ÜZEYİR İLBAK MEDENİYET
MESELESİNE
GÜNÜMÜZDEN VE
BİZDEN BAKTI
“Geçmişler
geleceğe, suyun suya benzemesinden daha çok benzer.” İbn Haldun
Dil
ve Edebiyat Derneği, her cumartesi işinin uzmanı imzaları saat 13:00’da Eyüp’teki
merkezinde konuk ediyor. Geçen hafta Hilmi Yavuz’un zihni hırpalayıcı elit
konuşmasını dinlemiştik. Bu hafta ise DED Başkan Vekili, Dil ve Edebiyat
dergisinin Genel Yayın Yönetmeni Üzeyir İlbak, “Medeniyet, Kültür ve
Yabancılaşma” başlıklı veciz ve aydınlatıcı sunumuyla klişeleşmiş, yanlış medeniyet
algılayışlarını kırmak adına, konuya her biri bir çekiç darbesi olan sorular
yöneltti. En eski medeniyetlerden bugüne dek meseleyi deşti ve sorulara, doğulu
ve batılı sağlam referanslardan da destek alarak tatmin edici yanıtlar verdi. Konferansı
özetlemek istiyorum:
Hz.
Adem ve Nuh’tan sonra İbrahim, üçüncü ve son peygamber damarıdır. Yahudi ve
Hıristiyanlar, Hz. İbrahim’in eşi Sara’nın oğlu İshak’tan; Müslümanlar ise diğer
eşi Hacer’in oğlu İsmail’den gelmiştir. Bizler Yahudi-Hıristiyanlarla Kuzen
Medeniyetleriz. Yüz yıllardır dinler arasında bir akraba savaşı yapılmaktadır.
İslam
Medeniyetindeki kırılma, Karlofça’dan (1699) sonra, Batı’ya karşı bir kompleksle
başlıyor. Batının medeniyet ve kültür ikliminde kaybolmak ise resmen Tanzimat
Fermanı (1839) ile onaylanıyor. “Medeniyet” kavramı daha lügatimize bile
girmemişken, Mustafa Reşit Paşa Paris‟ten yolladığı mektuplarda “civilisation”u
“terbiye-i nâs ve icrâ’y-ı nizâmat” olarak tarif eder. Tanzimat aydınlarının
kafasındaki medeniyet, ancak Avrupa'ya ulaşmakla sınırlıydı. Tanpınar’ın
ifadesiyle “Bu devrin ilk ideolojisi medeniyetçiliktir”. Cemil Meriç: “Tanzimat
intelijansiyasının meçhulü olan bu mefhum sonraları bir bayrak olmuş...
Tarihlerinden kopan bir avuç şaşkının omuzladığı bir teslimiyet bayrağı. Giderek
bu mefhum da fazla dar, fazla gurur kırıcı bulunur. Yerine yeni bir yalan
bayraklaştırılır: Batılılaşma, şuurlanan Doğu bu kelimeden de tedirgin olunca,
modernisation sahneye çıkarılır.” der. İçine doğup büyüdüğü irfanına itimadını
kaybeden Osmanlı aydını, Batı’nın Cemil Meriç’in tespitiyle “Putlarını
takdis eder, hayranlıklarını benimser. Dev papağanlaşır!”
Medeniyet
konusundaki en nitelikli ve sistematik yaklaşımlar Sezai Karakoç tarafından
ortaya konuluyor: Hakikat ve İnsanlık Medeniyeti. Diriliş: "bu medeniyetin
tozlarından arınıp, silkinip uyanacağı ve tüm insanlığa ışığını yeniden saçacağını
söylemek…Diriliş Tezi, birçok açıdan ele alınan İslâm'ı, tarih ve medeniyet
perspektifinden açıklıkla ortaya koyma çalışmasıdır. İslâm Medeniyeti'nin
yeniden doğuş yolunu arama denemesidir bu tez. Bir çağrıdır aramaya, bulmaya ve
araştırmaya. Bir duadır, ilhamını lütfetmesi için Ulu Tanrı'ya… Diriliş tezi,
bu yolu açmanın tezidir. İslâm ülkelerinde aydınların medeniyet fikrine, bu
fikrin gerçeğine dönüşü için yeni bir özveri yolu… Manevî yolda, erdem yolunda
ilerleyen kuşaklar, bilim, edebiyat ve sanatın doğu ve batı envanterinden
hareket edip yeni çığırını bulacak çilekeş düşünürler, bilginler, yazarlar,
medeniyet kavramını, doğu, batı düşüncelerini yeni baştan ele alıp inceleyecek
bir kuşak. Bu araştırmaya ve bunun ilham ettiği ideale kendini adayacak bir kuşakla
mümkün olacaktır.” (Düşünceler I) “Medeniyeti ırkla açıklayan (racist)
teoriler varsa da kabulü mümkün değildir. Çünkü: medeniyet, tanımı itibariyle bütün
insanlığa hitap eden tarih olgusudur. Tek kişiye ya da insanlığa dönük cephesiyle
medeniyet, insanın sadece fiziki ya da fizyolojik ihtiyaçlarına cevap veren bir
sistem olmakla kalmaz, aynı zamanda manevî -ahlâkî, metafizik ve kültürel
isterlerini de karşılamak amacını taşır. İnsanı bütün cepheleriyle ele alır.
Her ne kadar bazı medeniyetlerde maddî ihtiyaçlar, bazı medeniyetlerde manevî
ihtiyaçlar ön plana geçerse de, her medeniyette az veya çok bu iki cephe için
de bir teklif getirildiği gerçeği değişmez. Bütün ruhî faaliyeti, sonuç
itibariyle maddeye indirgeyen, onun bir yansıması gibi gören, ona bağlayan ya
da ondan bağımsız varsaymayan materyalizmi ve özellikle tarihi materyalizmi,
ayrıca her türlü manevî olguyu 'kan'a icra eden realist görüşü bir tarafa bırakırsak,
medeniyet olgusunda, ruhî, maddî faaliyet ve eserlerin tümünü görmek mümkündür.
Bu olgu kabul edildikten sonradır ki, insanların, biraz da çağlarının etkisinde
kalarak, maddî ya da ruhî faktörü baskın faktör olarak tercih ettikleri gözlemlenebilir…Kültür,
medeniyeti değil, medeniyet kültürü içerir. (...) kültür medeniyetin
fizyolojisi gibidir. Medeniyetse sadece anatomi değildir. Canlı organizma gibi,
anatomik cephesiyle, fizyolojik cephesiyle de bir bütündür. (...) Medeniyeti
insanlığın fizikötesi amacına varması için kurduğu yaşam tarzı ve gerçekleştirdiği
tüm çevre olarak da tanımlayabiliriz. Psiko-somatik bir gerçekliği vardır
medeniyet olgusunun. Yoksa olgunun psikolojik cephesine, kültür, fizikî
cephesine de medeniyet demeye imkân yoktur. Belki daha doğru bir tanım,
medeniyetin işler haline kültür denmesi olur. Oluşumu bitmiş ve tamamlanmış
eserler de, henüz oluşma halinde olanlar da medeniyete dahildir. Medeniyetle kültür
o kadar içiçedir ki, çoğu kez eşanlamda kullanılmaktadır… Günlük hayatı mite çeviren.
Metafiziğin masalsılığını realiteye dönüştüren. Ruhun lirizmini, şiirin ruhunu
meleklerin ellerine bırakan ve onların yoğurduğu bu balçığı, insanın, sürekli
ruh hilkatinde kullanabileceği bir malzeme olarak bilen ve kendi sürekli dirilişinde
böylece kullanan.”
Üzeyir İlbak, birikimini gerek Dil ve Edebiyat’ta
gerekse muhtelif konferans ve sempozyumlarda yeni fikirler üreterek okur ve
dinleyicilerle paylaşıyor. Okudukça ve tanındıkça bizden uzaklaşan yüzeysel
kalemlerle dolu bir ortamda, bizden ve derin ve cesur Üzeyir İlbak’ı takip
etmenizi öneririm.
Tetikçi
0 Yorumlar