“2000’ler”
kullanımından oldubitti rahatsızlık duydum, üstelik bizimkilerin buluşu da
değil, Batı edebiyatı tandanslı. 2000’ler ne demek? Hangi tarih aralığını
kapsıyor? Beş yüz yıl sonra edebiyat tarihini inceleyen biri, 2000’ler
dendiğinde, en az 1900 ila 2100 arasını alacaktır. Şu anda bu belirsizlikten
herkes yararlanıyor. İsteyen 70’lerden başlıyor, 2010’a kadar getiriyor; isteyen
80’lerden, 90’lardan başlıyor, isteyen bunu 2000 kuşağı olarak okuyor. Daha
evvel de Yedi İklim’deki bir yazımda belirtmiştim, 2000 kuşağı konuşulması
gerekirken 2000’ler söylencesiyle üç dört kuşak birden konuşuluyor. 2000
kuşağından neredeyse hiçbir arkadaş bunun farkında değil.
Kırmızı Kedi Yayınları, 8-9 yılda
yarattığı saygınlığı, 2000’ler Şiiri Antolojisi ile zedelemiş görünüyor. Bu
çalışmaya imza atan Cenk Gündoğdu’nun, Şeref Bilselsiz nitelikli bir iş
üretemediğini görmüş olduk. Yani Şeref Bilsel çırağını iyi yetiştirememiş. Buradan,
Şeref Bilsel’in iyi bir usta olmadığı sonucuna da varabiliriz çünkü o da yıllıklarında
birtakım ayak oyunları yapmıyor değildi. Kulislerden duyduğumuz doğru imiş,
Şeref Bilsel Cenk Gündoğdu’yla yollarını ayırmış. Zaten antolojide de Şeref
Bilsel’in şiirini görememiz, bunun doğruluğunu ispatlıyor. Mesele, iki kişinin
birbiriyle tartışması, ayrılması değil. Mesele, yapılan işin sahih olup
olmadığıdır. Eğer Cenk Gündoğdu, nesnel bakabilme yeteneğine sahip olsaydı bu
antolojiye Şeref Bilsel’i alırdı, daha işin en başından duygularına yenik
düşmüş, intikam duygusuyla hareket etmiş. Seçici kurulun arkasına saklanamaz. Seçici
kurul da zaten başlı başına bir sorun, “2000’ler”in (?) şiirini niçin 80
kuşağından Tuğrul Tanyol, Haydar Ergülen, k. İskender ile kim ve hangi kuşaktan
olduğunu bilmediğimiz Hami Çağdaş diye biri belirliyor (Bir dakika, google’a
bakalım, Hami Çağdaş tiyatro eleştirmeniymiş)? Kim mi belirleyecek? Zaman.
Antolojinin
ikinci handikapı ise Cenk Gündoğdu’nun sayfa bakımından en fazla kendisine yer
ayırmasıdır, buradan antolojiyi daha ziyade kendisi için hazırladığı sonucuna
varıyoruz. Şimdi, bu antolojiyi hazırlayan kişiye nasıl güveneceğiz. Mehmet H.
Doğan, Veysel Çolak, Baki Ayhan T. gibi yıllık hazırlayan isimler; en azından
sol kesimin şiirini tarafsıza yakın bir şekilde değerlendirmiş, ortaya derli
toplu çalışmalar koymuşlardı. Şimdiye dek hazırlanan antolojiler de bu doğrultudaydı.
Şunu demek istiyorum, bu antoloji, sol kesimin şiirini bile kuşbakışı olsun
verememiş. Antolojide öyle isimler var ki akla ziyan: Hüseyin Kıran (1965),
Anita Sezgener (1971), Derya Önder (1973), Özcan Erdoğan (1974), Sinan Oruçoğlu
(1974)… 2000’lerden bu isimler mi 90 kuşağını temsil ediyor? Sol
kesimden eksikler bir yana, 90 kuşağına damgasını vurmuş İslami camiadan şu
isimler de yok: Cevdet Karal, İbrahim Tenekeci, Hakan Arslanbenzer, Ömer Erdem,
Hüseyin Akın, Ahmet Murat, Hakan Şarkdemir, Osman Özbahçe, Suavi Kemal Yazgıç,
Mustafa Muharrem, Ali Emre gibi… Bu isimler olmadan 90 kuşağını konuşmak mümkün
değil. İslami camiadan sanki 2000 kuşağı yokmuş gibi hiç bahis açılmamış. Ben
bir yana, İsmail Kılıçarslan, Furkan Çalışkan, Cafer Keklikçi, Yeprem Türk,
Yavuz Altınışık, Said Yavuz, Ahmet Edip Başaran gibi. Ayrıca kitaplarının
yanı sıra dergiciliği ve yayıncılığıyla da şiire ciddi emek vermiş Mustafa
Fırat’ı da unutmamak lazım. Peki, 2000’lerden geriye ne kaldı? İşte antolojide
onları bulabilirsiniz.
Cenk Gündoğdu, bu antolojide kendi
şiirini (!) de reddedercesine somut şiircilik yapmış. Halbuki somut şiir,
onlarca dergiden birkaçının gündemini meşgul etti, sonra her yersiz çıkış gibi
gündemden düştü. Somut şiir niye okuyayım ki? Teknoloji yanında son derece
ilkel kalan somut şiiri neden takip etsin ki okur? Sinema izler. Asıl mesele,
sözle görseli aşmaktır. Yazının ilk hali olan resme dönmenin ilkellikten başka
bir anlamı yoktur. Dünya literatürüne de baktığımızda, hiçbir zaman, aşırı deneysellik
ana akıma zarar verememiştir, kenarda kalmıştır. Cenk Gündoğdu’ya bunlar tekrar
hatırlatılır. Biz, hortlaklara inanmıyoruz.
Cenk Gündoğdu’nun “Yakın Dönem Türk
Şiirine Bakış” başlıklı, yarım yamalak bir Marksist eleştirel perspektifle
kaleme alınmış, tespitlerden uzak, yorucu yazısı; kimi gerçeklikleri atlıyor ve
son derece eksik bir okuma özelliği taşıyor. Soruşturmada, usta şairlere
birtakım sorular yöneltilmiş, kimi açmış ağzını yummuş gözünü, severim
öylelerini; kimi ise organik bağı olan genç şairleri sıralayıp durmuş. Biliyorum,
bu konuda yazmamam, antolojiyi görmezden gelmem gerekirdi. Ancak ortada bir
yanlışlık, bir kasıt varsa, geleceğe kalmaması için onu düzeltmek lazım. Edebiyat
tarihini yanıltmaya, bir şahsın, yayınevinin hatta bir devletin bile gücü
yetmez. Geçen yüz yıl içerisinde böylesi şeyler çok denendi, tutmadı. Bu
yüzden, Kırmızı Kedi Yayınlarına geçmiş olsun dileklerimizi iletiyoruz.
Zafer Acar
0 Yorumlar