Başkanlığını AK Parti Kütahya Milletvekili Prof. Dr. İdris Bal’ın yaptığı Avrasya Global Araştırmalar Merkezi (AGAM) tarafından, ‘Taksim Olayları Analizi’ başlıklı bir rapor hazırlandı; fakat rapordaki sonuçlara ulaşmak için böylesi bir araştırmaya lüzum yoktu. Çünkü bu veriler, Gezi Parkı süreciyle yakından ilgilenenlerce zaten dile getirilmiş şeylerdi. Çıkarımımızı somutlamak adına, ilkin Cumali Ünaldı'nın, Bir Nokta Dergisi'nin Temmuz-2013 sayısında yayımlanan metnini, ardından mevzu bahis raporu yayımlıyoruz: 
ŞEYTAN, MELEK VE DUA

1.

Bir gün çok canı sıkılınca şeytan

Yalnızca can sıkıntısından

Hafifçe ipini gevşetivermiş

Bir ağaca bağlı buzağının

İpi gevşeyen buzağı hızla ineğin memesine saldırırken

Gelinin uzun emeklerle inekten sağmakta olduğu

Sütü kovasıyla yerle bir etmiş

İrice bir sopayla gelin, o kızgınlıkla

Vurup, öldürmüş buzağıyı

Yavrusunu yerde ölü gören inek

Gelini bir tekmeyle yere sermiş

Kayınpeder bunu görünce

Hızla duvarda asılı tüfeği almış

Gözünün yaşına bakmadan

Bir kurşunda ineği devirmiş

Oğlan bu kargaşayı merak etmiş, koşmuş

Bir de ne görsün?

Karısı yerde ölü yatıyor

Babasının elinde dumanı tüten tüfek

Vay demiş, babasına, vay

Bu da yapılır mı bana

Bir kurşunla vurup öldürmüş babasını o hırsla

Yetmemiş yaptıkları

Bir kurşun da kendine

Düşüp ölmüş.


Canı sıkılan şeytan

Olup biteni seyrederken

Şimdi, demiş, beni suçlayacaksınız ama

Söyleyin doğrusunu: Ben ne yaptım?

Buzağının ipini gevşetmekten başka…

           Son günlerde “Gezi Parkı” vesilesiyle Türkiye’de olup bitenler, tüylerimizi diken diken etmeye yetti.

Bildiğiniz gibi, İstanbul’da, Taksim’de Gezi Parkı diye bir yer var.  Burası, Beyoğlu İlçe Belediyesi’nin dahilinde. Doğal olarak, diğer bir yönüyle de İstanbul Büyükşehir Belediyesi’nin sınırları içinde. 30 bin metrekareden büyük olduğu için (38 bin metrekare) Büyükşehir Belediyesi’nin yetki alanında.

Her iki belediyeyi de aşıp, hükümeti ilgilendiren bir yapıya bürünmesi, biraz da, belediyeleri bir kenara bırakıp, hükümetin bu konuda kamuoyu önünde konuşuyor olmasıyla başladı.

1985’li yıllarda, Ankara Büyükşehir Belediyesi Park ve Bahçeler müdürü görevindeydim. Hoş bir hatıra olan bilgileri, bunca ayrıntıyı, bu yüzden sizlerle paylaşıyorum.

Hükümet buraya, geçmişte var olan bir topçu kışlasını yeniden yapacağını ilan etti. Bir AVM(Alış Veriş Merkezi) ile birlikte kalan alanı yeniden düzenleyeceğini duyurdu.

Meslek odalarıyla, çevreci örgütler buna karşı çıktı.

20 civarında çevreci, çadır kurup, bu parkta yatıp kalkmaya başladı.

İki yıl önce İngiltere’deydim. Parlamentonun önünde 50-60 çadır kurulmuştu küçük ve rengârenk. O çadırlarda kalan insanlar, NATO’nun Afganistan ve Irak’a müdahalesini protesto etmek için oradaydılar. Sonra ne oldu, bilmiyorum. Muhtemelen, bir şekilde o çadırlardan çıktılar/ veya usulünce ikna edilerek çıkarıldılar. Çünki; birkaç ay sonra ikinci kez gittiğimde, protestoculardan eser yoktu.

Bu bilgiyi hafızalarınızda tutmanızı rica ediyorum.

Hükümet, İstanbul Büyükşehir Belediyesi’nin kendi yapacağı, kendi yöntemlerince yoluna koyacağı işi, bizzat kendi uhdesine alırken, meselenin boyutlarını da olağanüstü büyütmüş oldu.

Gezi Parkı protestocuları, bırakın Türkiye’yi, İstanbul’da bile gündemde değilken, bir sabah erkenden binlerce polis Gezi Parkı’na hücum etti.

Olay birdenbire çok büyütüldü, özgürlüklerin imhası anlamına büründürüldü.

Kim tarafından?

Kenarda, olup biteni seyreden, işsizlikten canı sıkılan “şeytan” tarafından.

Olaya müdahil olur olmaz, olayın bin bir ayrı yönü ortaya döküldü. Protestocular, 20 genç olmaktan çıktı, binlerce, on binlerce insan oldu. Dünya televizyonları naklen yayın ve anında yorumlarla, olayı taze tutmaya çalıştı.

İktidarıyla muhalefetiyle, Türkiye’nin tek sorunu Gezi Parkı oldu, günlerce. İktidar, Kazlıçeşme’de bir milyon olduğu söylenen insanla, karşı gösteri yaptı.

Kırılıp dökülen, yakılıp yıkılan her şey, bir görüntü olarak hafızalara kazındı.

Aslında, bir ülkenin haysiyeti, tuzla buz oldu birdenbire.

Neden?

Evet, neden?

Nedeni, başlangıçta yazdığım hikâyede gizli.

Bunları bir tarafa bırakalım.

Hükümetlerin içindeki çok parlak beyinler, her şeyi bilseler de, belediyecilikte bir kural vardır, yapılacak şeyler halka sorulur. O bölgede yaşayanların fikri alınır.

İnsanların, o konudaki reylerine göre de, teknik konular dikkate alınarak, hareket tarzı benimsenir. Böylelikle, hem bölgelerindeki faaliyetler için, orada yaşayanların fikri alınmış olur; hem de ileride çıkacak kargaşa önlenir.

Tarihimizin en değerli birkaç yöneticisinden biri olan, Anadolu birliğinin banisi merhum Yavuz Sultan Selim’in adını, İstanbul’a yapılacak 3. köprüye koyarken de aynı usulsüzlük ve töresizlikle hareket edilmesi, üzücüdür. İnsanın, yeni doğan çocuğuna isim koyması bile birçok danışmayı gerektirdiği halde, öyle bir usul varmış gibi, Cumhurbaşkanı, köprümüzün adını açıklayıverdi.

Hem de usulsüzlük ve töresizlik sayılabilecek bir yöntemsizlikle.

Bu konuda Barbaros’un Tunus’u terk etmesi çok güzel bir örnektir. Madem ki, halk bizi istemiyor demiştir Paşa’mız, o zaman biz de isteyince geliriz.

Bir devlet kurduğu Tunus’u bırakıp gider.

Portekizliler büyük bir katliam yapar.

Kan gövdeyi götürür Tunus’ta.

Ahali o kadar yalvarır ki…

Paşa’mız geri döner.

“Gazavât-ı Hayreddin Paşa”dadır ayrıntıları. “Nasıl”ını ve “niçin”ini merak edenler, o ayrıntılara bakabilirler.

2.

         Çok iyi bilinen bir kurtla kuzu hikâyesi var.

         Kuzu, dereden su içmektedir, diye başlar.

        Kurt da gelir alt tarafından su içmeye başlar, ama gerçek niyeti kuzuyu yemektir.

        “Suyumu bulandırıyorsun” der.

         Gerisini biliyorsunuz.

        “Suyu bulandırmam mümkün değil” der kuzu akıllı uslu. “Siz yukarıdasınız, ben aşağıda”.

         Onu bunu bilmem diyen kurt, kuzuyu yer özet olarak.

         Buradaki kuzu, Türkiye’dir.

         Melekler kadar saf ve temiz bir kuzudur.

        Şu anda olayların muhatabı olanlardır.

        Kurt da, Gezi Parkı’ndaki çoluk çocuğun dışında, bu olayı ateşleyenlerdir.

        “Kurt” ülkeleri aklınıza getirin.

        Ve de aslında tarihsel birer “kuzu” olup da, “kurt” görünmeye çalışanları da.

3.

        Yanlış nerde?

        Azîz ve Şanlı Kur’an buyuruyor ki:

        a. Kulları arasında Allah’tan, ancak bilginler sakınır.      Fatır(Melaike) Sûresi, 28

        b. Kendilerinden önce geçmiş kimselerin sonlarının nasıl olduğuna bakmak için, yeryüzünde dolaşmadılar mı? Onlar güç bakımından, kendilerinden daha güçlüydüler ve toprağı işlemişlerdi ve yeryüzünü kendilerinden daha çok imar etmişlerdi. Rum Sûresi, 9

       c. Ve insanlara bir rahmet tattırdığımızda onunla şımarırlar. Ve yaptıkları yüzünden, başlarına bir kötülük gelirse, bu defa da umutsuzluğa düşüverirler. Rum Sûresi, 36

      d. Ve insanlara suratını asma, yeryüzünde böbürlenerek yürüme; Allah, kendini beğenip övünen hiç kimseyi, gerçekten sevmez. Lokman Sûresi, 18

     e. Hanginizin daha iyi iş yapacağını sınamak için, ölümü ve hayatı yaratan O’dur. Mülk Sûresi, 2

     f. Allah’ın gerçekten gördüğünü bilmiyor mu? Alak Sûresi, 14

    g. İnandığınız Allah’tan sakının. Mümtehine Sûresi, 11


GEZİ'DE STRATEJİK HATA YAPILDI

     SEÇİMDEN SEÇİME DEMOKRASİ OLMAZ: Çok partili sistemin gerekliliği gibi, belli periyotlarda gerçekleştirilen seçimler de demokrasinin olmazsa olmaz önşartlarındandır. Doğal olarak, demokrasiler sadece düzenli aralıklarla gerçekleştirilen seçimlerden ibaret değildir. Yani, hiçbir parti veya yönetici “Artık bana görev verdiniz, bir dahaki seçime kadar bana karışmayın” deme lüksüne sahip değildir. 
     DİYALOĞA GEÇİLMEDİ: Taksim olayları çevreci bir duyarlılıkla ve az sayıda insanın katılımıyla başlamıştır. Fakat görünürde bu az sayıda çevre duyarlılığına sahip insanlara yönelik müdahalenin şekli ve onlarla yeterince diyaloğa geçilememesinin neticesinde muhtemelen fırsat bekleyen belirli odakların sahneye çıkmasıyla olayların muhtevası ve şekli tamamen değişmiş, olaylar Taksim’de ne olduğu ya da ne olacağı ile ilgili olmaktan çıkmış, daha ziyade öncelikle Sayın Başbakan’a, ikinci derecede ise hükümete yönelik genel bir hoşnutsuzluk ve tepki haline dönüşmüştür. 
     PROJE HALKA SORULMALIYDI: Birinci sınıf demokrasinin var olduğu ülkelerde halka mal olmuş, tüm gözlerin üzerinde olduğu mekânlarla, meydanlarla ilgili tüm projeler halkla danışıklı bir şekilde, halkın onayı alınarak gerçekleştirilir. Zira demokrasilerde meşruiyetin kaynağı halktır. Taksim’de projeyle ilgili yeterli anket yapılmamış, yerel halkla danışıklı şekilde süreç götürülememiştir. Bu, daha projenin formüle edilmesi aşamasında ciddi bir sıkıntı olduğunu göstermektedir. Oysa kışla, cami, müze, alışveriş merkezi, rezidans ya da Londra’daki High Park gibi bir proje için farklı alternatifler hazırlanmalı, bu alternatiflerin neler olabileceği halka sorulmalı, sonrasında alternatifler belirlenmeliydi. Ardından en çok benimsenen alternatifin ne olduğu yine halkın onayına şu ya da bu şekilde sunulmalıydı. Oysa Taksim örneğinde, ne alternatifler oluşturulurken ne de hangi alternatifin benimsenmesi gerektiği hususunda yeterince halka sorulmamış, ‘en iyi alternatif olduğuna inansak bile’ kendi doğrumuz yeterince halka mal edilememiştir. 
     DEMOKRATİK HAREKET EDİLSE SORUN ÇIKMAZDI: Merkezi yönetim, özellikle Sayın Başbakan, projenin sahibi, tarafı, planlayıcısı ve yürütücüsü gibi yansımış, yansıtılmıştır. Ne Beyoğlu ne de İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı projeyle ilgili taraf görülmemiştir. Taraf olarak sadece Sayın Başbakan ve hükümet görülmüştür. Bunun sonucu olarak da, sorun çıktığında birinci derecede Sayın Başbakan, ikinci derecede AK Parti, üçüncü derecede hükümet, dördüncü derecede ise devlet sorunun tarafı haline gelmiş ve getirilmiştir. Oysa demokratik geleneklere göre hareket edilse, yerel bir meydana dair bir proje öncelikle Beyoğlu Belediyesi’nce çalışılsa, yerel halkla dayanışma ve danışma içerisinde çözümler ve projeler üretilse, büyükşehir ile işbirliği içerisinde son hali verilse, anketler ve mini referandumlarla halkın ve kamuoyunun desteği alınsa ve uygulansa idi zaten bir sorun ortaya çıkmazdı. 
     BAŞBAKAN YANLIŞ YÖNLENDİRİLDİ: Velev ki, bir sorun çıkarsa böyle bir durumda da, sorunun tarafı birinci derecede Beyoğlu Belediyesi, ikinci derecede de İBB olurdu. Böyle bir kriz ya da kaos durumunda ise hükümetin başı olarak Sayın Başbakan krizin, sorunun tarafı olarak değil, kriz çözücü olarak devreye girer, gerekirse yerel yöneticilere telkinlerde bulunur, halkla yöneticiler arasında ara bulucu rolü oynayabilirdi. Hatta siyasi yaptırım bağlamında Sayın Başbakan belediye başkanlarını hatalı buluyorsa onları eleştirebilir ve hatta gelecek dönemde partinin yerelde farklı isimlerle yoluna devam edebileceğini ima edebilirdi. Oysa Sayın Başbakan yanlış yönlendirilmiş, bu böyle olmasa bile kamuoyuna yansıdığı kadarıyla krizin damardan tarafı haline getirilmiştir. Bu ise stratejik bir hata olmuş, pusuda bekleyen, kaostan nemalanan illegal yapılanmalara fırsat verilmiştir. 
     SİYASİLER SORUMLU DAVRANMALIYDI: Taksim’de başlayıp ülkeye yayılan olaylar ülkemize, milletimize, ekonomimize, imajımıza, diplomasimize zarar veren ulusal bir problem haline gelmiştir. Olaylar özelde sayın Başbakan’ı, daha sonra AK Parti’yi ve hükümeti hedefe koyarak gerçekleşmiştir. MHP lideri Bahçeli’nin uyarıları ve bir camianın o topluluklara karışmasını engellemesi takdir edilmesi gereken bir duruş olmuştur. CHP ve BDP için ise aynı yorumu yapmak mümkün değildir.
Herkes üzerine düşen dersi almalı

     Radikal’e konuşan Bal, raporun amacının AK Parti’yi veya muhalefeti övmek ya da eleştirmek olmadığını söyledi. Amacın ‘ülke menfaati’ olduğunu, demokratik ülkelerde sorunların üstesinden böyle gelindiğini belirten Bal, şöyle dedi: “Tarafgir ve bağnaz bakarsak hayırlı bir sonuç çıkmaz. Sorunlara ancak elbirliğiyle, partiler üstü, demokratik tartışma zemininde baktığımızda gerçeği yakalayabiliriz. Herkesin üzerine düşen dersi alması lazım. ‘Nerede hata yaptım’ sorusunu sorması lazım. Benzer hataların önüne böyle geçilebilir.”
Kaynak: Radikal Gazetesi (12.08.2013)

Yorum Gönder

0 Yorumlar