CELÂL FEDAİ KİMİ TOPA TUTTU?

Celal Fedâi'nin Mühür'deki (43) cesur ve şedit söyleşisinden alıntı yapıyoruz. Biz anlayamadık, hedefindeki İbrahim Tenekeci mi, Hakan Arslanbenzer mi, Hayriye Ünal mı,  Osman Özbahçe mi, küçük İskender mi, yoksa bunların dışındaki başka şairler mi; okuyup siz karar verin.

Bugünün şiirinde ise şairlerin, sanat tarihinden kendilerini cahilce koparmalarından başka bir anlama gelmeyen şiir kuramları var. Biri kalkıp İslami kisveye bürünmüş bir pislik edebiyatı oluşturuyor. Şiirlerinde argonun her biçimi var. Günlük hayat manzaralarını sözümona bir İslami algıyla eleştiriyor. Bir türlü toparlayamadığı zihninden akanların ancak natüralizmle bağı olabilir? Düzyazı ile söylenebilecekleri şiire aktarmanın basit manzumecilik olduğunu herkes bilir. Bir başkası ucuz bir duygusallıkla, nostaljinin en yavanıyla, kendi şöhreti için gençleri iğdiş etme işi olarak görüyor şiiri. Bir diğeri post-modern dünyanın aynalı gökdelenlerine vurulmuş. Nereye baksa kendini görmek istiyor. Daha bir başkası ötekilerle nasıl iyi geçinirim derdinde. Ya da bunlardan birine bir şekilde dahil olup şiir kitaplarını yayımlatmanın peşinde. Ben, görüyorsun işte yalnız başınayım. Ve öyle olabilenleri seviyorum.
       (…) Ne yazık ki 2000’lerden sonra Müslüman duyarlıklı gençler, yıllardır Türkiye’de ve dünyada olanlardan doğan, öteden beri getirdikleri kızgınlıkları için gerekli estetik bir dili ciddi bir zahmetle aramak yerine böyle kolaylığa kaçtılar. Benim popüler politik vasat, popüler santimantal vasat ve popüler çağcıl (post-modern) vasat olarak adlandırdığım üç vasat oluştu son 15 yılda. Dikkat edilecek olursa bu üç yönelimde de ortak payda popüler söyleme yaslanmadır. Biri, popülist kültür derneği kurar. Biri twitter takipçileriyle övünür. Etrafındaki gençleri tetikçi gibi kullanır. Orada birine bir şey söyletir, burada bir başkasına başka bir şey. İğdiş eder gençleri; kendi vasatında tutar. Gelmekte olan Müslüman gençleri avamileştirme noktasında anlaşmışlardır. Bir diğeri aynı hesapla Bahtin’den Derrida’ya, Lacan’dan Foucault’ya tüm post-modern çevirilerin üstüne atlarcasına takip eder. Anlamadan terimler uydurur. Durmadan, dinlenmeden çalışır da çalışır, ama buradan öte bir yolu yoktur. Bindiği dalı kesmezse. Bir başkası bu üç vasatı da idare eder. Daha büyük bir kesimi mızmız, mıymıntı bir kişiliği her çevreye yamamaya çalışır. Ne bileyim, hangi hastalığı sayayım. Hasılı ‘İslami’ bir natüralizmdir bu resim, bu, ontolojik olarak varlık bulamaz. Böyle bir şey ya natüralizm değidir ya da bir Müslüman’ın şiirdeki hassasiyetleri gayri İslami bir hal almıştır da bu nedenle sadır olmaktadır. İslam ile natüralist tavır yan yana gelemez.
       (…) Benim söz ettiklerim avamı getirdiler şiire. Popülist diyorlar. Popülist kelimesini Türkçeye yığın –halk değil- yardakçısı olarak çevirmek en uygunudur. Popülist duyguların şiirini yazıyorlar. Popüler, gündelik siyasetin şiirini ya da çağcıl bir bunalım şiiri. Bunalımda oldukları falan yok tabii. Duyuyoruz, günde 50 kişiyi arayıp iletişim halindeler. Hiçbir kuşkum kalmadı ki bu vasatların rahatsız olduğu şey, şiirimize sinen İslam sanatının ruhudur. Bu ruhu yıkmak istemektedir. Üstelik de Müslüman gençleri ve Müslüman bir çevreyi kullanarak. 1970’lerin şiire konu kıldıkları halktı. Halk, avam değildi. Bunlar avam uğruna toplumun irfan dünyasını hedef alıyorlar (…) Bunlar Necip Fazıl ya da Nazım Hikmet’in sahip olduğuna benzer bir şöhret peşindedirler. Müslüman çevrelerde ego şişkinliği epidemisine bunları yakalatan İsmet Özel gibi bu konuda kötü bir örnek de var tabii.

      Alıntılayan: Tetikçi

Yorum Gönder

0 Yorumlar