“BİR GENÇLİK POLİTİKAMIZ VAR MI?”


“Bir gençlik politikamız var mı” sorusunu ve takiben “Yok” cevabını, daha ziyade gençler etrafında şekillenen Gezi Olayları sonrasında, özellikle de İslamcı/muhafazakâr çevrelerde sıkça işitir olduk. Sebebi açık: Müslümanlar on yılı aşkın süre iktidarda kalmış ancak eğitime ve kültüre gereken önemi vermediğinden gençlerin desteğini yeterince sağlayamamıştı. Bu bağlamda söz konusu soru, ülkemizin ve AK Parti iktidarının da genel resmini verir ve üzerine uzun uzun konuşma duygusu uyandırır nitelikte; ancak bunun bazı tuzaklar barındırdığını da belirtmek gerek. Bir defa, gençleri dikkate almayan bir oluşum asla başarı sağlayamaz; ancak sadece gençlerle iş yürütmeye çalışanlar da ciddi bir sonuç elde edemez. Dolayısıyla kadın, erkek, genç, yaşlı değil bir bütün olarak “insan” merkeze alınmalıdır. “Gençlere gereken önemi vermiyoruz” dediğimizde, “İnsana gereken önemi vermiyoruz”, demiş de oluruz. İkinci olarak, politika gibi kirli bir kelime gençlik gibi temizliği ifade eden bir kavramla kanaatimce yan yana getirilmemeli. Çünkü politika denildiğinde akla rant, yolsuzluk, yalan vs. gelir; kirli ilişkiler yürütenlere “Politika yapma” deriz mesela. Yani gençliği politika malzemesi yapmayalım derim. Öte yandan, politika ile siyaset kelimelerini Ali Şeriati’nin karşılaştırması ve politikaya karşılık siyaseti överek öne çıkarması, bugün için de değerli ve fikir vericidir. Gençlik politikası demeyelim de siyaseti mi diyelim? Üzerinde düşünelim derim.
                Bu girişten sonra sadede gelelim. Evet, bütün iktidarların, devletlerin, sistemlerin gençlikle ilgili bir stratejisi, bir hedefler listesi vardır. Yeni kurulan Türkiye Cumhuriyeti’nin de vardı, 12 Eylül Darbe hükümetinin de vardı; AK Parti hükümetinin de vardı, var. İlki Batı’ya entegre, seküler, Osmanlı’yla bağlarını koparmış, ikincisi ise ilkinin devamcısı olan bir gençlik yaratmanın peşindeydi. AK Parti’nin bu meseleye yaklaşımı ise dönemin başbakanı Tayyip Erdoğan’ın “Dindar gençlik yetiştireceğiz” sözlerinde tecessüm ediyor. Eğitimde yapılan düzenlemeler, İmam Hatipler bağlamında yapılan iyileştirmeler hep bu düzlemde değerlendirilmeli. Tartışılması gereken şu: Gençlikle ilgili yapılan bu çalışmalar temellendirilerek, donanımlı kişilerin ellerine teslim edilerek mi yapıldı; yoksa iyi niyetli de olsa ölü mü doğdu? Hedefi, şahsiyetli nesiller yetiştirmek, biçiminde koymak daha doğru olmaz mıydı? Şahsiyetin varacağı yer nihayetinde bir inanç sistemi olacaktır. Sonuç olarak, metnin girişinde ifade ettiğim cümleye evet biçiminde cevap vermek durumunda kalıyorum. Evet, maalesef, bir gençlik politikamız var!
                AK Parti hükümetinin olsun, diğer İslami eğilimli yapıların olsun gençlikle ilgili bazı iyi niyetli çalışmalarının olduğunu gözlemlemek mümkün. Ancak küresel çapta öyle büyük kuruluşlar, para babaları, medya devleri var ki sizin çabalarınızın bir anlam ifade edebilmesi çok zor. Gençlerin vaktini geçirdiği araçlara bakalım: Cep telefonu, tablet, sosyal medya hesapları… Yiyecek-içecekler koka kola, hamburger, mısır cipsi vs. Hayatımız, paradan başka hiçbir derdi olmayan küresel güçlerin istilası altındayken; biz kendi insanımıza başkalarının icatlarıyla seslenmekten başka yol bulamıyorken nasıl onun üzerinde bir etki unsuru oluşturabileceğiz? Bunun cevabı, güçlü olmakta, ekonomik, siyasi, kültürel anlamda yetkin olabilmekte saklı. Türkiye güçlü bir devlet olamadıkça, gençlerini kendi siyasetiyle yönlendiremeyecek; eli mahkûm bir şekilde küresel güçlerin politikalarına teslim edecektir.   
                Yine de yukarıda söylediklerim, bir bahane değil. Gençler yani insanlarla ilgili yeterince fikir üretildiği, ıslah edici çalışmalar yapıldığını söyleyemeyiz. Nitelikli, entelektüel olarak donanımlı, şahsiyet sahibi idarecilerle var olan noktadan çok daha iyi bir seviyeye gelebiliriz. Ancak bu hususta bazı devrimci çıkışlara ihtiyacımız var. Kendi payıma, ilkokul öğrencisinin okuma-yazmadan ziyade toplumsal kuralları öğrenmeye ihtiyacı olduğunu düşünüyorum. Okuma yazma, dört işlem gibi disiplinler bir insana 15 yaşında da kazandırılabilir ancak nezaket, dürüstlük asla kazandırılamaz. Ne olur yani, radikal bir karar alınsa ve 4+4+4 ün ilk kısmı kitabı değil hayatı okutmak üzerine inşa edilse. Kaldı ki ıslah edilmemiş bir bireye hizmet etmek; ona ve topluma yapılan büyük bir kötülükten başka bir şey değildir. Ahlaklı olmayı öğretmediğin çocuk, senin belki iyi niyetle belki de günü kurtarma derdiyle hediye ettiğin bilgisayarla, ahlak dışı işler yapacaktır. Dürüstlük için bir gününü ayırmadan aylarını vererek öğrettiğin okuma yazma, ona dolandırıcılık yapma fırsatını sunacaktır.
                Var olan eğitim sistemi içerisinde nitelikli biri olarak yetişmek, tesadüflere kalıyor. Gençler, önemli bir kısmı kopya çeke çeke üniversiteyi bitirmiş ve üniversite diplomasından başka da bir özellik kazanamamış öğretmenlerin insafına bırakılıyor. Popüler şarkı sözü yazarlarını edebiyatın zirvesinde konumlandıran bir edebiyat öğretmeni öğrencilerine ne verebilir? Bugünü takip etmekten aciz bir tarih öğretmeni, tarihi ne kadar doğru algılayıp aktarabilir? Bu nedenle sisteme düşen, ilk önce öğretmen yetiştirmek olmalıdır. Ama artık şunu kabul etmek lazım, nesil yetiştirmekten bahsediyoruz. Bu öyle bugünden yarına olabilecek bir iş değil. Şu günlerde 3. Köprü bitmek üzere, istenirse önümüzdeki yılın başlarına 4. Köprü de yapılmış olur. İşte bunlar birer politikadır. Ancak nesil yetiştirmek on yılları kapsayacak türden bir iştir. İmam hatiplere yatırım yapmakla, kuran kurslarını çoğaltmakla üç beş ay içinde kotarılacak bir iş değildir. Zaman ayırmak gerekir. Bugün gençlik için atağa geçtik diyelim, şu an öğretim vermekte olan son öğretmen emekli olana, hayır onun öğretiminden geçmiş son öğrenci emekli olana dek bu süreç devam edecektir. Bu da neredeyse bir insan ömründen biraz fazlasına tekabül eder. Bu zor yolda gerekli sabrı gösterebilecek miyiz?


Aykut Nasip Kelebek

Yorum Gönder

0 Yorumlar