“Kısa Peygamberler Tarihi
Hz. Lokman
Diyor ki Lokman Hekimin genç şaire mektubu
aynı imgeden çekinme dilersen aynı kelimeyle başla
aynı ruh haliyle son ver her şiirine
Tanrı tarafından yaratılanlar bile
benzemiyor mu birbirlerine
işte biz peygamberler
tıpa tıp çektiğimiz acı
hatta getirdiğimiz flaş haberler
hep dünyadan birileri cehenneme gider
ve cehennemden gelmiş gibidir dünyadaki bazı yüzler
sözüm dinlensin diye yazma o kitapları
bunca sözü geçen şeytanın kitabı yok mesela
ve sürekli Tanrının ayetlerini tekrar etse de
insan şeytanın sözünü dinler sadece
bütün şairlerin ortak ruh hali olarak
gökten inen kitapları kıskanmayı bırak
göğe yükselecek kitaplar yazmaya bak yazacaksan
yok çünkü yok yeryüzünde onları okuyacak
ne Musa ne İsa ne Doktor Lokman
en büyük öğütleri zaman verir insana
Hazreti Zaman
sana en büyük öğüdüm Tanrıya yalvar
de ki yüzümdeki sonsuz güzelliğin bir parçasını
kurbanın olam şu çirkin hayatıma aktar” (Aykut Nasip
Kelebek)
[Yeni bir imajinasyonla bazı mistik
hakikatleri dile getiren bu cesur şiir, bütün nitelikli metinler gibi çoklu
okumalara müsait. Şiirin ilk bendi -geneli için de aynı şey söylenebilir- gayet
açık ve şeffaf, inanan bir kalemden doğmuş. Eşsiz olmanın imkânsızlığına,
dahası şairlerin çoğunu saplantılı bir şekilde ele geçirmiş biriciklik
duygusuna karşı, tekebbürden kaçınmak gerektiğini lafı uzatıp dolandırmadan
telkin ediyor. Kuramsal bakımdan ise metinler-arası akrabalığı hatırlatıyor
bize. İkinci bentteki “şeytanın kitabı yok” sözü, Sezai Karakoç’un
düzyazılarında geçmekte. Böylesi bir irtibat şairin beslenme kaynaklarını görmemiz
açısından önemli, süfli eserler veren güruha karşı bir tepkidir bu, kitap
inananların bir geleneğidir, şeytanın yolunda gidenlerin değil. Üçüncü bentte “Şuara”
suresinden bildiğimiz mütekebbir şairlerin durumuna ironik iğnelemeler görülüyor.
Dördüncü bentte ise “zaman” Musa, İsa ve Lokman’dan daha yukarıda anılıyor ve
peygamberlere Hz. demezken zamana Hz. ifadesini kullanıyor şair (şiir-beni);
bir saygısızlıkta bulunmuyor, bir imajın yaratılması ve vurgulanması amacıyla
yapıyor bunu. Gelenekte de –İslam felsefesi- gördüğümüz şekliyle zamanı Tanrı
olarak düşünüyor sanki. Beşinci bölüm ise şairin duasıyla sonlanıyor. Dini
duyarlığın İslami camia edebiyatından bile dışlanır hale geldiği bir
seviyesizlikte genç bir şairden böylesi bir şiir okumak, takdire şayandır.] Ben
böyle okudum şiiri, bakalım ötekiler nasıl okumuş.
Pierre Bayard, “Okumadığımız
Kitaplar Hakkında Nasıl Konuşuruz” adlı ilginç eserinde entelektüel ortamın
hinliklerine değiniyor. Yazar, çoğunlukla öncü kitaplardan yola çıkarak oldukça
şaşırtıcı sonuçlara varıyor. Bunlardan biri de Balzac’ın “Sönmüş Hayaller”
(İllusions Perdues-1843) adlı eseri: “Lousteau uğradığı hakaretin öcünü alması
için arkadaşına Dauriat’nın himayesindeki Nathan adlı yazarın bir kitabı
aleyhinde zehir zemberek bir makale döşenmesini öneriyor. Ama kitabın kalitesi
o kadar ortada ki, Lucien eleştiriye nereden başlayacağını bilemiyor. Bunun
üzerine Lousteau gülüyor ve ona mesleği öğrenmesinin zamanının geldiğini
söylüyor, bu mesleğin cambazlığa benzediğini ve bir kitaptaki güzelliklerin
kusura çevrilebileceğini, yani bir başyapıtın ‘salakça bir deli saçmasına’
dönüştürülebileceğini açıklıyor.” (s. 177, Everest Yay.). Aslında bu taktik,
sadece kitaplar üzerine uygulanmıyor, birini, bir gurup ya da yapıyı gözden
düşürmek için de hâlâ kullanılıyor, lakin insanın gittikçe şeytanlaşan zekâsı
ile daha geliştirilmiş şekilde karşımıza çıkıyor.
Mustafa Celep’in yönettiğini
bildiğim, yer yer nitelikli metinlerin yayımlandığı “Poetik Haber” adlı sitede
“Şiir Değince” başlıklı yazısında Ali Celep, Aykut Nasip Kelebek’in “Bir
Nokta”da (Mart 2016) yayımlanan yukarıya alıntıladığım şiiri üzerine tevil
niyetiyle düşünmüş. Bu yazı, Bayard’den yaptığım alıntıya öyle çok uyuyor ki.
Cahil olsanız, 24 yaşındaki genç şairden çok “Bir Nokta”nın usta ve daha
önemlisi Müslüman şairi Mürsel Sönmez’e bu şiiri yayımladığı için
öfkelenirsiniz. Celep, Aykut Nasip’in bu gayet nitelikli şiirine yönelik
neredeyse hiçbir olumlu cümle kurmamışken daha evvelki yazılarında birçok vasat
şair hakkında sayfalar boyu methiyeler dizmişti; Bayard’den yaptığım alıntıda
da vurgulandığı üzere Celep’in geçmişte Aykut Nasip tarafından yaralanan
birinin mikrofonluğuna soyunduğu sonucuna varıyoruz. Şöyle diyor
Celep: “Normal zamanlar sonrası şiiri yazıyor Aykut Nasip
Kelebek. Böyle olunca Lokman Hekim’i R.M.Rilke gibi genç
şaire mektup yazar halde görmek şaşırtıcı olmasa gerek. Bu durumda ‘vahy’ de ‘flaş
haber’ olacaktır elbet. ‘Hekim’in doktor olmasının kaçınılmaz olması gibi. Bu
dönüştürüp konuşturmaları başka şiirlerinde de okuduk çokça. İyi bir baba
olunca Peygamberimizin ona koşup sarılması, Mikail meleğin kendisine pastoral
şiirler yazması gibi. ‘iyi bir baba olacağım çocuklarıma/bu yüzden
sarılacak bana Muhammed/ pastoral şiirler yazacak bana Mikail’(Kusursuz
Dönüş). Kimisi bu atraksiyonlara postmodern şiir davranışı diyor. Olabilir. Ben
Normal zamanlar sonrası şiir davranışı diyorum. Şair normal zamanlardaki Lokman
Hekim’i bulunduğu yerden söküp alıyor… Lokman Hekim’in sözcük dağarcığından
‘imge’ sözcüğünü çıkaramayız. Çünkü yaşantısız bir sözcüktür o bu bağlamda.”
Şiiri kötülemek için kendini ne çok zorlamış Celep, yazık, genç şair Aykut
Nasip’in kendi çağının dilini kullanması neden yadırganıyor ki, Arapça hekim,
İngilizce doktor olmuş ve dilimize yerleşmiş. Celep, hastalandığında “hekime
gidiyorum” mu diyor acaba. Üstelik Lokman Hekim, modern tıbbın yani doktorların
atası kabul edilir. “Doktor Lokman” demek bir hakikati hatırlatmaktan öte bir
amaç taşımaz bence, üstelik Hz. Lokman’a bir meslek olarak konmuş “hekim”
göstergesi ise dini kaynaklı değil halk muhayyilesinin ürünüdür. Celep, “imge”
gibi bir terimi de yersiz buluyor, düpedüz Sezai Karakoç’a sağcıların
yönelttiğine benzer bir dil muhafazakârlığıdır bu. Ne yapmalıydı peki Sezai
Karakoç, Hızır’ı İbranice mi konuşturmalıydı. Aykut Nasip, Arapça bilmiyor ne
yapsın, İngilizce biliyor, hekime doktor diyor. “Flash haberler” ifadesi ise
Celep’in okuma biçimiyle vahye dönüşmüş, şairin mutlak anlamda bunu
kastettiğini söylemek modern eleştiri mantığına uymaz. Bir de tutup kendi
yorumumuz üzerinden şaire saldırırsak cehaletimizi katmerlemiş oluruz. Yaptığı
yanlışın farkında değil mi acaba Celep, hayır gayet de farkında, tecahül-i
arifi bence son derece iyi işletiyor.
Aydınlanmak amacıyla Bayard’den
alıntıya devam edelim, cidden her türlü açık sözlü adamlar şu Batılılar,
günahlarını bile apaçık çıkarırlar: “Lousteau daha sonra, aslında hakkında çok
olumlu şeyler düşünülen bir kitabı alaşağı etmek için başvurulan yöntemi
açıklıyor. Bu yöntem başlangıçta bir süre kitap hakkında ‘gerçeği’ söylemeye ve
onu övmeye dayanır. Olumlu ve yapıcı yaklaşımlarla güveni kazanılan okuyucu
kitlesi eleştirinin tarafsızlığına hükmedecek ve onun peşinden gitmeye hazır
olacaktır.” (s. 177). Başında değilse de Celep, yazısının sonunda
nesnelliğini de elden bırakmıyormuş gibi yaparak şöyle diyor: “Olacak bir şair
Aykut Nasip Kelebek. Yine de insan ‘Bana Hayran Olsana’adlı
ilk şiir kitabından sonra okurun şiir görgüsünü daha da geliştirecek hamleler
bekliyor Kelebek’ten.” Peki, niçin daha iyi olduğuna inandığı kitabı ele almak
yerine zayıf, son derece kusurlu bulduğu bir metni ele almıştır, hiç mi hiç iyi
niyet göremiyorum ben burada. Geçmiş olsun eleştirmene.
Eleştirmen arkadaşımız doktor-imge
göstergelerinden rahatsız olurken bakın nasıl da obsession-mobsession diyerek
doktorluğa-psikiyatrlığa soyunuyor: “Şairde bu nevi tavırlar genellikle iki
sebepten neşet eder: 1.Büyütme 2.Kaptırma (Obsession) Büyütme, şairin içinde
bulunduğu konuma ya da söylemek istediği şeylere aşırı anlam yüklemesi olarak
çokluk karşımıza çıkar. Obsession’da kontrolsüz yeni ilintiler bulma şehveti
belirgindir.” Bu nasıl bir zihin işleyişi, zıvanadan çıkmışlık böyle, bu nasıl
bir zorlama. Şiirden şairin psikolojisine varmak, defalarca söyledik mümkün
değil bu, eskilerden bize kalan hastalıklı bir alışkanlıktır. Üstelik
yukarıdaki şiirin ne obsessionla ne de şehvetle ilgisi
var. Faulkner’ın “Ses ve Öfke”si zihinsel özürlü bir karakterin
izlenimleriyle açılıyor, bu karakterden yola çıkarak yazarın psikolojisine
ulaşmaya çalışsaydı Celep, Faulkner’ı tımarhaneye tıkardı. Şiirde de kurmaca,
empati diye bir şey var. Şiir-beni ile şairi ayrı tutmayı başaralım artık,
lütfen cahillikten kurtulalım, işimizi doğru öğrenip hakkaniyetli yapalım,
birilerinin şeytanca doldurduğu silaha dönüşmeyelim.
Diyorum Celep şu talihsiz sözleri
başka bir şiire bakarak mı yazmış: “Şiir nihayet gerçek ve doğruluk noktasında
bir şekilde temsil değeri olan bir yaşantı sunmak durumunda olduğu için
söylüyorum bunları. Geleneği bir malzeme olarak anlatım aracı geliştirme
yolunda değerlendirebilir bir şair (bu yolu benimsemesem de) fakat ilginç
buluşlar ya da özge duygusal deneyimlere meze olacak ölçüde olmamalıdır diye
düşünüyorum.” Sanki 80’ine gelmiş bir Hilmi Yavuz’dan bahsediyor Celep, Aykut
Nasip daha elle tutulur bir hayat yaşamış değil. Bu laflar İslami unsurları
şiirinde kullanıp da İslami camia dışında bulunanlar için söylenebilir. Aykut
Nasip, İslami camia içerisinde yetişmiş bir genç şair ve daha 24 yaşında. Onun
yukarıdaki şiiri de bütün şiirleri gibi İslami camianın bir dergisinde
yayımlanmıştır. Şiir-beni (metafizik bir hal) Müslümandır. Kusurlarla mündemiç
şair-benin (insan) inişleri-çıkışları olacaktır, bu, şiire dahil değildir.
Artık kabul edelim, inadın kimseye faydası yok: Şiir ile biyografi ayrı iki
türdür.
Zafer Acar
0 Yorumlar