REFERANS AHLAKI!

Bugünlerde Sıddık Akbayır’ın “Yoktur Gölgesi Türkiye’de’-Sezai Karakoç” (Turkuvaz Kitap) adlı çalışmasını okuyorum: Derli toplu bir kitap, Sezai Karakoç’un etraflıca tartışıldığı bir süreçte, üstadı tanımak isteyenlere kuşkusuz faydaları olacak, okuyucuyu –daha derinlikli- kaynaklara yönlendirecektir. Bu kitap üzerine önümüzdeki günlerde detaylı bir deneme yazmayı düşünüyorum; fakat burada, Sıddık Akbayır’ın çalışmasından hareketle bir konuyu aydınlatmak istiyorum. Evet, Sıddık Akbayır, söz konusu eserinde Sezai Karakoç’la ilgili diğer çalışmaları incelemiş, onlardan aldığı fikirleri de kitabının dipnot ve kaynakça bölümlerinde belirtmiş. Fakat eserin genelinde gösterdiği bu etik tavrının istisnaları da var: Akbayır, Sezai Karakoç’un “Masal” şiiri için “Yedi; yaşamı, masalı ve sinemayı imler. ‘Masal’ın vazgeçilmez sayılarından biri de ‘yedi’dir. Yedi oğul, yedi kesit ayrıntısı tesadüf değildir. Karakoç, bu şiirle bir tür senaryo yazmayı da denemiştir, denebilir. İyi bir yönetmen için ‘Masal’, çekime hazır bir senaryo metni gibidir.” /200) derken, yazık ki bu özgün yaklaşımın kaynağını göstermemiş. Bilindiği gibi Zafer Acar, senaristlere “Masal”ın sinemaya uyarlanmasını önermiş, hatta şiirin bizzat sinopsisini hazırlamıştı. Zafer Acar, bu teklifiyle hem yerli sinemamızın şahlanmasını, hem de edebiyat ve sinema arasında yepyeni bir irtibat kurulmasını arzulamıştı. Zafer Acar’ın bu teklifi değerlendirilmeye açıktır; ancak bu konuda çalışacak olanlar, ahlaken onu referans göstermelidir. Biz burada Zafer Acar’ın 21 Eylül 2011’de “dünyabizim”de yayımlanan “Masal şiiri sinema filmi yapılmalı!” başlıklı yazısını ayniyle alıntılayarak konunun –ana merkezinden- yeniden ele alınmasını sağlayalım ve referans göstermenin ahlaki önemini hatırlatmış olalım:  

MASAL ŞİİRİ SİNEMA YAPILMALI!
Romancı olsam –şiir izin verirse, belki bir gün olurum kim bilir-, bu şiirden kocaman, dehşet bir roman çıkarırdım ortaya. “Masal”, anlatım şekliyle gerçekten masaldır, lakin iç hacim olarak koca bir romandır aslında, “Baba” (The Godfather) bir roman –“Doğuda bir baba vardı/Batı gelmeden önce/Onun oğulları Batıya vardı”. Bu şiir bir kenara, bu şiirin bilincinden kocaman bir dünya kurardım. Ama öncelikle nezaketen de olsa, Sezai Karakoç’tan izin almadan bu güzel ve zor işe girişmezdim.
       Peki, “Masal” şiiri, şiir formunda yeniden yazılabilir mi, elbette; fakat bir metnin kendi türü üzerinden gitmek kolay değil, en azından şiirin ilk şeklini aşman ya da aratmaman gerekir ki, gösterilen çabanın edebi karşılığı alınsın. Geleneksel Leyla vü Mecnun, Hüsrev ü Şirin gibi örnekleri de post-modern algılayış içerisinde modifiye etmeden yazmak sadece yeniden üretmek anlamına gelir. Bu teşebbüs de bütünüyle ticari kaygılar içerdiğinden edebiyat dışı bir tutum oluyor. Ha bire yeniliklerle karşılaşan zihin, farklılaştırılarak da anlatılsa hikâyenin iskeleti aynı kaldığından bu tür hikâyelerden hoşlanmıyor.
       Niçin bunları anlatıyorum: “Masal” veya başka bir metni farklı şekillerde ve kulvarlarda başarılı bir şekilde değerlendirmek istiyorsak onu yeni biçime, o biçimin duyuş özelliklerine kavuşturmak zorundayız, yoksa sanatlar arası bir karmaşa yaşanır. Sinema izlemeye gelen biri şiir okuyup da evine dönmek istemez, öyle bir şey arzuluyorsa şiir matine-festivallerine katılır, daha bir mutlu olur. Sanatlar arası irtibat önemli, fakat sanatlar birbirinin yerine göz dikmemeli. Mesela şairin, şiiri nesre yaklaştırma çabasına bir diyeceğim yok, modern şiirin böylesi bir tarafı var, kabul, kabul de durumu abartıp nesri şiirin önüne geçirdiği anda orada bir mensur-şiirden bahsedemeyiz, ortada sadece nesir vardır.
      Yeşilçam genelde aşk-komedi-yokluk-mafya ve bunun yanında -tarih bilincinden çok uzak da olsa- kahramanlık konuları üzerinden ilerledi. Az bütçeli kolay filmlerdi bunlar. Toplumsal konuların işlendiği filmler ise hemen ötekilerden ayrıldı. “Masal”ın, dönemin çoğunluğu Marksist ya da materyalist yönetmenler tarafından değerlendirilmesi mümkün değildi elbette. Fakat bugün durumlar farklı, devlet desteğiyle böylesi bir proje hayata geçirilebilir. Geçmişte kimi sinema projelerinin devlet desteğiyle gerçekleştirildiğini biliyoruz.

“Masal”:
  1. Film: Batı kapılarında büyük şölenler-söylevlerle karşılanan bir genç, müthiş uzun bir gece geçiriyor ve kuş tüyü yatağında katlediliyor. Perdede 90 dakika sürecek o geceyi senarist istediği gibi kendi hayaliyle doldurur, hatta o gencin Batı kapılarına dek yaptığı yolculuğa da fantastik bir şekilde değinebilir.
  2. Film: Kardeşinin öcünü almak için yola çıkan, fakat eşsiz bir kıza rastlayıp aşık olan, kavuşamadığı o sevgiliyi Mecnun gibi arayan sonunda deliren bir oğul üzerine çekilecek.
  3. Film: Büyük yokluklar sonucunda patron olan ve geçmişini unutan bir genci konu alacak.
  4. Film: Bilim adamı olup da kendi dışına taşıp kendini keşfedemediğinden, kendi uygarlığını küçümseyen birini başrole taşıyacak.
  5. Film: Batıya gidip de şair olan ve orada kendini kaybeden bir genci irdeleyecek. Bence işte tam da bu karakter Tanzimat döneminde Batıya ilim için gönderilip de ressam-şair olan kişileri sembolize ediyor.
  6. Film: Batı’nın dönüştürüp değiştirmesi karşısında çaresiz kalan ve böylece kendini Batının en büyük meydanına bir tohum gibi gömen ve gelecek nesiller için gövermeyi bekleyen nur yüzlü bir genci ele alacak.
       Sinema diline kavuşturulacak bu yedi karakter, hangi milletin dikkatini çekmez ki. Dünyaya yeni yedi jön sunmuş da oluruz diğer yandan, milletimiz güzel yaratılmıştır ve yeteneklidir her açıdan. Kendimizi, komplekssiz anlatmayı başarabilirsek, dünya sinemasında söz sahibi olmaya başlarız da. Birçok Doğu toplumu bu trajediyi yaşadı, Batı ise bu trajedinin kanlı faili, yani böylesi, maneviyata karşı yapılacak bir seri katil-filmi, evrensel bir meseleyi ele almış olacak ve yapımcısına da hayal edemeyeceği kadar para ve itibar kazandıracaktır. Para diyelim de birilerinin iştahını kabartalım, belki bu güzel iş için harekete geçer nefisler, çünkü ruhlar ölü sanki.

Aykut Nasip Kelebek








 

Yorum Gönder

0 Yorumlar