“İyi de Ben
Hangi Kuşaktanım” başlıklı yazımda şiirde ısrar etmek diye bir şeyden
bahsetmiştim; laflardan bir laf, istediğinde ısrar et, çok da önemi yok, değil
mi? Değil, şiirde ısrar etmenin benim dünyamda önemli bir yeri var; benim
dünyamdaki yerini geçtim, benim dünyama damgasını vurmayı başarmış insanların
ortak özelliği bu. Şiirde ısrar etmekle şiir yayımlamaya devam etmenin aynı şey
olmadığını erken yaşlarda kavramıştım. Şiirini yayımlayıp olan biteni uzaktan
seyretmekle şiir kavgasının bizzat içerisinde olmak arasında fark var. İlkini
becerebilenlere gıpta ettiğimi söylemeliyim. Ne güzel, birileri senin yerine
kavga verip bir dergi kurmuş, büyük mücadelelerden sonra bir edebiyat mahfili
oluşturmuş, işte sen de arz-ı endam ediyorsun; kılıçlar çekilmiş, kan gövdeyi
götürüyor ve sıyrık bile almadan işini görebiliyorsun. Burjuvayı eleştirip dur
ama burjuva rahatlığıyla ömür sür; onlara imrenmeyeceğim de kime imreneceğim? İkinci
gruptakilerin yaşadıkları karşısında çok kederlenmekle beraber onların yolunu
izlemeyi tercih ettim. Gerçekten bir iddiası olanları da meydana davet
ediyorum, yok öyle yağma.
80’lerden, 90’lardan gelip günümüzde
şiir yayımlamaya devam edenlerin hepsi de (hiçbiri demiyorum, aman dikkat) şiirde
ısrar etmiş kimseler değildir, sözümüzün özü bu. Kimi belediyelerden iş alma
yolunda bir araç olarak görür şiiri, kimi siyasette ya da bürokraside bir
koltuk kapmak istiyordur, kimi de var olan koltuğunu koruma yolunda şairliğin
saygınlığından medet umuyordur. Gördüğünüz her sakallıyı dedeniz sanmayın yani.
Bu durum geçmiştekilerin problemi değil, insanın problemi. Bugünün genç
şairlerinden kaç tanesi şiirde ısrar edecek, kaç tanesi siyasete ya da sanatın
diğer alanlarına yönelecek; bunları bugünden kestiremeyiz. Şiirde ısrar edenler
illaki olacaktır, kaderin asıl ironisi ise şiirde ısrar edenlerin sermayede
ısrar edenler tarafından sömürülmesidir. Etrafımız kötülükle çevrili, kimseye
kötü insan demek istemem çünkü birçok insanın iyiliğini gördüm, ayrıca yine
birçok insandaki iyiliği hissedebiliyorum; ama kimi çevrelerden, topluluklardan
kötülük yayıldığı da bir gerçek. Bu kötülüğün kaynağı nedir? Bazen iyi insanlardan
bile, iyi insanların birleşmesinden bile neşet edebildiğine göre kötülük sahiden
çok güçlü ve işimiz de zor demektir. Hak ve halk adına çalışmayanlar, kötülüğe
ayıracak bolca zaman bulur. Ben de bazen kendime kızmıyor değilim, neden oturup
böyle yazılar, şiirler yazarsın ki be adam? Kafanı başka şeylere çalıştırsana.
Sana ne emr-i bi'l ma'ruf ve nehy-i anil münkerden? Yazı yazacağına birilerinin
kuyusunu kaz mesela. Yüzüne güldüklerinin arkasından iş çevir. Birçoğu öyle
yapmıyor mu? Kur’an’ın “Çoğunluk hüsrandadır” demesine bakma, çoğunluğa uy.
Yazının girişindeki
kategorizasyondan biraz ilerlemek istiyorum: İkinci gruptakilerin yolunu takip
etmenin çok sıkıntısını çektim; gelip geçici eleştiriler ya da polemikler çok
sorun değildi, bunlar baş edilebilir şeyler. Asıl sıkıntı dipte yaşanıyor,
yaptıklarınız ilgi gördükçe yani isminiz genişledikçe ruhunuz daralmaya
başlıyor. İşte bu ruh daralması büyük dert, benden önceki kuşaklardan birçok
değerli şairin de bunu yaşadığını biliyorum. Şiirde ısrar etmenin benim için en
önemli kazançlarından biri, bu ısrar sayesinde bazı değerli birliktelikler
kurabilmekti; ruhsal daralmayı dostluklardaki genişlemeler dengeliyordu bir
bakıma. İnsan ilişkilerinde saygı ve nezaketi hep önemsedim ama çevremi
genişletmeye değil dost kazanmaya baktım, tüccar olma gibi bir hayalim yoktu
çünkü. Zamanımın ve zamanımızın birçok değerli insanıyla muhabbet ettim, geyik
de yapabilirdim pekala, muhabbetten geyiğe evrilen yoz bir vasatta yaşıyoruz
zaten, buna ben de ayak uydurabilirdim. Söz konusu değerleri tanımamda yahut
onlarla ortak bir dil geliştirmemde şiir doğrudan etkiliydi. Şiire bu anlamda
büyük borcum var. Ben yine de ilk gruptakilere imrendiğimi yinelemeliyim,
düşünsenize Avrupa’nın güzel şehirlerinden birindeyim, Türk şiiri ölmüş kalmış
bana ne, nasılsa internet de var, arada sırada birkaç Türkçe şiir (!) yazıp
buradaki dergilere gönder, altına da Roma diye ekle, bak o zaman yaşamak da
şiir yazmak da ne kadar tatlı oluyor. La Dolce Vita!
Aykut Nasip Kelebek
0 Yorumlar