YAŞASIN SEFALET
Başka medeni bir memlekette, ülkenin yaşayan en büyük şairlerinden birinin, 5 yıl aradan sonra yayımlanmış bir kitabı, kitabevlerinin vitrinine konur, en azından “şiir bölümü”nde bulunur. Bizde, vitrinleri üçüncü sınıf çeviri romanlar dolduruyor. Yayıncılar bu durumu nasıl içlerine sindiriyor? Kitabevi sahipleri, yöneticileri, vitrinlerini süsleyen niteliksiz kitaplar için “halk bunu istiyor” savunmasıyla yetinebilirler mi? Bununla kendilerini affettirebilirler mi? Bu sorulara cevap bulamamak, insanı kederlendiriyor.
Kitabevleri artık romanların. Şiir, öykü, deneme, gezi, anı, biyografi… bütün bütün geri çekiliyor. Yayınevleri romandan başka hiçbir türün kitaplarını gururla sunmuyor, reklam etmiyor onları. Kitap eklerindeki reklamlarda, billboardlarda, vitrinlerde, rafların ön sırasında hep roman. Varsa yoksa roman! Nitelik, konu, dil önemli değil. Roman olması yeterli. Oysa nice iyi öykü kitabı çıkıyor yıl içinde, nice şiir, biyografi, deneme... Yazık, doğmadan ölüyorlar. Yayıncı, kitapçı, elbirliğiyle öldürüyor onları. Okurun ilgi alanına bile giremeden.
Göz göre göre birbirimizi aldatıyoruz, bile isteye sefalete mahkûm oluyoruz. Sözünü ettiğim kitabevi zincirinde hal böyleyken, onun alternatifi olması gereken bir başkasında durum nasıl dersiniz? Fakir, yetersiz, sığ, günübirlikçi… Büyük bir kültürel açlık içindeki gençliğin arayışlarına, ihtiyaçlarına cevap veremeyecek kadar yüzeysel ve tek kanatlı… “Türk edebiyatı” bölümündeki yazar sayısı yirmiyi-otuzu geçmiyor. Raflar, özetin özeti “klasik”lerle dolu. Edebiyatımızın, kültür dünyamızın temel kaynaklarından neredeyse hiçbirini bulmak mümkün değil. İçler acısı, tüyler ürpertici…
Felaket tellallığı yapıyor değilim; yaşadığımız, felaketin ta kendisi. Hiçbir dönemde, kavramların içi bu kadar boşaltılmadı. Vurdumduymazlık, aymazlık bu kadar revaçta olmadı hiç. Kötüye, sıradana, sefâlete bu kadar kolay rıza gösterilmedi. Bir nesli kolaycılığa, bayağılığa mahkûm ediyoruz. Gençlerin beyni, üçüncü sınıf çeviri romanlarla uyuşuyor. Zevksizlik diz boyu. İşin kötüsü, herkes memnun halinden. Herkes bir şekilde ‘kazanıyor’. Hal böyleyken, güzel Türkçeden, dil zevkinden, nitelikli edebiyattan söz etmek ne kadar gülünç!
0 Yorumlar