Mühür Dergisi son bir iki yıldır nitelikli sayılara
imza attı. Özellikle söyleşi ve kuramsal yazılar bu nitelikte rol oynadı. 80
kuşağı ile ilgili de iyi işler ortaya çıktı. Fakat 80 kuşağını merkezine alan
dergi gereksiz yere kuşağa öncü bir isim sunma gayretiyle Tuğrul Tanyol’u öne
çıkardı. Şiir görgüsü ve şiiriyle vasat noktalarda dolaşan Tanyol için ağır bir
yüktü bu.
Derginin 51. sayısında sunuş yazısından sonra Tanyol
ustanın (!) “Eşssiz Yapıt”( tashih gibi görünen –s sesi metnin imzası
dolayısıyla bilinç taşıma ihtimaline sahip) başlıklı bir yazısıyla
karşılaşıyoruz. Usta Batı sanatına ve özellikle müziğine hakimiyetini metin
boyunca ortaya koymuş! Arada da yerli-yabancı bazı isimleri gündemine taşımış.
Hangi bağlamda: “Sanatçı eşsiz tek bir yapıt ortaya koymak için mi uğraşır? O
eşsiz tek yapıtı ortaya koyduğunda diyelim, bunun ayırdında olacak mıdır? Yoksa
yaşamının tüm serüveni o eşsiz yapıta ulaşmak için gittiği yoldaki öteki
ürünleri midir?” Bu sorularla yazısına giriyor Tanyol. Metnin içinde geçen
büyük isimlerin yanına ufak bir anekdot ile sokulma gayretinde olduğunu da
belirtelim.
Yazı boyunca klişe yargılarla karşılaşıyoruz.
Yazarın ele aldığı konu eğer üzerinde fazlaca düşünülmüş bir meseleyse –ki
eşsiz yapıt konusu böyledir- metin yazardan ekstra yaratıcılık bekler. Kendini
ve başkasını tekrardan böyle kaçınılabilir ancak. Aslında mesele bu değil.
Tekrara, gevezeliğe alıştık ne de olsa. Asıl mesele haddini bilmezlik. Art
niyet.
Haddini bilmemekten başlayalım, bu noktada Tanyol’un
sesine ihtiyacımız var: “Necip Fazıl onca sıradan
şiirden sonra bir gün
Yol onun, varlık onun, gerisi hep angarya;
Yüzüstü çok süründün, ayağa kalk, Sakarya!..
deyivermiştir.” (Vurgu benim) Necip Fazıl bu şiiri
(Sakarya Türküsü) yazdığında tarih 1949’du.
Otel Odaları, Kaldırımlar, Bekleyen, Beklenen, Takvimdeki Deniz, Geçen
Dakikalarım, Ne İleri Ne Geri hatta ve hatta Çile dahi yazılmıştı. İnsaf be
kardeşim. Sen hangi cüretle artık topluma mâl olmuş bu şiirlere sıradan
diyebiliyorsun. Öfkelenmeye lüzum yok aslında. Bakın usta yukarıda ortaya
koyduğu çelişkiyle nasıl da avaz avaz saçmalıyorum diyor: “Fahriye Abla’ya mı
geliyoruz? Dranas’ın yazdığı başkaca güzel şiirlere rağmen bu boynuna asılı
kalmıştır. Haşim için 0 Belde, Necip Fazıl için Kaldırımlar bir cehennem yaratmış mıdır diye düşünürüm.” (Vurgu
benim) Kaldırımlar başlıklı şiirlerin üçü de 1927 tarihini taşıyor. Benim adıma sözün, Tanyol adına yazının
bittiği yer burası olsa gerek.
Art niyet iyice dikkat edilmezse metnin içinde gizli
kalabilir. İki nüansta beliriyor bu hince duygular. İlki elbette Necip Fazıl’ın
45 yılını sıradanlaştırmanın içinde. Bu yaklaşımın daha da derinlerinde Necip Fazıl
övgüsünü iki mısraya sıkıştırmak var. Yani bir şiir bile değil. Nâzım Hikmet
için 500 küsur sayfalık Memleketimden İnsan Manzaraları’nı gündeme getirirken
Necip Fazıl’a bu iki mısranın geçtiği Sakarya Türküsü’nü çok görmek. Ayıp. Bir de
yukarıda alıntıladığım soruların üçüncüsüne bakmak lazım. O sorusuyla Necip Fazıl’ın
45 yıllık yaşamının tüm serüveni sıradanlaşmakla
kalmayıp hiçe sayılıyor Tanyol tarafından.
Bazı kimseler Necip Fazıl’ın Abdulhakim Arvasi’ye
intisabından, Müslüman bir birey gibi yaşayıp yazmasından sonraki süreçten
duydukları rahatsızlığı 34’ten sonra
şiiri bitti! gibi dayanaksız ifadelerle dile getirdiler, getiriyorlar.
Bunları anlayabiliyoruz. Onlar İslâm’a düşman, kalpleri kararmış kimseler. Özne
Necip Fazıl olsa da hedef başka. Peki ya Tuğrul Tanyol gibi ne dediğini
bilmeyenlere ne demeli. Yukarıda bazı şeyler söyledik. Yeter mi? Emin değilim.
Fakat asıl tehlikenin bilinçsizlik olduğunu düşünürsek söylemekten usanmamalı.
Metnin başlığı –s sesinin fazlalığıyla dikkatimizi
çekmişti. Dikkatimizi bir de “Nas” suresine verelim: “Kul, euzü birabbin nâs,
melikin nâs, ilâhin nâs, min şerril vasvasil hannas, elleziy yuvesvisu fiy
sudûrin nâs, minel cinneti ven nâs.”
Abdullah İlhan
0 Yorumlar