ÇOCUKLARA AĞABEYLİK DERSLERİ

Bir dergi editörü, bir holding yöneticisi olabilir, devlette önemli mevkilere gelebilirsiniz, bunlar kariyer meselesidir, mümkün şeylerdir, sanatsal duyarlılık istemez; ama abi, usta veya üstat olmak öyle değil. İnsandan büyük fedakârlıklar ister. Kendinizi çok iyi yetiştirecek, din ve sanatla nefsinizi ehlileştireceksiniz. Kini değil vicdanınızı öne çıkaracaksınız, bunun için hayat denilen dergâhta inzivaya çekilip çile dolduracaksınız. Yoksa kendinizden nefret edip etrafınıza küfürler saçarsınız.
Evet, edebiyat, özellikle de şiir ortamı, kendinden nefret eden tiplerle dolu. Ne yaparsanız yapın, bu tiplere ne denli samimi, güler yüzlü ve sıcak cümlelerle seslenirseniz seslenin, sesinizin yankısı her şeye rağmen taşa dönüşecektir. Onlar şeytanların yerine melekleri taşlayacaktır. Bilhassa İslami camiadaki 90 kuşağı şairlerinin, abi olamama sendromu yaşayan birçoğunu tanıdım. Dışlanmışlıklarını, herkesi dışlayarak gizlemeye çalışıyorlardı. Bunu gören yeni nesil tarafından da dışlanmışlardı, çünkü kişisel tarihleri utanç verici yenilgilerle doluydu. İslami camiayı küçümsemek, sekülerleşmiş eski solcuları büyümsemek, onların en büyük gafletleriydi. İslami camia, bunu hiçbir zaman unutmayacaktır. Gördüm ve gördüklerimden utandım. Benim de abi dediğim öyle tipler vardı k,i sol kesimden akranım şairlerle arkadaşlık yapmaktan büyük bir gurur ve şehvetle bahsediyorlardı. Öylesi durumlarda abi kelimesini masamın baş ucuna oturtup ondan özür diledim. Sezai Abi, Nuri Abi, Rasim Abi’nin yanında duran bu abi kelimesinden özür dilemek zorundaydım. Batılı kafalar karşısındaki kompleksin bizim edebiyat ve düşünce hayatımızda hâlâ devam ediyor olması, affedilir gibi değil. Taşradan küçük ve ufuksuz beyinlerle gelenlerde görülüyor bu hastalık genelde, çünkü ekranlarda gördükleri şatafatlı hayatı, bunlar, bir halt zannediyorlardı. İçinde bulundukları dağ havasının, mistik atmosferin farkında bile değillerdi. Metropolün fabrika ve egzozlarla kirlenmiş havası, onları cezbediyordu. Sezai Karakoç’u seviyorum demek, köylülük olacaktı onlara göre. Hâlbuki onlar, köylülükten kurtulmak için kılıktan kılığa giriyor, aksanları anlaşılmasın diye az konuşuyor, çok yazıyorlardı.
            Abi olmak zor sanat, dostlarım. Bir daha söylemek istiyorum, abi olmak zor sanat. Camiamızda gençlere kucak açan bazı edebiyat dergileri çıkıyor: Bir Nokta, Ay Vakti, Fayrap, Edebiyat Ortamı, Karagöz (çıkıyordu), Kuyudaki Koro (çıkıyordu), İtibar, Kuruluş. Bu dergilerde güncel meseleler, gençler hakkında yazılar, kısa tanıtım haberleri yayımlanıyor, yer yer gençler, delikanlılıklarının bir sonucu olarak birbirleriyle sert polemikler yaşıyorlar. Buraya kadar bir sorun yok. Bu işler edebiyatımıza renk vermekte, taze kan pompalamaktadır. Saydığım dergilerin editörleri 50’lerine doğru yol almaktalar, ustalık çağlarındalar yani; ama hepsine ustalaşmış diyemeyiz, kimi var ki yeni yetme ergen psikolojisiyle yazı kaleme alıyor, çocuksu bir kıskançlıktan kurtulamıyor… Bundan sonra da onlardan olgunlaşmayı beklemek beyhudedir.  
           Hepinizin bildiği ismi artık biz de zikredelim: Hakan Arslanbenzer. Haziran ayına girerken Mayıs ayının Fayrap’ı bir küfür gibi çıkageldi. Hakan Arslanbenzer, uzun süredir saplantı haline getirdiği Aykut Nasip Kelebek’e adeta küfrediyordu. Aykut Nasip Kelebek kim, sanırım artık edebiyat kamuoyu tarafından tanınıyor. 16 yaşında Yedi İklim’de şiir ve eleştiri yazıları kaleme almaya başlayan, 15 yaşında yazdığı şiiriyle Terakki Lisesinin yaptığı şiir yarışmasında dereceye giren, sol kesim kucak açtığı halde İslami camiayı tercih eden bilinçli bir genç şair. 16 ila 21 yaşı arasında Yedi İklim ve Dil ve Edebiyat dergilerinde yayımladığı şiirlerini “Bana Hayran Olsana” adlı kitapta topladı. Kitabı kendi imkânlarıyla çıkardı. Uçkur altı edebiyatı yapan under-ground dergilerde şiir yayımlamadı, buraya dikkat edin lütfen. Hakan Arslanbenzer, olumlu ve olumsuz eleştirileri çok iyi kullanıyor (!). Ama nasıl? Sol kesimi övüyor, İslami camiayı kötülüyor, edebiyat eleştirisindeki dengesi bu. Aşırı nesnel bir eleştirmen. Eğer yazılarını tek boyutlu okursanız onun bir eleştirmen olmadığı sonucuna varacaksınız. Bu yüzden sözüm ona materyalist şiir (?) yazan Efe Murad hakkındaki övgü dolu yazısından sonra İslami camianın genç şairi Aykut Nasip Kelebek hakkındaki sövgü dolu yazısını okumalısınız. Edebiyatımızın düalist eleştirmeni olarak tarihe geçecektir Hakan Arslanbenzer.
Hakan Arslanbenzer’in bilinçaltının dehlizlerinden fırlamış Aykut Nasip Kelebek hakkındaki şu şeytani cümlesine bakın: “Yazdıklarının şiir mi zırva mı olduğu sonra anlaşılacaktır.” Böyle bir cümlenin geçtiği yazı okunmaz, dergi ise bundan sonra alınmaz. Hakan Arslanbenzer, aynaya baksa saçlarına ve sakallarına ak düştüğünü görecektir. Görecek midir? Her şeye öyle karanlık bakıyor ki, o karanlık, saçı ve sakalındaki aklığı görmesini engelliyor olabilir. Hâlâ kendini genç zannediyor. Artık ringden inmeli, antrenörlük yapmalı, yoksa genç birinin sert yumruğuna maruz kalıp beyni daha da sulanabilir. 

Zafer Acar

Yorum Gönder

0 Yorumlar