DEMOKRASİ
KARŞITI DEMOKRATLAR
Müslüman
şairlerin –istisnalar dışında-, 2013 yazındaki gelişmeler karşısında genel
uyuşukluğunu gördüğümde, Namık Kemal neslinin toplumla iç içeliğini düşünüp
kederlendim. 19. Yüz Yıl şairi romantikti, edebiyata ve siyasete dair projeleri
genelde yan yana ilerliyordu. Namık Kemal’in Meşrutiyet savunuculuğuyla modern
Türk dilinin teorisyenliğine soyunuşunu kesinlikle birbirinden ayıramayız.
Sezai Karakoç’un ifadesiyle “Talihsiz bir dönemin sürüklenmiş yeteneği” Namık
Kemal, tıpkı Fransız İhtilali’nin gölgesinde yetişen ustası Victor Hugo gibi, iki
alanda da aynı idealist ruhun ateşiyle yanmaktadır. Aslında, ideolojik
konumlanışı ya da dinsel-etnik kimliği ne olursa olsun, şiir üzerine
konuşanlar; Mevlana, Dante, Fuzuli, Shaekspeare gibi örnekleri göz önünde
tutarak, şairin, hayatı algılayışındaki farklılık, ifadesindeki orijinalite ve
hepsinden önemlisi ferasetiyle, çağının birkaç adım önünde yürüdüğü hususunda
ittifak sağlamışlardır. Bu yaklaşım, günümüzde de özellikle Sezai Karakoç
bağlamında tekrar edilmekte, ancak sonraki kuşak Müslüman şairlerde, bir ideal
yoksunluğu var, ilginçtir, Müslümanlarca yönetilen basın-yayın organlarında sol
ve Batı sempatizanı bu kişiler köşe tutarken; İslami bakış ve temel sahibi bir
avuç sanatkâr görmezden geliniyor ya da gerçekten görülmüyor. Neticede gençler,
düşünsel desteğe ihtiyaç duydukları toplumsal olaylarda, ya Marksist zihinlerin
eline düşüyor ya da sağcı argümanlarla hareket etmek zorunda kalıyor.
Marksizmin söyleyecek sözünün kalmadığı,
60’ların sloganlarıyla hareket ettiği, parklarda sabahlamaktan başka teklifte
bulunamadığı bir süreçte; İslami düşünce, güçlü sanatkâr, düşünür ve
idarecilerin elinde, toplumsal yaşantımızı tesis edecek günlere ulaşacaktır. Yeter
ki biz, biraz daha yaratıcı düşünmeye başlayalım, ufak bir örnek: Osmanlı
tarihinin oryantalist fikirlerle televizyon dizilerine uyarlanmasına ve
toplumumuza Batılı yorumlarla gösterilmesine karşıyız. Ama burada yapılması
gereken, bu dizilerin yayından kaldırılması ya da sansüre tabi tutulması
değildir, yapılması gereken, Osmanlının doğru bir perspektifle yeni dizilerde
işlenmesini sağlamaktır. Asıl etkiyi, böylesi teşebbüslerin sonunda
görebiliriz.
2013 yazında, birtakım siyasi
sistemlerin sorgulanışına da tanık olduk, mesela demokrasinin, hem de onu sözüm
ona en ateşli bir biçimde savunanların dilinden. Şehirlerin yakılıp yıkılması,
kamusal araçların tahrip edilmesi karşısında, kimileri, “Demokrasi sandıktan
ibaret değildir.” diyorlar, böylece yukarıda sıraladığımız bütün suçları da
meşrulaştırarak demokrasinin sınırlarına dâhil ediyorlar, askeri darbe savunuculuğu
yapıyorlar. İyi de, demokrasi tam da sandık demektir. Gelişmelerden memnun
olmayanlar, ya protestolarını demokrasinin acziyetini teslim ederek yapmalı, demokrat
maskesini çıkarmalı yahut da demokrasinin doğasını kabul etmelidirler. Sandıkla
geleni darbeyle yıkma derdine düşmek, anti-demokratik bir tutumdur; bir yandan
böyle davranıp bir yandan da demokrasiyi savunamazsın. Bizde, statükocular,
demokrasiyle laikliği aynı bağlamda savunup “Laikliği uygulamayan bir demokrasi
olamaz” diyerek demokrasiyi, toplumu dinsizleştirmede araç olarak gördüklerini
açığa vurmuş oluyor. Müslümanlardan bazıları ise sağcılığın etkisinde kalarak
demokrasiyi ve beraberinde insan hakları evrensel bildirgesini farkında
olmaksızın kutsallaştırıyorlar. Hâlbuki Müslüman için, Kur’an dışında bir
kutsal metin yoktur.
Aykut Nasip Kelebek
0 Yorumlar