulağına çalınan dedikodulardan şöyle bahsediyor: “Büyük
çoğunluk, bizim ‘yandaş medya’ olacağımızı varsayarak ileri geri konuşuyor.
‘Tayyipçi’ diyorlar, ‘yalaka’ diyorlar, ‘iktidarın bir oyunu’ diyen bile var.
Küfrediyorlar. Küçük bir azınlık da Karar’ın ‘paralel’ olduğunu düşünüyor.
‘Abdullah Gül’cü, ‘Davutoğlu’cu’, ‘Arınç’çı. Laf çok.” Bütün bu atıp tutmalara
karşı kendilerini şu sağlam siperde konumlandırıyor: “Bir ‘fikri neseb’imiz
var… Ahmet Cevdet Paşa, iyi bir başlangıç olabilir. Mehmet Akif de öyle. Necip
Fazıl da, Sezai Karakoç da…” Başından beri bu çizgide olduğunu belirten Cömert,
bu istikametten ayrılmayacağı izlenimi yarattı bende. Kökleri hatırlamak, öze
dönmek mühim. Öte yandan yazının başlığı da gayet ironik, sokratik iğneler
içeriyor: “İhaleden anlamayız, ne iş yapsaydık?”
Mehmet Ocaktan ise Mustafa Karaalioğlu, Yusuf Ziya
Cömert, İbrahim Kiras ve Hakan Albayrak’la 1995’te “Yeni Şafak”ı kuran kadro
olarak “Karar”da buluştuklarını belirtiyor ve şunları ekliyor: “Bu kadro hiçbir
zaman yanlış bir notaya basmadı. Her zaman gazetecilik ilkeleri içinde kalarak
dürüst, adaletli ve vicdanlı olmayı temel ilke olarak benimsedi. Dindar ve
muhafazakar dünyanın siyaset havzasında yaşanan eksen kaymalarına asla pirim
vermedi… Kimsenin kuşkusu olmasın ki bu kadro, dün olduğu gibi bugün de yarın
da dindar ve muhafazakar dünyanın değerlerini seslendirmeye ama aynı zamanda bu
ülkedeki herkesin hukukunu, özgürlüğünü savunmaya ve vicdanlı bir duruş
sergilemeye devam edecektir. Evet, daha zor ve meşakkatli günler bekliyor bizi.
Çünkü ilkelerin, değerlerin pek bir anlam ifade etmediği hatta dindarlığın bile
alınıp satılan bir meta haline dönüştüğü gerçekten vicdanları yaralayıcı kirli
bir mevsimde yaşıyoruz.” Bu manifesto niteliğindeki sözlere diyeceğimiz yok.
Mustafa Karaalioğlu, meseleyi daha genel ve derin
ele almış, yaşantıdan doğmuş sahih şeyler söylüyor: “Türkiye’nin bir numaralı
meselesi seviyesizliktir.” Şu cümlenin ise altını çiziyor: “Seviye, düşük
kalite tarafından hayattan kovuldu.” Acaba, düşük kalite “Star Medya Grubu”
mu, diye sormadan edemiyorum. Seviye ise malûm. Karaalioğlu, yukarıda bahsi
geçen hadisi şerh ediyor adeta: “Kimseyi ne tutarlık ne de fikri takip
bağlıyor. Dün söylediğini bugün unutmanın; dün yaptığının tam zıddını bugün
aynı iştahla yapmanın önünde hiçbir mani bulunmuyor. Manzaramız her sabah
silinmiş bir hafızayla güne başlayıp, hangi saftan hücuma memur edilmişse
oradan yürüyen irili ufaklı toplulukların ‘racon kestiği’ bir memleket
manzarasından başka bir şey değildir.”
Üç yazarın da metinleri fokur fokur kaynıyor, ileride
ateşli yazılarla karşımıza çıkacaklarını öngörmemek körlük olur.
Hakan Albayrak için de benzeri şeyleri söylemek
mümkün, o ise, biyografisinin dökümüyle okur karşısına çıkıyor. Ne yapsın
tabii, bu karaktersiz çağda kimliğini kaybetmediğini göstermek adına en kestirme
yolu deniyor, nüfus cüzdanını koyuyor ortaya.
Beşir Ayvazoğlu’nun kaleme aldığı ilk köşe yazısı
(2. sayfa), son derece talihsiz bir cümleyle açılıyor: “Saatlerdir mevzu
arıyorum.” Olmaz böyle bir cümle, gazetenin ilk sayısında ve ilk köşe
yazısında, olmaz. Bu keşmekeşte, bu durmadan akan kan içerisinde, bu ihanetlere,
bu süfyanilere karşı mevzu bulamıyorsan niçin yazıyorsun derler adama. Ayvazoğlu
köşe yazarlığının zorluklarından bahsediyor, İslam coğrafyasında yaşamanın
zorluklarını mevzu edinebilirdi kendine. Gazete ve dergiler zulme karşı kendini
tutamayan, çığlık atmak isteyen kişiler tarafından kurulur, yazmak için
yazanların yeri değildir. Ayvazoğlu’nun yazısını okudukça anlıyoruz ki, bu cümle
Peyami Safa’ya aitmiş, olsun, yine de durumu değiştirmiyor. Çok zor yahu çığlık
atmak, dese biri gülüp geçeriz. Derdimiz var ve elimizde çığlığımızdan başka
sesimiz yok, içimizi özgür bıraksak yeterli. Alaattin Karaca’nın ilk yazısı, belki
ilk olduğu için tık nefes. Bu üslupla bir yere varamayacağı açık. Su ve sabun
işte orada, lavaboda. Dokunun lütfen. Mikroplar korksun sizden.
“Karar”ın
ilk sayısı, besmelelerle, selamlar ve adeta kelime-i şehadetlerle çıkageldi. Aleykümselam,
hoş geldiniz diyoruz. Gazeteyi selam niyetine alıyoruz.
Zafer Acar
0 Yorumlar