Fayrap dergisinin 93. sayısında ‘Yeni Kuşak Şairler’ başlıklı (pekâla Fayraplı Yeni Kuşak Şairler de olabilirdi) bir dosya yapılmış. Dostlar birbirini alışverişte görmüş. Yazıya bu kadar hızlı, sert girmemin çok sebebi var. Kendimi ve okuru yormayacağım; dosyadan okuduğum tek yazıyla, bir metin dolusu boşluk verecek kadar sorunlu ve bir dosyayı hiç edecek denli malzeme veren yazıyla, Fazıl Baş’ın “Elyesa Koytak Şiiri”ni incelediği eleştiriyle (!) yola çıkacağım. Diğer arkadaşlar haksızlık ettiğimi düşünmesinler. Zira Fazıl Baş derginin yayın ekibinden, buradan dosyanın her noktasında parmağının (serçe ya da başparmak ölçüsünde) olduğunu anlıyoruz.
Elimizdeki metin ikinci
paragraftan eleştiri dediğimiz şeyin birikimsiz olmayacağını bağırmaya
başlıyor. Ne diyor Baş: “Türk şiirinde Asr-ı saadete verilen referanslar çok
kalın bir dosya oluşturmaz herhalde…”. Birincisi madem bu kadar iddialı bir
cümle kuracaksın niye ‘herhalde’ diyorsun, ikincisi Asr-ı saadet değil Asr-ı
Saadet, üçüncüsü ve en önemlisi Türk şiirini hiç mi okumadın be kardeşim. Hani
700 yıllık klasik şiirimizi geçtim, sadece Sezai Karakoç’un kitap boyutunda
şiirlerini (Taha’nın Kitabı, Hızırla Kırk Saat) ve Mehmet Akif’in külliyatını
okusan bu cahil cesaretin olmayacak. Geçelim. Üçüncü paragraf, bir alıntıdan
sonrası: “…Burada değersizlik Asr-ı saadet ile yapılan bir kıyaslama sonucu mu ortaya
çıkıyor yoksa bizatihi şairin kendi hayatını değersiz olarak görmesinden mi?...
Cevabın ikincisinde olduğu söylenebilir.”. Soru soruyor Fazıl Baş ama ortada
soru yok, cevap veriyor Fazıl Baş cevap yanlış. Niye, çünkü metinde şiir kişisi
bize bas bas şunu bağırıyor: benim hayatım değersiz çünkü Asr-ı Saadet’e uygun
yaşamıyorum. Yani Baş iki doğrudan yalnızca birini görerek, yani analitik
zekadan yoksun eleştirmenlik taslıyor.
Geçiyoruz
dördüncü paragrafa: “İlkinde daha çok imgesel ve ibarelerin çarpıcılığı üzerine
kurulu ayrım…” Fazıl Baş’ın ilki dediği mısralar şunlar “ hazret-i ömer olsa
ağzımı yüzümü dağıtırdı/iftar sonrası çay sigaralardan/hazret-i ali kâle bile
almazdı şu bitirme tezimi” ilginçtir bu mısralarda imge bulmuş Fazıl Baş. Nasıl
bir imge bu? Neo-epikçi imge mi? İmgeyi oluşturan hiçbir unsur yok, teşbihi
imge ile karıştırmış diyeceğim, o da yok. Paragrafa devam: “Hz. Ömer dedikten
sonra daha fazla bir şey demeye gerek kalmaz… Zihnimizde ilk anda oluşan
çatışma yeter.” Baş, şunu demek istiyor: Asr-ı Saadet’ten sahabe isimleri
andığımız zaman şiir kendi kendine oluşur. Öyleyse Kur’an’da geçen 25, hatta 28
peygamberin ismini anmak büyük şiir yazmak için yeter. Daha kötüsü buradaki
‘ibarelerin çarpıcılığı’nın yeterliği meselesi ilerde kafası karışık
eleştirmenimiz (!) için çok da tercih edilmemesi gereken bir şey olacak:
“…ilişkisellikten ziyade ibarelerin çarpıcılığına yaslanıldığı yerlerde belirginleşir.
Bunlar hemen sahiplenilen ama uçucu olan mısralardır.”. Ne diyeyim, herhalde bu
ikincisi sevmediği bir isimle ilgili bir yaklaşım –ki daha sağlıklı, yanlışlıkla buraya girmiş ya da Baş
sabrımızı zorluyor. Şükür diyorum, dördüncü paragrafı bitirdik, ama ne kötü
sırada beşinci var. ‘İlişkisellik’ dediği bir şey var Fazıl Baş’ın, ‘ibarelerin
çarpıcılığı’nın yanına koyduğu ama bir anlamda daha kıymetli gördüğü. Burada
bir şey yok ama zorlama kavramsallaştırmalar yazı boyunca burada olduğu gibi
çokça karşımıza çıkıyor. Fakat asıl sorun şurada. Baş ‘ilişkisellik’i (ilişki
kurulan isimler: Namık Kemal ve İsmet Özel) kurmak için, bu ilişkinin unsurları
ile aynı zamanda onun deyimiyle ‘modern zamanlar’ bağlamında buluşmak yetiyor.
Pes doğrusu. İlişkisellik deyip yazıyı bunun üzerine kur sonra da böyle komik
denebilecek bir bağlam oluştur. Yorucu oluyor ama devam edelim. Hâlâ aynı
paragraftayız ne yazık ki. Fazıl Baş şiir öznesinin (hah fırsat bulmuşken
paranteze sıkıştıralım, Şair ile Şiir Kişisi kitabın farklı katmanlarıdır, biri
içerdedir diğeri dışardadır, bunları bir kişiye indirmek eleştiri için intihardır)
Asr-ı Saadet (Hz. Ömer, Hz. Ali)’le çekingen, modern zamanlar’la (Namık Kemal, İsmet
Özel) ise içli dışlı bir ilişki kurduğunu söylüyor. Ama gariptir yazının
ilerleyen kısmında Koytak’tan bir alıntı gözümüze çarpıyor: “her gün yolda
hazret-i ibrahim’le selamlaşan benim”. Hacı abi, adam 21.yy’da Hz. İbrahim ile
selamlaşan bir özne yaratmış, sen ne çekingenliğinden bahsediyorsun. Pardon!
İbrahim başka Ömer başka mı diyeceksin. Neyse hızlanalım, yoksa bitmeyecek
böyle. Yazının ara başlıklarından “İmge ile Siyaset Arasında”nın ikinci paragrafı
bir adet anlatım bozukluğu içeriyor. Ben söylemeyeceğim, ‘yayın ekibi’ bulsun,
Baş’a söylesin. Devam. “ Siyasi İmgelem” ne demektir, biri lütfen bana da
söylesin. Sosyal imgelem, doğa imgelemi (bu yazlık ve kışlık imgelem olarak
mayoz bölünmeye uğrar mı), aile imgelemi vs. diye gidecek mi bu? Neyse, hızlıca
devam edelim: ‘geceleri namık kemal’le gazete çıkarma’nın neresinde ‘savunma’
vardır. Gazete, dergi aksiyon işidir Muhammed Fazıl Baş. Hem Fayrap’ın olayı
saldırmaktan başka nedir ki? Bak en azından burası çalıştığın yerden çıktı ama kafa
karışıklığın hâlâ devam ediyor. Bense devam etmeyeceğim, ama…
Son iki şey: Yok yok
senin yazıyla ilgili değil Fazıl Baş. Birincisi, Elyesa Koytak şiiri Fazıl
Baş’ın yazısı kadar kötü bir şiir değil. Neo Epik dalgasından uzaklaşabildiği
benim hatırladığım iki şiir var bu kitapta, şimdi kalkıp bakamayacağım ama
kendisine söylediğimi hatırlıyorum. Gerçekten iyi şiirler onlar. Velhasıl nereden
gideceği belirleyecek kaderini. İkincisi,
dosyayla ilgili hükmümü dosyanın başlığıyla ve biraz da bu yazıyla verdim.
Fakat Allah aşkına komik olmayın. 10’larca adam için bu tip işler yaptınız,
şimdi siz bile esamelerini okumuyorsunuz. 6 şiirlik Fayrap macerası 4 sayfa
inceleme etmez, yapmayın etmeyin. Öncesi var hiç demeyin, sizin için her şey
Fayrap sonrası, biliyoruz. Cemaatçi, hizipçi zihniyet memlekete olduğu kadar
edebiyata da zarar veriyor. Neo Epik’le kafayı yemeyin. İnanın işin sonunda ne
beyin kalıyor ne şiir.
Abdullah İlhan
Abdullah İlhan
0 Yorumlar