DOST ACI SÖYLER, AĞZI YANACAKLAR İÇİN BALLI YAZDIM
Bilinmek
istemek, bizim ruh genlerimizde var. Bu çıkarımımın kaynağı şu kutsi hadisi hatırlatayım: “Ben gizli
bir hazine idim, bilinmek ve tanınmak istedim mahlûkatı yarattım.” Beşer
olarak bizlerin de Hallak (yaratma) sıfatına özendiğimizi söylememiz, belki
sanatkârın taklitçi olup olmadığı tartışmasını akla getirecektir. Lakin
nesneler olmasa kelimeler de olmazdı, sonuç itibariyle sanatkârın yaratma
ameliyesi, ancak kendi dışında var olan araçlarla (gösterge) sağlanabilir. Somut
anlamıyla yaratıcı-sanatkâr susmalı, devreden çıkmalı, yaratılan-eser
konuşmalı. İşte biz, kendimizi Allah’ın birer eseri-halifesi olarak gördüğümüz
için konuşuyoruz.
Eğer, ortaya koyduğunuz işlerle doğru
ortamlarda gündeme gelmiyor ya da yanlış ortamlarda övgüler alıyorsanız, iş
tutuşunuzu gözden geçirmelisiniz. Nasıl olur da beni es geçerler, mutlaka
kendimi onlara kabul ettirmeli, onların gündemine gelmeliyim derseniz, siyasetten
edebiyata sirayet eden muhataplarını övme ya da muhatabının ağzına bir parmak
bal çalma taktiği her zaman sonuç vermiştir. Lakin kısa vadeli, anlık etkilerdir
bunlar. Fakat ciddi okur, samimiyetten uzak bu durumları zorlanmadan anlar. Şubat (2013) ayında Yedi İklim’de yapılan Ahmet Sait Akçay dosyasının yersizliğini belirtmiş, faillerini de eleştirmiştim. Özgür Edebiyat’ın Mart-Nisan (2013) sayısında, Ahmet Sait Akçay’ın Ali Haydar Haksal hakkında kaleme aldığı metni gördüm ve yukarıdaki iki paragraf zihnimde şimşek gibi çaktı. Ahmet Sait Akçay, 40’ını aşmış bir arkadaş; 40 yılın öykücüsü Ali Haydar Haksal’ı solcuları incelemekten vakit bulup da ancak kendi hakkında dosya yapıldıktan sonra mı keşfedebildi. Yazık.
Zafer Acar
0 Yorumlar