Bu yazıya, Edip
Cansever’den alıntıyla başlayalım mı, evet, bence çok iyi olur, başlayalım:
“Ece Ayhan şiirinin kilit noktası dildir. Bu dil engelini aşmadan, satırların
plastik oluşumunu değerlendirmeden, şairin özel terminolojisini ona
bilincimizde bir dirim kazandırmadan hiçbir sonuca varamayız. Ne var ki, kaypak
bir bilimdir sanki Ece Ayhan’ın şiiri.” (2009, 152) Onun 1957 tarihli şu sert
ifadesini de alıntılayalım: “Ece Ayhan gibi şiirin ne olduğundan habersiz
gençler (…) ” (2009, 324) Farkındayım, yoruma hatta tevile açık yaklaşımlarda
bulunmuş Edip Cansever; ama Doğan Hızlan’dan çok daha tutarlı, Türk Dili
dergisinin 1977’de yaptığı İkinci Yeni dosyası, Doğan Hızlan’ın insana yuh yani
dedirtecek denli ölçüsüz cümleleriyle açılıyor: “İkinci Yeni olayının ya da akımının
en özgün kişisi Ece Ayhan’dır. Biçimle özün ayrılmazlığını bilinçle
uygulamıştır… İmgenin gerçekliği denilebilir ki İkinci Yeni şairlerinde yalnız
onda belirginleşti.” (524) Doğan Hızlan’ın imgenin neliği konusunda pek fikir
sahibi olmadığı ortada. Neyse, biz kendi cümlelerimize dönelim.
Ece Ayhan, şiire başladığı yıllarda
abartılı bir ilgi görmüş; ömrünün sonuna dek de buradan beslenmeye çalışmıştır.
Gençlik yıllarında yazdığı şiirden hayatının sonuna dek kurtulamamış ya da
kurtulmak istememiştir; II. Yeni’nin 50’li yıllara denk gelen avangart ve başarısız
deneysel döneminde yerleşik kalmıştır bohem Ece Ayhan. Şiirini yenileyerek
okura nitelikli, sürpriz eserler verememiş; buna rağmen, sol camia, onu
gereğinden fazla kollamış, abartılı bir şekilde edebiyat çevrelerine sunmuştur.
Bu zokayı, ne yazık ki daha ziyade sağ kesim yutmuştur; çünkü o yıllarda edebiyatta
iktidar soldur. Ortama, ‘onlar, herhangi bir işarette bulunduysa, oraya dikkat
kesilmek gereklidir düşüncesi’ hâkimdir. Oysaki Ece Ayhan, II. Yeni’nin diğer
şairleri tarafından da, onların anılarından biliyoruz ki, küçümsenmiş, sosyal
ilişki yönünden dışlanmıştır. İlhan Berk’in düzyazılarında bu bilgilere açıkça
ulaşılabilir. Büyük şairler ve yazarlar, kendi içlerindeki yerleşiklikle,
oturaklılıkla büyük eserler vermişlerdir. Ece Ayhan, yaratılıştan bu özelliklere
sahip değil. O, Türk şiirinde II. Yeni’nin hastalıklı ve (işe) yaramaz çocuğu
olarak anılacaktır. Sanırım, zamanla şiiri unutulacak, ismi, o da bir ihtimal,
II. Yeni’yle anılmaya devam edecektir. Onu taklit eden azınlık şairler ise ismen
bile var olamayacaktır. Ece Ayhan, cinsel tercihinde olduğu gibi, şiir
tercihinde de yanlış, belki de bilinçli yanlış yapmıştır; sanki bir leke, bir
kirdir, İslami camianın üstelik bohem şairlerinden Cahit Zarifoğlu’nun
yaşantısını düşündüğümüzde aynı ülkenin iki şairi arasındaki uçurumu görmek
üzdü beni. Ece Ayhan, II.
Yeni’nin en şiirsiz şairidir; bu akımın yeni, yepyeni zannı uyandıran zayıf
yanlarına saplantılı bir şekilde ömrünün sonuna dek bağlı kalmış, kolaya talip
olmuştur. Dil bozmalarını haddinden fazla zorlamış, dilsiz bir metne
ulaşmıştır. Bu dilsizlik, aklınıza Mallarmé’yi getirmesin. Mallarmé’nin yapmak
istediği bambaşka bir şeydi; şiiri bembeyaz köpürtmekti. Mutlak anlamda
Mallarmé’nin de başarılı olduğunu söylemek mümkün değil; çünkü nihayetinde okur
veya seyirci, çağrışımsal da olsa bir anlama varmak ister. Ece Ayhan, saçmayı
Türk şiirine büyük ve aykırı bir anlam gibi yutturmak istedi. Bu amaçla
giriştiği dil bozmalarına ise estetik bir görünüm kazandıramamıştır: “Düzgün
sürmüş güzeligeliş”, gelişigüzel’i tersten yazmış, o kadar. Cemal Süreya’nın
“Üvercinka”sı üzerine ne çok yorum yapılmıştır mesela. Ece Ayhan bu yönden de
zayıftır, çünkü dili bilmeden estetik bir şekilde deforme etmek mümkün değil.
Ece Ayhan’ın dil hakimiyeti, ilköğretim düzeyinde bile değil, diyor bize şu
örnekler: “Evet insanın (insan) olduğunu unutması, unutması ve unutması
herhalde korkunç olumsuz bir şey. Hatta ürkünç…(Bunu ben 1977’den beri canımda
ve iliklerimde yaşayarak biliyorum.)” (2008,7) Ece Ayhan, ilk cümlede derecelendirmede
yanlış yapmış, üçüncü cümlede ise ilik, canın bir parçası olduğundan dolayı, onu
gereksiz yere tekrar etmiştir. “Şimdi saçlar büyüdü.” (2012, 83) Saçları uzadı,
demeliydi. Büyümek ile uzamak arasındaki nüansı bir şairin bilmemesi kabul
edilemez. Dili bilmeyen bir adamın şiirde dili bozarak kendi açıklarını bir
avantaja dönüştürmesi zekice değil, kesinlikle değil, hince. Ece Ayhan hele
de ilk şiirlerinde mısracıdır, onun modern şiirin kalbi sayılacak anjambmandan
habersiz olduğu apaçık ortada. Çoğunluğu akademisyen bazı şiir bilmez kişiler,
bu şiiri anlıyormuş gibi yaparak belki de çevrelerinde karizma yaratmaya
çalıştılar. İçlerinden geçirdikleri cümle şudur onların: “Hey gidi cahiller hey,
bakın, sizin saçma diyip bir kenara attıklarınızı, ben bir çırpıda anlıyorum.”
Gerçek şiirde tutturamayan genç şairler ise hınçlarını dilden alırcasına Ece
Ayhan gibi grameri alt üst etmeye çalışmışlar ve kendi yıkıntılarının altında
kalmışlardır. Bu bağlamda Ece Ayhan’ın Türkçe sevdalısı olduğunu söylemek saf
dillilikten başka bir şey değildir; o, sanki Türkçe düşmanı bir misyonerdir.
Geçmişte yaşadığı bir sendromun intikamını alırcasına ana diline tacizde hatta
tecavüzde bulunan, kelimeleri kurşuna dizercesine toplu katliama uğratan bir
şairin eleştirmenler tarafından yargısız infazı yapılsa yeridir. Deli divane
değil elbet Ece Ayhan, ne yaptığının da farkında: “Türk şiirinin içine ediyor
Ece diyorlar. Amacım zaten bu.” (2007, 41) Evet, burada ilan ediyorum, Ece
Ayhan vatandan öte, daha kötüsü ve tehlikelisi dil hainidir; Müslüman mahallesinde
ecnebi dili satmaya kalkmıştır. II. Yeni’nin şiir dilini bozma iştahını, ta en
başından beri hiç mi hiç iyi niyetli bulmadım; onların bu vahşi iştahı, bana, dil
kutsalına Marksist bir saldırı gibi gelmiştir. Özellikle de Sezai Karakoç’un
dili bozmaya yanaşmaması bu hissiyatla alakalandırılabilir. Niçin dile
saldıralım ki, dil, hele de konuşma dili hiçbir zaman iktidarın emrine
girmemiştir, halkın yanındadır. Ancak aciz şairler, gerçek iktidarı bırakıp
dilin yapısına saldırır; yansıtmaktan, psikolojik bakımdan rahatlamaktan başka
bir şey değildir bu. Ece Ayhan, güya cesurmuş, neyin cesareti, anlaşılmaz bir dille,
kuşdiliyle, hatta puşt-diliyle hükümete, devlete küfretmek, cesaret mi. Biz, bu
cesaretin örneğini açık açık içinde bulunduğu devlete, Amerika’ya küfürler
yağdıran Allen Ginsberg’te gördük. Şiirlerinde orospuların, gay-lezbiyenlerin,
travestilerin, biseksüellerin ve türlü sokak ucubelerinin dünyalarını işleyen Beat
özentisi Ece Ayhan, aynı zamanda, Osmanlı erkeği taklidi yapmaya çalışıyor,
naralar atıyor: Yort Savul. Lakin biliyoruz ki yeniden dirilişe inanmayan,
cesur olamaz. Yargılıyorum, evet, Ece Ayhan’ı, gözünün yaşına bakmadan
yargılıyorum, bakın Hilmi Yavuz da bana katılıyor: “Gerçek tehlikeli şairler,
yol gösteriyorum diye, onu izleyenleri bir labirentin içine sokanlardır.
Bakınız, Ece Ayhan böyle bir şairdir. Çok yetenekli iki şairi Mustafa Irgat’la
İzzet Yasar’ı, kendi şiirinin labirentlerinde tutsak etti ve oradan çıkmalarına
izin vermedi. Ece Ayhan’ın şiiri, onu izleyenlere başka şiir yazma olanağı
vermez.” (172) Hilmi Yavuz, bence yumuşak konuşmuş, Ece Ayhan hayranlarından –hayranlık
geçici bir duygudur- çekinmiş olabilir. Bir de edebiyatın çokbilmiş diktaları
yok mu, onlar Ece Ayhan için büyük şair demişlerse aksini söylemek kimin
haddine. Önemli değil, biz Hilmi Yavuz’un gerçek meramını anladık, ama şu düzeltmeyi
de yapalım: Yetenekli ve hele de kişilikliyse genç şair, ne yapar eder,
gecikmeyle de olsa doğru şiiri bulur. Ece
Ayhan, “Sarışınların yazdığı şiiri” yıkmak ister. Halbuki ne somut ne soyut
anlamıyla Türk şiirine sarışınlar hakim olmuştur. Onun bu ifadesi, bir karşılık
bulmamakta, havada kalmaktadır. Zaten, Ece Ayhan’ın şairler üzerine denemeleri,
poetik açıdan oldukça zayıftır; daha çok dedikoduya kapı aralar, kulaktan duyma
bilgilere dayanır. Ece Ayhan, küçük İskender gibi cinsel tercihi kendine yakın
şairleri gereğinden fazla övmüştür, yani bu konuda duygusaldır. Şiir bilgisi,
okumaktan çok ortamdan beslenmeye dayalıdır. Bir yerde şöyle der: “Şairler
artık düşünür olmak zorunda. Ya bu deveyi güdersin, ya bu diyardan gidersin.” Ece
Ayhan, hayatının sonlarına doğru kurduğu bu cümlenin hakkını verememiştir.
Onun, Şerif Mardin ve İdris Küçükömer’den yüzeysel beslendiğini, denemelerinden
biliyoruz, politik şiirleri de bu iki düşünür kaynaklıdır. Denemelerini
okuduğumda ayrıca şu sonuca varmıştım: Ece Ayhan, İlhan Berk’e rahatsızlık
verecek düzeyde onun peşini bırakmamıştır. Ve bu yanlış şiiri sanki İlhan
Berk’ten öğrenmiştir. İlhan Berk, okurunu yanıltıyor: “çağdaşlarım içinde başka
hiçbir şair beni bu denli ilgilendirmedi. Benim için büyük bir şairdir Ece
Ayhan.” (2005, 143) Ece Ayhan’a duygusal yaklaşıyor, onu kolluyor İlhan Berk;
yine 1986’daki bir söyleşisinde, onunla ilgili abartılı cümleler kurar: “Bugün
II. Yeni’ye baktığımda, kendimi ondan bütün bütün kopmuş görmüyorum. Hiçbirimiz
kopmuş değiliz de. Ama baştan beri hep değiştik, ona tek sadık kalan da Ece
Ayhan’dır. O, çok ötelerden gelmesine, geç gelmesine karşın, II. Yeni’nin ağababasıdır.”
(2005, 83) Şairin şiirde biçim yenilemelerine gitmesini şiddetle öneren İlhan
Berk’in, Ece Ayhan’ı şiirini değiştirmemesinden ötürü övmesi, kafamda bir soru
işareti belirmesine neden oluyor. İlhan Berk, kendi poetikasıyla çelişiyor. Şiirden şaire
geçelim: İlginç bir soy ağacı var Ece Ayhan’ın: “Gelibolu’nun uğultulu uzun
gecelerinde babaannem zaman zaman Gelibolu Müftülüğü yapan dedemizden söz ederdi…
Gelibolu Müftülüğü yapan dedemiz, özellikle kandil geceleri ve kimi akşamlar
arka ve yan duvarları epeyce yüksek arka bahçede yani, rakı içermiş… Elbette
arka bahçedeki saklı içki sofrasının kurulduğu sırada kapı tokmağı vurulur.
Müftü aranıyor. –Evde yok! Yukarı mahalleye lehimciye gitti, derlerdi. Ararlar.
Ne çarşıda, ne mahallede yok! Müftü nereye gider? Ya da gitmiş olabilir. Evliya
gibi az konuşan bir adam. Mekke’ye gittiği söylentisi çıkıyor… Ertesi sabah.
‘akşam aradık taradık seni bulamadık’ diyorlar. Cevap olarak hafif bir
gülümseyişle ve sakalı sıvazlamakla geçiştiriliyor.” (2012, 46-7) Bu anekdot,
Ece Ayhan’ın geldiği yer bakımından önemli olmakla beraber, Cumhuriyet’in ilk
yıllarındaki memur tipolojisini de bize vermektedir. Turgut Uyar’ın
“Bu karanlık böyle iyi aferin Tanrıya” ve Cemal Süreya’nın “Sayın Tanrıya
kalırsa seninle yatmak günah daha neler” mısralarında yaptığı gibi Ece Ayhan da
şiir serüveninin başlarında hafif meşrep bir üslup kullanarak Tanrı’yla
hesaplaşmıştır: “Üç masa ötede bafra içen bir Tanrı/bacak bacak üstüne
atmış/penceresinde bir şehir/şehirde bir sokak/Sokakta bir beyaz rus kadın”
(12) Ece Ayhan’ın tarih okumaları onda bir bilinç yaratmamış, yeni bir hırçınlık
doğurmuştur: Argo. Ece Ayhan’ın tarihe ve dini mistisizme yönelik komploları da
Osmanlı üzerinden Müslüman atalarımızı hedef alır. Ece Ayhan’ın yaptığı; yanlış
yazılmış bir tarihi bozmak değil, gözü dönmüş bir cani gibi elinde taramalıyla
Taksim Meydanı’nda rastgele ateş etmektir. Osmanlı tarihine bol keseden atıp
tutarken cumhuriyete korkuyla yaklaşır, gıkını bile çıkarmaz. Bu yüzden, Ece
Ayhan’ı göklere çıkaran yavan aklın sahiplerine; Ece Ayhan’a bu açıdan
bakmalarını tavsiye ederim. Ece Ayhan’ın kurulu dile isyanı, ona yeni bir dil
sunmamıştır; çünkü yeni bir dil yaratmak kudretinden yoksundur şair. Sezai
Karakoç ve Cemal Süreya’da dil iktidarına karşı yeni bir dil buluruz; çünkü
onlarda dil bilinci üst düzeydedir. Ece Ayhan’ın şiiri, kesikliklerle dolu
bohem hayatının, konar-göçer ilişkilerinin karşılığıdır; o, bir mısraı bile
kimi zaman nitelikli bir şekilde sonlandıramaz. Şiirleri, hep bir eksiklik
telkin eder okura. Gerçek hayatta kendini tamamlayamayan şair, şiiri de hep öz
kimliği gibi eksik bırakmıştır. Yalnızca şiiri mi, düzyazıları da öyledir. Hatta
Ece Ayhan’ın, “Morötesi Requiem”deki gibi yaşantılarını anlatması, İlhan Berk’e
özenmesinin sonucu gibi geliyor bana. “Artık onları ben
bile tanımıyorum/Romanyalı pembe gözlü şeytan/-Yahudi soyundandır biraz-” (17) Bu
mısralarıyla acaba Yahudi yayıncı ve tüccarların hışmından kurtulabildi mi Ece
Ayhan. Bu soru, onun yoksulluğu bağlamında kurcalanmalı bence. II. Yeni’nin az
okunurluğunu şu şekilde bir modern zekâyla yorumluyor Ece Ayhan: “İşte böylesi
bir olumsuz yeri vardır şiirin toplumlarda. Sonuçlayarak diyebilirim ki, bir
toplumda yeri olmayışı onun yeridir.” (2008, 155) Bence bu sözlerle kendini
rahatlatmaya çalışıyor. Ece Ayhan,
1997’de Edip Cansever’e gecikmiş bir yanıt verir: “1957’nin başlarında Pazar
Postası’nda benim için ‘şiirin ne olduğundan habersiz’ diye yazmasına çok geç
de olsa teşekkür ediyorum. Yıllar önce söylediği sözler bugün doğru çıkıyor. İçtenlikle
yazıyorum şunu: 66 yaşındayım ama şiirin ne olduğunu bilmiyorum daha.” (2008,
23) Ece
Ayhan okur ve hayranlarına hatırlatmak isterim, siz okurları şöyle
nitelendiriyor piriniz: “Orospu çocukları, leş kargaları.” Azınlık bir kesim
tarafından okunan Ece Ayhan’a bu hususta hak vermemek mümkün değil.
KAYNAKÇA:
Ayhan, Ece;
Aynalı Denemeler, YKY, İstanbul 2007. Ayhan, Ece; Bütün Yort Savul’lar, YKY.,
İstanbul 2008. Ayhan, Ece;
Dipyazılar, YKY, İstanbul, 1996. Ayhan, Ece; Morötesi Requiem, YKY.,
İstanbul 2012. Ayhan, Ece; Sivil Denemeler Kara, YKY.,
İstanbul 2008. Berk, İlhan; El
Yazılarına Vuruyor Güneş, YKY, İstanbul 2005. Berk, İlhan;
Kanatlı At, YKY, İstanbul 2005. Cansever, Edip;
Şiiri Şiirle Ölçmek, YKY, İstanbul 2009. Hızlan,
Doğan; Kara Şiir, Türk Dili Drg., Sayı:309, Ankara 1977. Yavuz, Hilmi;
Şairini Zihin Tarihi-Şiir Söyleşileri, Granada Yay., İstanbul 2012. Zafer Acar
0 Yorumlar