Bizim kuşakta, kuşak kavramı üzerine büyük
ihtimalle ilk ben yazdım; bunun, ulusal dergilerde şiir yayımlamaya başladığım
dönemle -2008 sonbaharı- doğrudan ilgisi var. 2000’lerin sonları, 2000
kuşağının sıkça konuşulduğu bir süreçti, 2010’lar başlamadan herkes kendi 2000
kuşağını sunmaya çalışıyordu. Aslında sözünü ettiğim yıllarda yapılan 2000
kuşağı dosyalarını incelemek ilginç bir araştırma olabilir, hayranlıkla anılan
isimlerden kaç tanesi yazmaya devam ediyor acaba? Ya da o gün hiç anılmayan bazı
isimler bugün ne durumda? 2010 kuşağı üzerine yazmayı düşünenlere evvela bunu
öneririm. Tarih, doğru okumayı becerebilirsek bize soğukkanlı olmayı öğretir.
Şiirde usta olduğumu
iddia edecek halim yok; ama şiirde sebat edecek adamı gözünden tanıdığımı
söyleyebilirim. Aynı şekilde şiirde neden ısrarcı olduğunu, şiire ne kadar
tutku duyduğunu anlamakta da zorlanmam. Benim asıl üniversitem olan Fındıklı
Lisesi’nde şiirle yanıp tutuşan, gerçekten iyi şiirler de yazan ama asla
ciddiye almadığım bazı arkadaşlar vardı çünkü bu
meselede kararlı olmadıkları gün gibi ortadaydı, nitekim hiçbirinde yanılmadım
da. Emek, gerçekten emek verenlere gösterildiğinde anlamlı olabilecek bir şey. Şiire
yine Fındıklı Lisesi yıllarımızda şaşırtıcı bir duygu yoğunluğuyla başlayıp çok
erken yaşlarda olgun örnekler veren kardeşim Abdullah İlhan ise öngörebildiğim
üzere niteliğini yükselterek yoluna devam ediyor. Öğretmenimiz olduğu halde
bize kürsüden seslenmek yerine bizimle aynı sıralarda oturmayı tercih eden Zafer
Acar, Abdullah’la benim bir anlamda sıra arkadaşımızdı. Dönelim 2010’un ufukta
belirdiği o yıllara. O dönem -2007-2010 arası- 2000 kuşağı içerisinde
anılanların en küçüğü şimdiki benden daha büyüktü, dolayısıyla kendimi bu kuşak
içerisinde hiç düşünmüyor, gözümü 2010’lara dikiyordum. 2010 kuşağı
adlandırması önemliydi benim için, bana heyecan veriyordu, Yedi İklim’in 2010
Ocak sayısında 2010 kuşağı diye bir şeyden bahsetmem de sürpriz değildi.
Şimdi oturmuş
nostalji mi yapıyorum? Nostalji yapacak yaşa gelmedim daha; ama bundan 10 sene
öncesiyle bugün arasında 10 sene değil 100 sene var. Siyasette de böyle
edebiyatta da. Bu da bana nostalji yapma hakkı veriyor. Sözkonusu dönemde bolca
plan yapıp hayal kurduğumu hatırlıyorum, kendi adıma planlarım vardı, şiirimiz
adına hayallerim. Planlarım 2010’larda şiir ve eleştiri kitapları çıkarmak ve
bir imza sahibi olmak; hayallerim şiirin şiire yakışır kalitede yazılıp enine
boyuna tartışıldığı bir edebiyat ikliminde yaşamak, şiirden sanatın ve hayatın
diğer alanlarına sahih kanallar açıldığını görmekti. Planlarımı gerçekleştirdim
ve gerçekleştirilemez işler olmadıklarını gördüm. Çok çalışırsanız bunları pekala
siz de başarabilirsiniz. Hayallerim içinse aynı parlak ifadeleri kullanamayacağım,
2007-2010 arasında gördüğüm poetik canlılığı bir daha asla bulamadım. Yani
hayallerim gerçekleşmediği için planlarım da pek bir anlam ifade etmemiş oldu
benim için. 2010’lar; siyasetin, belediyenin ve daha türlü türlü aygıtın
edebiyata vahşice saldırdığı bir dönemin adı oldu. 2000’lerle 2010’ların
edebiyat dergilerini karşılaştıralım, o dönemdeki poetik tartışmalarla
bugünküler arasında çok ciddi bir nitelik farkı var. Sadece önceki kuşaklardan
şairler değil şiire yeni başlayan gençler bile şiir tartışmalarında söz almak
zorunda hissediyordu kendini. Şiirle eleştiri birbirinden ayrı düşünülmüyordu.
Benim 16 yaşında eleştiri yayımlamaya başlamam çok da şaşırtıcı değildi yani. Bugünün
genç şairlerinden kaç tanesi eleştiri yazıyor? 2000’lerde 80 kuşağı şiirin
içindeydi, 90 kuşağı şiirin gündemini belirleyici işler çıkarıyordu, 2000
kuşağı ise kişiden kişiye/dergiden dergiye değişiklik gösterse de “Var”dı. Benim
2000 kuşağım çok büyük oranda Zafer Acar’dı mesela, onun şiiri ve eleştirileri
2010’ların eşiğinde bana Türk şiiri adına büyük bir motivasyon sağlıyordu, 2010’larda
ise Türkçe şiir diye bir şey duymaya başlayacaktım. Bugün Türkçe şiirden öte
Türk şiiri yazıyor olmakla övünebilirim.
Türkiye
Dil ve Edebiyat’ın 2017 Mart sayısında Hüseyin Akın’la yaptığımız söyleşi,
kuşak kavramı üzerine yıllar yıllar sonra yeniden düşünmeme vesile oldu. Akın,
beni 2000 kuşağı içerisinde anıyor. Bir gün 2000 kuşağı içerisinde anılacağım
aklımın ucundan bile geçmezdi, şimdi buna sevinmeli miyim üzülmeli mi? Bilmiyorum,
dileyen 2000 kuşağına, dileyen 2010 kuşağına dahil edebilir. Neticede zaman
dilimlerini adlandırma biçimimiz sürekli değişir, Allah ömür verir de 2060’ları
görürsem İsmet Özel’i hâlâ 60 kuşağı şairi olarak anacağımı pek zannetmiyorum
mesela. 2000’di, 2010’du çok önemli değil ama bir şansım varsa o da bu işlere
2000’lerde başlamış olmaktır, o dönemde çıkan dergilerin, yapılan
tartışmaların, girişilen polemiklerin iyisiyle kötüsüyle tadı damağımdadır
hâlâ. Sezai Karakoç’tan, siyasilerin ve bürokratların kendisini korunaklı alan
haline getirmediği bir dönemde bahsediyordum mesela; değer verdiğim şairlerle
sanal alemde değil gerçek alemde tanışıyordum. Bugünün edebiyata yeni atılan
gençleri bunların anlamını asla bilemeyecekler. O dönemi yaşayıp sindirmiş
olmak en azından benim gözümde son derece önemlidir, kişiye haklı bir cesaret
verir; biri şiir/şiirimiz hakkında bol keseden atmaya başladığında “Bir dakika,
orada dur,” diyebiliyorsam biraz da bundandır.
Aykut Nasip Kelebek
0 Yorumlar