İSMET ÖZEL’İN BÜLENT ERSOYLUĞU: FİKİR, BİR DÜŞÜNÜRÜN CİNSİYETİ MİDİR ?


Post-truth denilen yeni, yepyeni çağa uyup ben de bilip bilmeden konuşacağım, renkli cümlelerden başka hiçbir delil sunmadan inandırıcı olmayı başaracağım, çünkü bilgi twitter ve instagramda dönüyor, bense hâlâ taşrada –facebook- yaşamaya devam ediyorum. Medeniyetin merkezinde –twitter ve instagram- olup bitenlerden çoğunlukla habersiz kalıyorum, kelimenin tam anlamıyla cahilin tekiyim, çağ dışı bir yaratık. Bir de takipçilerim olmadığı için yalnızım, acınacak biriyim yani, yalnızlık denilen illetle boğuşup duruyorum. Takipçi dediğime bakmayın, beni öldürmeye ant içmiş avcılar olsa peşimde mutluluktan havalara uçacağım. Her neyse bazen yalnızlık üzerine şiirler yazıyor, kötü anlarımı sanata dönüştürmenin bahtiyarlığını yaşıyorum. Hayatın gidişatıyla ilgili bazı menfi şeyler kulağıma geldiğinde cehennemi cennet diye yutturabilecek haber kanallarını izleyip mutlu olmaya çalışıyorum, post-truth çağdayız malum, taşralı –facebook- da olsak elimizden geldiğince uygarlığa uygun davranışlar sergilemek zorundayız, maazallah her dönemde var olan o gizli eller muhtara telefon açıp emirler yağdırabilir, taşradan da kovdurabilirler bizi.     
Camianın büyük, çok büyük post-truth abilerinin şöyle dediklerini duyuyorum –dedim ya duymak bu çağda mühimdir-: “O gizli eller tabii ki haklı, işsiz güçsüz kalsın sizin gibiler, mümkünse sürünsün, iyi bir entelektüel, editör, bilmem kaç kitabı varmış, çok iyi İngilizce biliyormuş; ama bildiğini okuyor, bize danışmadan iki dilden konuşuyor sizin gibiler. Ben tv kanalımı, gazetemi, yayınevimi emrimden çıkmayan vasatlarla ucuza idare ediyorum, çok kazanıyorum, ne olacak sanki hiçbir şeyden anlamayan muhafazakârlara bu kadar nitelik yeter de artar bile.” Böyle erk sahibi zayıf tiplere artık her ortamda rastlıyoruz ve biliyoruz ki tipin biricik görevi karaktere saldırmaktır. Erk, yığını sever; karakterden ise nefret eder. “Merhamet” marşıyla yola çıkan camiamız, bütün kapitalistler gibi vahşileşti. Buna da alıştık ama yine de cahilin eline düşen para adına çok üzgünüz, yenen haklarımızdan özür dileriz.
Ne diyor bu adam diye sormaya hakkınız var tabii. Hakikati söylesem, “şey” diyeceksiniz, “ufff ne kadar da gerici, ‘hakikat’ kelimesini de kullandığına göre kesin, evet evet kesin gerici.” Haklı olabilirsiniz ama yine de ben elimden geleni yapacağım, bilip bilmeden konuşmaya çalışacağım, tamam hakikat makikat da demeyeceğim; çünkü “hakikat” truth, makikat ise hakikatin “post-truth”u oluveriyor; bu yüzden demeyeceğim. Lafı geveleyip durduğuma göre anlamışsınızdır, kafam fena halde karışık. Sebebini söyleyebilirim: Hakan Arslanbenzer. Yalanın ortasında –twitter- son zamanlarda zülfü yâre dokunacak doğrular söylüyor, dolayısıyla büyük sıkıntı çıkarıyor. Ne demiş en son –bir arkadaştan duyduğuma göre, bilip bilmeden konuşmak için duymak mühimdir-: “İsmet Özel de Bülent Ersoy gibi oldu; söylediğinin bir hükmü yok ama ortam bir iki gün geriliyor.” Bu cümleyi duyunca, popüler kültür ikonuyla bir elitist şair arasında analoji kuran Hakan Arslanbenzer post-truthun tanımını yapmaya çalışmış diye düşündüm. Yanlış yorumlamış olabilirim, yanlışsa da dert etmeme gerek yok, doğrularla ilgilenen mi var sanki. Kötü bir benzetmeyle de olsa İsmet Özel’in bir post-truth fenomen olduğunu vurgulayan “hakikatli” (gerici), evet bence de her gerçek gibi acıtıcı bir yargıdır bu; ancak yine gerçekliği ters yüz eden algı operasyonları devreye girmiş, hakikati dile getiren kişi lanetli ilan edilmiş.     
İsmet Özel’in güzelim Necip Fazıl’a, toplumun gönlünde yer edinmiş kimi siyasi lidere attığı iftiraları –delil lazım bu tür işlerde, komplo teorisini şiirle uğraşan herkes üretebilir- “Çelimli Çalım”da okumuştuk. Bu haksızlıklara koro halinde susanlar, Hakan Arslanbenzer’e saldırdılar sanırım; “sanırım” diyorum, çünkü kimin saldırdığını arkadaşıma sormayı unuttum.
Dertleri İsmet Özel mi bunların, değil, onlar bir zamanlar aynı şeyleri İsmet Özel’e de yaptılar. Şimdi hocasıyla talebesini dövmeye, terbiye etmeye çalışıyorlar. Gerçi İsmet Özel daha az zulüm gördü, duruma göre vaziyet alma becerisine sahipti, Hakan Arslanbenzer gibi değildi.
Yanlış anlaşılmasın –yok yok anlaşılsın-, Hakan Arslanbenzer de sütten çıkmış ak kaşık değil hani, elinde çomak dolaşıyor ortalıkta, hem bana ne Hakan Arslanbenzer’den, kime fayda gelmiş, “fayda” evet evet “fayda” post-truthlar için çok önemli. Peki, ben burada ne yapıyorum: Hakan Arslanbenzer’i değil, bizi savunuyorum.
          Post-truth kavramının kendisi de post-truth olabilir. Benden söylemesi.    

           Zafer Acar

Yorum Gönder

0 Yorumlar