Sahne
sanatlarıyla uğraşan bir arkadaşım, herkesin sırayla performansını sergilediği
büyük bir organizasyon sonrasında şöyle demişti bana: “Hepimiz, iştahla
birbirimizin hata yapmasını bekliyorduk.” Böyle açıksözlü insanlarla
karşılaşmak kolay değil ama böyle üzücü durumlarla hayatın her alanında
karşılaşmak mümkün. Peki, edebiyatta da durum farklı mı? Bunun cevabını tek
başıma veremem, kendimize bir soralım sadece: Birbirimizin şiirlerini hangi
duyguyla okumaya başlıyoruz? İnşallah zayıf bir şiirdir, tek bir mısraı bile
yoktur diye mi; yoksa inşallah güzel, eli yüzü düzgün bir şiirdir diye mi? Kalbimizi
sürekli sorgulayalım: Gösterdiğimiz tepkilerin altında gizli bir kıskançlık
yatıyor olabilir, fuzuli koşuşturmalarımız kıskançlıktan kaynaklanıyor olabilir,
uykusuz gecelerimizin nedeni kendimize bile itiraf edemediğimiz bir kıskançlık
olabilir ve kıskançlığın anlayış göstermeye değer bir yanı yoktur. Kıskanç
insanlara elbette yardımcı olmamız gerekir ama kıskançlığın görüldüğü yerde
kellesi vurulmalıdır. Bunun şakaya gelir tarafı yok, yeryüzünde ilk kan
kıskançlık nedeniyle akıtılmıştı; Kabil, kardeşi Habil’i deliler gibi
kıskanıyordu. Elimizdekilerin değerini bilelim ve Allah’tan daima hayırlısını
talep edelim. Bol kazancın değil hayırlı rızkın duasını edelim. Şiir de
felaketler getirerek, toplumda yanlış yaklaşımların yerleşmesine destek vererek
gelecekse gelmesin.
Allah, bize merhamet etmiş ve
ilişkilerimizde de birbirimizin hakkını gözetmeyi emretmiştir. Yazdığımız
dergiden iyi bir şairin çıkması bizim aleyhimize olmaz, bir arkadaşımızın iyi
bir şiir kitabı yayımlaması bizim sonumuz değildir. Tam aksine, bunlar
-menfaatlerimizi hesap edeceksek eğer- bizim faydamıza gelişmelerdir;
yazdığımız derginin satışını artırır, yaptığımız işin itibarını yükseltir ve
netice itibariyle gözlerin bizim mecramıza doğru çevrilmesini sağlar. Bugün
şiir yayımladığımız dergileri birileri merak edip okuyorsa bunda Yunus’tan
günümüzün ustalarına kadar bütün esaslı şairlerin etkisi var. Yani onlara gölge
etmeyelim, teşekkür edelim. Yazdığımız şiirler iyi değilse bunun kabahatini iyi
şairlere yüklemeyelim, onlar bizim hakkımızı çalıyor değiller. Büyük şair
olmayı, acayip şiirler yazmayı abartmak da gereksiz mesela, şiire sıra gelene
kadar dava bellenecek bir sürü ilke var bu hayatta. Türk edebiyatının geçmişten
günümüze ortaya koyduğu iyi şiirleri okumaya ömrümüz yetmez, divan şiiri var,
halk şiiri var, modern şiir var, var da var… Bundan sonra iyi şiirler yazılmasa
da kıyamete kadar mevcut birikim, okurun iyi şiir/iyi edebiyat ihtiyacını
karşılamaya yeter; ama iyi, dürüst, namuslu insan ihtiyacı bitmez. İyi şiirin,
iyi romanın ortadan kalktığı bir dünyada yaşam devam eder etmesine; oysa iyi
insanların çekildiği bir yeryüzünde yaşam artık namümkündür. İyi şair olmanın
mücadelesini verelim ama merhametli, adil, nezaketli insanlar olma mücadelesini
de bırakmayalım. Yazdığımız şiirlerle kendimize bir iktidar alanı yaratmaktan
da uzak durmalıyız, ben şairim asar keserim, ben şairim yıkar geçerim, ben
şairim bana her şey serbesttir… Böyle bir dünya yok. Şuara suresi böyle bir
şair istemiyor.
Kabul edelim, birçoğumuz, şiiri
birçok şeyin önüne yerleştirmiş durumdayız. Biri “Kalbimi kırdın” dediğinde
umursamıyoruz bile, “Yemişim senin kalbini” diyor ve gerçekten de insanların
hakkını çatır çatır yiyoruz. Bir başkası şiirimizi hafifçe eleştirmeye
kalktığında ise o umursamazlığımızdan eser kalmıyor, kıyameti koparıyoruz. Yaptığımız
işlerde Allah Resulü’nü örnek almıyoruz, hatamız bu; dilimizdeki zehir,
kalbimizdeki kir hep bundan. Öfkeliyiz, esiyor gürlüyoruz, tozu dumana
katıyoruz; halbuki ne de acınacak haldeyiz.
Birbirimize güvenimiz kalmamış, bir sırrımızı paylaşamayacak, yüreğimizi
kimseye açamayacak hale gelmişiz. Ruhtan bahsedip duruyoruz ya, yalan, bedenden
ibaretiz, bir ruhumuz olsa yaşadığımız şu hayatın rezilliğini hissedip
senelerce ağlar, ağlamaktan iş göremez hale düşerdik. Topraklarımız verimlidir,
şairin de öykücünün de romancının da iyisini çıkarmayı başarır. Orada bir
sıkıntı yok. Biz elinden, belinden, dilinden emin olunan insanlar olmaya
bakalım. Sonrası, Allah bilir ya, çorap söküğü gibi gelecek.
Aykut Nasip Kelebek
0 Yorumlar