Kapağın Gölgesindeki Şiirler: “Bütün Olup Bitenler Hakkında”


“seni sevmeye ve senin için savaşmaya devam etmem gerekiyor

çünkü omuzumdaki yükün haberi yok kanatlarına yağan yağmurdan

çünkü adınla başlayan sabahın, hatırsız tırnak doğurduğunu

bilmiyor günler. ve geçip gidiyor parmak aralarından -pörsümüş

ufalanmış hatıranın- bıraktığı izleri yarılayan güneşin tanıklığı

seni sevmeye ve senin için savaşmaya devam etmem gerekiyor.” (s. 15)
Salim Nacar’ın Ketebe Yayınlarından çıkan “Bütün Olup Bitenler Hakkında” kitabından alıntıladığım bu mısraları, bir şiir kitabından alıntıladığımı belirtmesem hemen herkes bu bendin kötü bir roman veya hikâyeden küçük bir parça olduğunu zanneder. İşin kötüsü bu bent kitabın ilk sayfasında yer alıyor. Kitaba geçmeden önce biraz konuşalım, Salim Nacar kim? Afili bir prestij kapakla kitabı yayımlanan bu ismi daha önce Yedi İklim’de görmedim, Dergâh’ta görmedim, Hece’de görmedim, İtibar’dan ya da Fayrap’tan da hatırlamıyorum. Kitabın başındaki kısa özgeçmişinde Nacar’ın 1982 doğumlu olduğu, kıymeti kendinden menkul bazı dergilerde şiir yayımladığı yazıyor. Benim anlamadığım, Ketebe’nin, bu ismin toplu şiirlerini hem de böylesine prestij baskılarla yayımlaması nedendir? 
Şiirin nasıl yazılacağını keskin sınırlarla belirtip net bir çerçeve çizmek hiç mantıklı değil, üstelik bu geçen yüzyılın işi. Ama yine de düşünmeden edemiyorum: Salim Nacar, şiirini düzyazı formatında yazmak yerine söyleyeceklerini deneme, makale, günlük gibi türlerde değerlendirse hem kendini daha iyi ifade edebilir hem de şiir okuyucusunu gereksiz yere yormaz, hatta şiirden soğutmaz. “Gergedan Ağaçları” (S. 118) düzyazı-şiir ikileminin tipik bir örneği. Salim Nacar, şiirinde okuyucuyu anlamsız kelime havuzlarına sokup sokup çıkarıyor. Şiirin her zaman anlamsal karşılığı olmak zorunda değil ama mısraların ve kelimelerin rastgele; yan yana ve alt alta geldiğini düşündüren şiirler okumaktansa hiç karşılaşmamış olmayı tercih ederim. Salim Nacar konuşan bir şiir yazmaya çalışmış, maalesef kitaptan sadece rahatsız edici mırıltılar duyuluyor.
Son zamanlarda yayımlanan şiir kitaplarında sıkça rastlanan bir sıkıntıyı Salim Nacar’da da görüyoruz. Bu sıkıntının sebebi imgenin nasıl kurulacağının bilinmemesi mi, yazılanların şiirleştirilme çabası mı, yoksa anlaşılmayan sözler söyleyerek insanlardan anlamadıklarını yüceltmeleri beklentisi mi? Tam bilemiyorum, belki de hepsi.

“ilk çiçekleri koparan çekiçlerin hatrına

bu paslı kurnalarda gözümüzün moğolları yok” (S. 18)

“gözünün imlasını gördüm mü?” (S. 23)

Şiirlerin tamamını alıntılamaya gerek yok, bahsettiğim sıkıntıyı bu üç mısrada bariz bir şekilde görüyoruz. Çekiç ilk çiçekleri koparmış ve onun hatırına gözün Moğolları yokmuş, şair gözün imlasını gördü mü acaba… gibi anlamsızlıktan sonra “adam ne yazmış ama ya, işte sanatın esrarengiz atmosferi…” cümlelerini sarf etmemiz gerekiyor sanırım. San Francisco Modern Sanat Müzesi’nde bir genç gözlüğünü yere koyuyor ve ziyaretçiler gözlüğü sanat eseri zannedip fotoğrafını çekmeye başlıyor. İnsanların sanat algısının ne dereceye vardığını somut bir şekilde gösteren bu olaydan sonra böyle mısraların alt alta yazılıp şiir diye yutturulmaya çalışılmasını yadırgamıyorum.
“Bütün Olup Bitenler Hakkında”nın en genel sorunu; uzun cümlelerin dili çok yorması ve şiiriyetten uzak mısraların kitabın geneline yayılması. Salim Nacar’ın anlattığı bir hikâye de yok, ne okuduğumuzu pek bilemiyoruz. Nacar, konuşan bir şiir yazmaya çalışıyor demiştik. Konuşan şiir yazmaktaki zorluğu dertsizlikten mi yoksa yeteneksizlikten mi yaşıyor Nacar? Bence daha çok yeteneksizlikten. Son zamanlarda şiirler gittikçe uzuyor; genellikle ya şiirsellikten uzak söz yığınları okuyoruz ya da gereksiz kelimelerin arasında kaybolmuş birkaç iyi mısra ile karşılaşıyoruz. Her iki durumda da olan şiire oluyor. “Bütün Olup Bitenler Hakkında” bu iki durumun en somut örneklerini bünyesinde çokça barındırıyor. Şu mısradan sonra kekelediğimi itiraf etmeliyim, maalesef kitapta bunun gibi çok fazla denemelerle karşılaşıyoruz. Şiir kitaplarında görmeyi sevdiğim farklı deneyişlerin Salim Nacar’ın şiirlerinde çoğunlukla başarısız olması ister istemez rahatsızlık veriyor. Dilin sınırının zorlanması bence şiiri geliştiren başlıca unsurlardan biri, “Bütün Olup Bitenler Hakkında”da sınırlar zorlanmaktan ziyade dilin anatomisi bozulmuş.

“Yemliha’nın tanımadığı kirkit kolluk külle kümül küfür küfü kira’da” (S. 118)

Şiir, geçmişten bugüne Türklerin kendini en iyi ifade etme aracıdır. Türk şiiri dertle, arzuyla, sevinçle, isyanla ve sayamayacağımız kadar çok zenginliklerle doludur. Günümüzde anlamsız şiirlerin çoğalmasını şiir geleneğimizle de açıklayamıyoruz. Toplumcu gerçekçi şiire yönelmesiyle Nazım Hikmet’in kolay gibi görünen ama kelimeleri ustalıkla bir araya getirdiği açık ve yalın şiirlerini düşündüğümüzde, sıkıntıyı yalın şiir yazma amacı olarak açıklamak mümkün değil. Salim Nacar, yazdıklarını kitabının kapağı kadar iyi bir elekten geçirip yayımlasaydı, kitabın ortalamasından daha nitelikli mısralar arada boğulmaz ve okuyucu üzerinde etkili olabilirdi:

“karın boşluğumda öylece duruyordu

senin biricik, güzel, sevimli yumruğun” (S. 122)

Yazıda olumsuzluk hâkim, farkındayım. Kitaba dair söyleyebileceğim olumlu özellikler şunlar: Kapak harika, kâğıt kaliteli ve mizanpaj mükemmel. Kitabın kapağının bu kadar iyi olması Salim Nacar açısından kötü olmuş, çünkü kapağı görünce ister istemez beklentimiz yükseliyor ama bu beklentiler kitabı okuduktan sonra Ketebe Yayınları adına çok büyük bir hayal kırıklığına dönüşüyor.

Turgay Demirel

Yorum Gönder

0 Yorumlar