EZAN OKUYAN KALMADIĞI İÇİN Mİ
CAMİDE ÇAN ÇALINIYOR: YENİ ZANGOÇLAR TÜREDİ

Yeni Şafak; sanırım atılımlar peşinde, her gazete gibi tirajını arttırmaya çalışıyor, lakin bunu yaparken duruşundan ödün vermemeli, yoksa halihazırdaki okur kitlesini kaybedecek. Müslümanlar içerisinde türedi bazı seküler yazarlar, İslam düşmanı Batıcı çevrelerden iltifat gördüğü için Yeni Şafak’ın da dikkatini çekti sanırız; çünkü bu gazetenin içerisinde az da olsa Marksizm sempatizanları olduğunu biliyoruz. Beş vakit namaz kılıp da İslam düşmanlarına karşı aşırı sevgi gösterenlerin namazları suratlarına çarpılacaktır, bizim kitabımızda böyle yazıyor. Kitabımız Kur’an. Yeni Şafak’ın fecr-i kazibe dönüşmesine gönlümüz razı olmaz. Yazar kadrosunu ve editörlerini gözden geçirmeli Yeni Şafak, gerekirse yalan makinesine bağlamalı.
      Dini İslam olan Yeni Şafak’ta “yeni yetme” yazarlardan Murat Menteş’in, çakma Ahmet Hakan üslubuyla kaleme aldığı -yanlış anlaşılmak istemem, Ahmet Hakan da kendine has bir kalem değil, ortalama okurun anlayacağı gazete şablonu bir dil kullanıyor.- [ara cümle uzadığı için tamlayanı tekrarlıyorum] Murat Menteş’in “Rahmetli Atatürk” başlıklı yazısının bağırsaklarını söküp dökeyim, bakalım içinde neler var: Marks, Hümanizm, İsmet Özel, şehir efsaneleri, İletişim Yayınları’nda tanıştığı Allahsız dostlar, bayat espriler, afili filintalar, Salman Rüşdi, uyku hapları, Teoman, oryantalistler, CIA, öfke, sarhoşluk, Mossad, vs. Murat, gazetenin bayatlamış fikirlerini (!) yenilemeye soyunayım derken şöyle potlar kırıyor: “Zannetmiyorum ki Mustafa Kemal rakıyı zevk için içmiş olsun. Unutmak istiyordu. Gözümün önünde binlerce genç ölse, ben de içerdim.” Sanki içinden geçen her şeyi olduğu gibi köşesine kusuyor Murat, bu saçmalamaları muziplik sanıyor. Orası bir kahve köşesi değil, bildiğimiz kadarıyla hakikat medeniyetini savunan bir gazetenin sayfası. Niçin memleketini kurtarmış bir liderden zanla söz ediyorsa Murat, anlamadık, Mustafa Kemal’i iyi okumamış, besbelli. Ona,  Mustafa Kemal’in basılmasında bir beis görmediği, dışarıdan bir bakışın ürünü olduğu için büyük oranda nesnelliği yakalamış Armstrong’un “Bozkurt”unu öneririm, Mustafa Kemal’in içkiyle münasebeti daha savaş ve ölümlerle muhatap olmadığı gençlik yıllarına dayanır, kadın da şarap da bir zevk unsurudur onda. Murat, şöyle diyor: “ben de içerdim”, o halde Orta Doğu’daki Müslümanlar ayyaş olmalı, Ömer Muhtar ayık gezmemeliydi, İmam Humeyni barlardan çıkmamalıydı. Belki de Murat, Osmanlı şiirindeki mey ve meyhaneleri somut anlamıyla okuyor, bilemiyorum. Murat’ın yazısını önemsemeden geçecektim, ama yok, olmadı, Murat, haddini aşarak Müslümanların sözcülüğüne soyunuyor, haa, evet unuttum, Yeni Şafak ona bu hakkı verdi, demi.   
      Murat, kafasına göre takılmaya devam ediyor: “Diyeceğim, eğer Atatürk'ün putlaştırılmasından rahatsızsak, ona deccal değil, insan muamelesi yaparak durumu düzeltebiliriz. Vefat yıldönümünde, rahmetlinin ruhuna bir Fatiha okuruz. Ben bugün denedim. İyi oldu. 50 liralık banknotun üzerindeki Mustafa Bey bana memnuniyetle gülümsedi.” Aslına bakarsanız, benim dedem de Mustafa Kemal’in askerlerindenmiş, onu o denli çok seviyordu ki her Perşembe Yasin okur, Mustafa Kemal’i de dualarına katardı. Bu, Anadolu’da birçok yaşlının alışkanlığıdır. Bilir mi Anadolu’yu Murat, elbet bilmez. Bakın, hayıflanıyor: “35 yaşındaydım. Polisiye roman uzmanı Erol Üyepazarcı telaffuz etmişti: ‘Rahmetli Atatürk…’” Fantastik, polisiye, çizgi romandan besleniyor Murat, ne yapsın; dünyaya eğlenmeye geldiğimiz için de eğlencelik romanlar yazıyor. Can sıkıcı bir ayrıntıya daha takıldı zihnim. Murat’ın cemindeki en küçük banknot 50’likmiş, Murat, artık büyük paralar kazanıyormuş, onun adına sevindim. Bu, para vurgusu da ne demek oluyor, niçin miktar veriyorsun, paranın üzerindeki Atatürk gülümsedi bana, diyebilirdin, sadece romanda değil yazıda da duvarda asılı tüfek patlamak zorunda,  50 lira patlıyor, ama onun elinde patlıyor. Gazeteleri, sadece zenginler değil, memleketin fakiri fukarası da okuyor. Sanatkâr dediğin duyarlı olur, değil mi Murat.
      Öte yandan, Mustafa Kemal’i o denli indirgiyor ki Murat, “Adamı biraz rahat bırakalım.” diyor. Orhan Veli’nin “Süleyman Efendi”sinden bahsediyor sanki; adamı, sokaktaki adamı, garibanı, manavı dercesine. Tarihte iz bırakmış isimler hakkında konuşurken dikkatli olmalıyız. Bir Yavuz Sultan Selim, bir Yahya Kemal ya da bir ünlü müzisyen için kabaca adam, seslenişinde bulunamıyorsak Mustafa Kemal için de bulunamayız. Sıcaklık, sempatiklik, şirinlik mi yapmaya çalışıyor Murat ya da ben de büyük bir adamım artık paranoyasıyla mı konuşuyor, hayatında babasına adam, hitabında bulunmuş mu acaba. Bulunmuşsa bu, onun jargonudur, ama topluma mal olmuş isimlere kullanması kesinlikle doğru değildir. Bence Murat’ın sözünü ettiğim yazısının baştan sona kafası karışık.   
      Murat, kendi kendine soruyor: “Peki ya ben? Atatürk'ü seviyor muyum?"Başıma bir iş gelmeyecekse..." neden olmasın? Şaka bir yana, tabii ki seviyorum. Bizi en zor günlerimizde çekip çevirdi. Tamam müzikle, dille, kıyafetle, demokratikleşmeyle ilgili yanlış politikalar uyguladı. Bunların da hemen hepsi sonradan düzeltildi.” Ne düzeltilmiş Murat, hangi faili meçhul cinayet çözülmüş, hangi ölü diriltilmiş, hangi hak sahibine verilmiş, bir romancı bu denli bilinçsiz cümleler kurar mı, hiç mi kulak kabartmıyorsun otobüste, tramvayda, vapurda çevrendeki insanlara. Onca devrim yapıldı Cumhuriyetin ilk yıllarında, devrimler kuruya yaşa, hakka hukuka bakmaz. Düzeltilmesi mümkün olmayan şeyler var Murat.  
       Şimdi Murat’ın burnundan şeytan girip diyecek, “işte bakın bir bağnaz beni nasıl da kıyasıya eleştiriyor, halbuki ben kimsenin konuşamadıklarını yazıyorum, savaşçı bir entelektüelim, toplumdaki aksaklıkları düzeltmeye, tabuları yıkmaya çalışıyorum, cesaretim takdir edilmesi gerekirken yuhalanıyorum”, değil Muratçığım değil, hiç değil, ben burada Yeni Şafak’ı eleştiriyorum, çünkü sen onlardansın, Yeni Şafak bildiğimiz kadarıyla hâlâ bizden. Hadi diyelim biz durumu abartıyoruz, dıştan bakıyoruz, meselenin özüne inemiyoruz, öyleyse Yeni Şafak’tan bir yazarı dinleyelim, Yusuf Kaplan, Murat Menteş’in bu girişimini şu şekilde yorumluyor: “Peki, dünyamızı ve gökkubbemizi çökerten, medeniyet iddialarımızı ve varoluş dinamiklerimizi dinamitleyen bu yakıcı gerçekler ortada iken, sözümona İslâmî çevrelere mensup -üstelik de muhalif geçinen- bazı yeni yetme yazarların, henüz bu gerçeklerle yüzleşilmemişken, bu konuda daha zırnık kadar mesafe alınmamışken, vicdanları sızlamadan ebedî şeflere rahmet okumaya kalkışmaları neyin ifadesidir öyleyse?
       Elbette ki, oportünizmdir. Konformizmdir. 'Fırsat bu fırsat' diyerek başka yerlere atlama şark kurnazlığıdır.” Yeni Şafak’ın sayfalarına underground bir kültürsüzlükle konuşmak yakışmıyor. Murat, üstadı Ahmet Hakan gibi gidip kendine uygun mecraların gazetelerinde Müslümanları küçük düşürerek büyümeye çalışabilir, espriler patlatıp vur patlasın-çal oynasın diye haykırabilir; ama camide çan çalamaz arkadaşlar, çalamaz, zangoçluk yapamaz. Hâlâ aramızda ezan okuyabilen, ezanı meydanlarda haykırabilen dostlarımız var, lakin Yeni Şafak’ın yöneticileri, sanırız çan seslerinden ezan sesini duyamıyor. Biliyorum, dergilerde yetişen ne diri-yetenekli ve duruş sahibi kalemler var, Yeni Şafak, onları görmeyi başarabilmeli ve yazmaya ikna etmeli. Yoksa değerlerimize küfredenlere karşı savaşacak kalemşor kalmayacak; çünkü iltifat görmeyen canlının soyu tükenir.
       Murat Menteş; roman yazmakla kalsa, yani çıtır çerez işlerin dışına çıkmasa, memleket meselesi sandığı konularla bulunduğu mecrayı kirletmeye kalkmasa, şımarmasa –şımarmak sadece çocukların ve kadınların hakkı-, yeteneğinin ve zekâsının haddini bilse, ötesine soyunmasa iyi biridir. Ama şu günkü durumundan daha fazlasını yapabileceğini sanıyor, aldanıyor. Esprik bir romancı o, ironinin incitmeyen ciddiyetinden onda iz yok. Hem hangi küçük romancı veya köşe-fıkra yazarı yüzyıllık problemleri çözebilmiş ki. Boş yere kendini ve tuhaf yaklaşımlarıyla bizi yoruyor. Murat, şiir yazdı, olmadı, romana sardı; çünkü, zeki çocuk, şiirde bir yere varamayacaktı. Şiirimizin bin yıllık birikimi vardı ve derinliksiz bir yeteneğin Yunuslarla, Fuzuli-Baki-Şeyh Galiplerle, Necip Fazıl-Sezai Karakoçlarla hesaplaşamayacağını erken fark etti. Romanda daha bir buçuk asır yaşındaydık ve öyle çok büyük isimler çıkaramamıştık. Roman basit şakaları, parodi-pastişleri kaldırabiliyordu. Yüzeysel bir yetenek, niteliksiz okur tarafından çabucak kabul edilebilirdi. Bu yüzden 90 kuşağının Murat karakterindeki isimleri popüler kültürün peşine düştü. Büyük olmak zordu; büyükmüş gibi görünmek kolay. Popüler kültür; anı yaşa ve geç, bir daha gelmeyeceğiz bu dünyaya, demekti, ölümden sonrasına inanmayan materyalist bir zihnin ürünüydü. İçimizdeki böylesi gençler, astigmat akıllarıyla berrak sularımızı bulandırmaya çalıştılar. Yeni Şafak buna müsaade etmemeli bence. Oportinis mi, pragmatik mi, iki yüzlü mü, ne derseniz diyin, bir sorunsal var ortada, çözüm yok, yok değil. Çözüm biziz.

      Tetikçi
 

 

 

Yorum Gönder

0 Yorumlar